Trabzonlu gazeteci, yazar ve tiyatrocu
İlkay Somel, hayatını kaybetti.
Somel’in cenazesi, 12 Aralık 2020 cumartesi günü, İzmir Urla’da defnedilecek.
İlkay Somel kimdir?
1943 yılında Trabzon’da doğdu.
1963 yılında, Sabah Postası gazetesinde gazeteciliğe başladı. Muhabirlik, röportaj yazarlığı ve sayfa sekreterliğinden sonra gazetenin yönetimini üstlendi.
Askerlik hizmetinden sonra Hürriyet gazetesi Yıldırım Servis müdür yardımcılığı görevini üstlendi. Daha sonra Günaydın gazetesinde sayfa sekreterliği yaparken, Bursa Hakimiyet gazetesini kurmakla görevlendirildi ve Bursa’ya gitti. Bir buçuk yıl bu gazetenin yayın yönetmenliğini yaptı. 1976 yılında Son Havadis gazetesi Ankara temsilcisi oldu. İki yıllık bir çalışma döneminden sonra Akajans yurt haberler müdürlüğü görevini üstlendi. Daha sonra da Günaydın Gazetesi Ankara bürosunda görev aldı. Web Ofset bünyesinde yayınlanan Ekonomik bülten gazetesinin Ankara temsilciliğini yaptı ve daha sonra da aynı grubun Ankara’da yayınlanan Ulus isimli gazetesinin yayın yönetmeni oldu. Burada ayrıldıktan sonra Hürriyet Dergi Grubunun Ankara bürosunda röportaj yazarlığı yaptı.
Evli bir çocuk ve bir torun sahibi olan T.İlkay Somel’in 5’i sahnelenmiş 6 tiyatro eseri ve bir de hikaye kitabı var.
Trabzon Vakfı ve Derneği’nin hazırladığı Aralık 1987 (Sayı:1) TRABZON Dergisi’nden:
ORHAN VELİNİN İSTANBUL’UNA İNAT
İlkay SOMEL (Gazeteci-Yazar)
“Yine cisil-cisil mi yağıyor yağmur Uzunsokak’ın taşlarına?
Kanita’nın kayalıklarında martılar gizliden gizliye öpüşüyorlar mı?
Trabzon’u düşünüyorum, Orhan Veli’nin İstanbul’una inat…
Taşbaşı’nın denize inen dar sokağında bağıran hamsicinin sesi geliyor…
Tavada cızır-cızır öten tereyağının kokusuna, dalları koca duvarları aşıp dar sokaklara uzanan incir yaprağına Taksim Meydanı’ndaki limoncunun tablasına bir hoş olmuşum…
Anıların Trabzon’unu düşünüyorum, ayrılıkların ötesinde bir yerden…
Kalkanoğlu’nun pilavını, Mehmet Salih’in çayını, Gülbahçe’nin dönerini, pazar sabahlarının vazgeçilmez peynirlisini çekiyor canım…
Trabzon’u düşünüyorum, Orhan Veli’nin İstanbul’una inat…
Dostlarım geçiyor gözlerimin önünden, Ali Kalkanoğlu’nu, Suat Oyman’ı, Kamil Ergüney’i, Ahmet Selim Teymur’u anıyorum rahmetle..
Aylardan ekim. Ankara, kışa hazırlandığını anlatıyor iliklere işleyen soğuğu ile. Ve gecenin bir yerinden bir keman sesi geliyor dalga dalga…
Yoksa diyorum “Yoksa Temel Şükrü Doğru mu çalıyor?” götürüveriyor… Temel Şükrü Doğru’nun kemanı, Suat Kurtuldu’nun yaylı tamburu, Taşkın’ın kanunu ve Ahmet Yardımoğlu’nun ritm sazı… Siz, sizler musıki ziyafetini sürdürüyor musunuz? Temel abi, bir segah taksim rica etsem lütfeder misin? Ya sen Suat abi saba’da gezinir misin lütfen, Taşkın’ın Ahmet’im bir nihavent longaya ne dersiniz?
