Sivas’ın fakir bir köyünde tarlada doğmuş, 79 yıl süren uzun ince yolculuğu boyunca üzerinde doğduğu toprak onun sadık yâri olmuştu.
O meşhur türküsünde ‘Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın’ diyen Âşık Veysel’in bugün 48. ölüm yıldönümü. Âşık Veysel 1894’ün zorlu rençberlik günlerinden birinde toprağa doğdu. Zira annesi onu tarla işleriyle uğraşırken doğurmuştu. Bu toprak onun kimliği olacaktı.
Gönüllere işleyen sazının tellerinde de yürek sızlatan şiirlerinin satırlarında da hep o toprak vardı. Onu bütün Türkiye’ye tanıtan ‘Kara Toprak’ şiirine de o toprağa sevgisini ve sadakatini anlatmıştı.
GÖZLERİNİ KAYBETTİ
Veysel’in doğduğu dönemler çiçek hastalığı Anadolu’da çok yaygındı. Her evden, her ocaktan muhakkak bir kurban alıyordu. Sanki her aileden bir çocuğu alma veya sakat bırakma hakkı vardı. Yer ile gök arasında çetin tabiat koşullarında hayat sürmeye çalışan köylü için ne zaman geleceği belli olmayan zalim bir alacaklı gibiydi çiçek hastalığı… Nihayet Ahmet Efendi ve Gülizar Hanım’ın da kapısını çalmıştı. Büyük oğul Ali’yi çiçek hastalığına kurban verdiler. Küçük oğulları Veysel onlar için bir teselliydi. Ama bir zaman sonra çiçek hastalığı onu da vurdu. Bir gözünü kaybetti. Diğer gözü ise az çok görüyordu. Veysel dünyayı o gözünden sızan ışığın izin verdiği kadar görebiliyordu. 7 yaşındaydı. Zorlu köy şartlarında bir çocuk için başka tehlikeler de vardı tabii. Nitekim bir kaza neticesinde çok az görebilen gözünü de kaybetti. İşte o 7 yılda ne gördüyse ömrünün geri kalan 72 yılını onlar üzerine inşa etti.
TEK TUTKUSU SAZI OLDU
Baba Ahmet Efendi ‘oyalansın’ diye ona bir saz almıştı. 10 yaşından itibaren en yakın yoldaşı o sazıydı. Civardaki âşık ve ozanlardan ders de aldırmıştı ona babası. Şiirler, deyişler de ezberletiyordu. Başlarda onun için de sadece bir meşgaleydi. Ama bir zaman sonra tek tutkusu oldu. Duygularını dizelere ve sazının tellerine dökmeye başlamıştı. 25 yaşına geldiğinde köydeki bir akrabasıyla evlendi. Bir oğlu, bir kızı oldu. Hayatı biraz düzene girmiş gibi görünse de kötü talihi peşini bırakmadı. Oğlu acı bir kazayla boğuldu. Kısa aralıklarla annesini ve babasını kaybetti. Eşi 8 yıllık evliliğin ardından 6 aylık kızını da bırakarak Veysel’i terk etti.
HAMURUNDA SEVGİ VARDI
Bir zaman arkadaşlarıyla teselli buldu. Başka bir köye taşındı. Dönüşte sazını yeniden eline aldı. Hem acılarını hem umutlarını sazına döktü. Çektiği bütün çilelere rağmen öfkesine yenilmedi. Tekrar evlenip 6 çocuğu ve torunlarından oluşan geniş bir aile kurdu. Bilgiden, doğruluktan, insanlıktan, eşitlikten, eşitsizlikten, tabiattan ve topraktan bahsetti hep. Yunus Emre gibiydi. Gördüğü her güzellik Allah’ın bir tecellisiydi. Ona göre asıl körlük görememek değil gördüğünü anlayamamaktı. Kendi derdiyle de barışıktı. Torunlarından birinin anlattığına göre ‘Yalan söylüyorsam iki gözüm kör olsun’ diye şakalaşıyordu ailesiyle.
AHMET KUTSİ TECER İLE TANIŞTI
1930’larda Sivas’ta edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ile tanıştı. Onun vesilesiyle Âşıklar Bayramı’na katıldı. ‘Âşık Veysel’ yöresinde ilk böyle tanınmaya başladı. Sonrasında diyar diyar gezmeye başlamıştı. 1934’te yazdığı ‘Cumhuriyet Destanı’yla ona Ankara yolu göründü. Türlü zahmetlerle vardığı Ankara’da Atatürk ile görüşmesi mümkün olmadı. Rivayete göre İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Ankara ziyaretine denk geldiği için kimi işgüzarlar Veysel’i ve yâreni Âşık İbrahim’i kılıkları ‘hırpani’ olduğu için çarşıya sokmamıştı. Ama sonrasında bir şekilde ulaştıkları Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde haber olup, şiiri yayımlanınca itibar gördü, kıymeti bilindi. Bir zaman radyoda da eserlerini okumaya başladı. 1940’larda Köy Enstitüleri kurulunca Âşık Veysel oralardaki öğrencilere saz dersleri vermeye başladı. Artık adı her yerde bilinir olmuştu. 1952’de hayatını anlatan ‘Karanlık Dünya’ filmi çekildi. 70’lerde eserleri Fikret Kızılok ve Gülden Karaböcek gibi şöhretli isimlerin albümlerindeydi.
‘BENİM SADIK YARİM’ DEDİĞİ TOPRAĞA KAVUŞTU
O da sazıyla geçen 70 yılı geride bırakıyordu. Yorgundu. Yıllar önce bir gözünü alan çiçek hastalığından daha beteri, onu bulmuştu. Akciğer kanseriydi. Birkaç yıl bu hastalıkta boğuştu. 1973’ün 21 Mart’ında Horasan’dan Çin sınırlarına kadar geniş bir coğrafyada yeniden doğuşun, baharın habercisi olan bir Nevruz gününde sabaha karşıydı. ‘Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece’ diye tarif ettiği 79 yıllık çileli ömrünü tamamladı. Yanık yüzlü Âşık, ‘Benim sadık yârim’ dediği kara toprağa böylece kavuşmuş oldu…
EŞYALARI MÜZE OLAN EVİNDE SERGİLENİYOR
Dünyaca ünlü halk ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu’nun doğup büyüdüğü Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyündeki evi müze olarak kullanılıyor. Aşık Veysel’in sazı, paltosu, radyosu bu evde sergileniyor.