Karadeniz Kulübünün köşesinde Ziyad Nemli dikiliyor karşıma. “Hadi gel” diyor, “Nereye? Yeni hikâyelerini okumaya mı?” “Yok mu yenileri? Neden? Neden susturdun o güçlü kalemi? Kızıyorsun bana biliyorum. Olsun istediğin kadar kız, ama darılma. Hakkın yok susmaya.
Hiç birinizin hakkı yok susmaya o güzelim şehrin güçlü sanatçılarının…
Tablolarını kendine mi saklıyorsun Okan Çağal? Başkaları görmesin mi?
Yağmur cisil-cisil. Taksim’den aşağıya doğru yürüyorum… Manolya ağaçlarının yaprakları yıkanıyor… Sümer Sineması’na giden aralığı geçip duruyorum. Amatör Tiyatro Klubü perdelerini açıyor mu? Neler oynanıyor? diyorum. Cevap veren çıkmıyor? 1963’lerin o güzelim tiyatrosunu oluşturan ve bizlere sahne sevgisini aşılayan, saygıyla rahmetle andığım Haluk Ongan’ın Yusuf Sezgin’in boyunları bükük gibi…
Ha sahi, bu yıl bıldırcın düştü mü çok? Fenerini, lüksünü alan koşmuştur yamaçlara.
Türküler yakılıyormu yine fındık toplanırken?
Sevdalılar yavuklularına fındık paraları alındıktan sonra mı kavuşuyor?
O eski kışlar herhalde artık olmuyordur. Hani o yağdı mı alabildiğine yağan kar, çamların dallarını yerlere kadar eğer, her yanı bir garip sessizlik kaplardı. Sonra bir güneş süzülürdü o doyumsuz güzelliğin üstüne…
Uzun sokak, anıların sevgilisi…
Turhan Feyzioğlu, hatırlıyormu acaba Ece’mizin, rahmetle saygıyla andığım Muzaffer Feyzioğlu’nun dolabına anahtar uydurup film oynattığımız günleri…
Nice sevgiler, nice sevgililer gelip geçmiş Uzun Sokak’ın taşları üzerinden…
Hamsi tavası ile rakı ne güzelde buluşurdu Niyazi Tarakcıoğlu’nun sofrasında diyecek oldum ve hemen sonra telefonun öteki ucunda Tarakcıoğlu’nun dost sesini duydum. Üstad Orhan Veli’nin İstanbul’una inat Trabzon’u düşünüyorum dedim… Yorozdan patlayan Karayel gibi esiyor gönlümde hatıralar dedim… Ve Trabzon’u yaşadık soğuk bir Ankara akşamında telefonun tellerine inat.
Hani şarkılar vardır, yeşil gözlü sevgliye seslenen… Sevda yüklü şarkılar… Kimdir o sevgili bilinmez de uzun siyah saçlarıdır bilinen ya, işte öyle bir şey gurbette yaşanan anılar…
Anılar denizinin dalgalarını dindirmeli diyorum. Sonra gidip Kanita’dan güneşin batışını seyretmeli ardından da Bodos’un meyhanesinde bir güzel içmeli. Tabakta palamut tava, bardakta da rakı bitince vurmalı kendini o güzelim şehrin sokaklarına.
Önce Kunduracılar caddesinden yürümeli Semerciler başına kadar, ordan dönüp Maraş Caddesine çıkmalı. Varsın yağsın cisil-cisil yağmur üstüne. Ellerin cebinde ya, yürüyorsun ya o şehrin sokaklarında, Yağmurdan sana ne… Ama sıra anılar sokağına gelince girmemeli, yürüyüp gitmeli İskele caddesinden limana, oradan da mendireğe, ta ucuna kadar. Çökmeli bir taşın üstüne Trabzon’a karşı. Ama karayel patlamış, fırtına varmış, dalgalar adam boyu geliyorlarmış, ıslanıyormuşsun, vakit akşamlardan bir akşammış sana ne. Hele bir de, “Bir gün bana geleceksin yıllardan sonra İnce bir yağmurla ıslanmış yorgun” diyorsan, daha ne istiyorsun.
Lacivertin en güzelinin kıyılarını köpük-köpük oyalarla işlediği, yeşilin bin tonunun koynunda yaşayan, başı karlı yüce dağların selam durduğu o güzelim şehre, Ankara’nın soğuk akşamlarından binlerce sevgi…”