Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi’nin (MAREM) Başkanı Hidrobiyolog Levent Artüz, Marmara Denizi’nin yüzeyini kaplayarak endişeye neden olan ”deniz salyası” ile ilgili açıklamalarda bulundu.
Artüz, “Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir. Müsilajı kavrayabilmek için bu olgunun tarihine bakmalıyız” dedi.
Artüz, 1+1’den Siren İdemen ve Anıl Olcan ile yaptığı söyleşide, müsilajlara ilişkin bilgi verirken, “Bir tarifle anlatmak gerekirse; oklava şeklinde bir tavuk yumurtası düşünün, bilimsel ismi Proboscia alata olan plankton, kısa sürede anormal artış gösteriyor. Daha sonra patlıyor. Patlama derken bomba patlaması değil, çiçeklenme, tomurcuk patlaması. Ölüp kırılıyor. Kırılınca hücre içi sıvısı ortama yayılıyor. Tıpkı yumurtanın beyazını su dolu bir bardağa dökmek gibi… Müsilaj kökenlendiği canlıya bağlı olarak genelde üst su kütlelerinde oluşur. Denizin çalkalanmasıyla içinde hava kabarcıklarını hapsederse suyun yüzeyine çıkar. Askıda katı madde dediğimiz denizin içindeki partikülleri hapsederse ağırlaşıp çöker. Yani, içine katı maddeyi hapsederse batıyor, yoğunluğu azalırsa yüzüyor. İncelemelerimizden gördüğümüz kadarıyla, müsilaj esas olarak ara yüzey dediğimiz alanda birikmiş vaziyette. Dalgıçlar 5-10 metrelik derinliklerde gözlemleyebiliyor. Ama, büyük miktarlarda çökmüş müsilaj alt su kütlesinde, yani 50-100 metre derinliklerde de görülüyor” diye konuştu.
“Tür çeşitliliği daha da azalır”
Müsilajların deniz canlılarına etkisine de değinen Artüz, yapışkan ve bulaşkan bir yapıya sahip olduklarını belirterek, “Balık yumurtalarının büyük çoğunluğu denizin yüzeyindedir. Yumurtanın içinde yağ damlacığı vardır ve yüzerler. Yüzeydeki yumurtalar müsilajın içinde hapsoluyor ve yaşama şansları kalmıyor. Larvalar için de aynı şey söz konusu. Müsilaj ortamdaki hayvansal besini, yani zooplanktonu içine hapseder. Müsilaj zamanla, hareket edemeyen (sesil) midye, istiridye, tunikatlar gibi canlıların üzerine de çöker. Deniz çayırlarını örter ve ışıkla temaslarını keser. Bu canlıların beslenmesini ve solunumlarını etkiler. Böylece tür çeşitliliği daha da azalır” dedi.
Artüz, şunları söyledi:
“Marmara Denizi artık küresel değil, bulanıklık sebepli”
Marmara Denizi’nde yaşanan sıcaklık artışının küresel ısınmayla doğrudan ilişkisi yok. Tabii ki küresel ısınmanın etkisi var. Ama komşu denizler küresel ısınmadan etkilenmiyor mu? Komşu denizlerde ısınma dünya ortalaması olan 1 dereceye yakınken Marmara’daki sıcaklık artışı 2,5 derece. 2000 senesinde sıcaklık artışı 1,8 derece civarında. 2000’den beri Marmara’nın üst su kütlesinde inanılmaz bir sıcaklık artışı var. MAREM olarak yaptığımız çalışmalardan biliyoruz ki, önlem alınmaksızın yapılan Derin Deniz Deşarjlarından dolayı oluşan bulanıklık sebebi ile özellikle üst katmanda deniz suyu sıcaklığının anormal bir şekilde arttığını görüyoruz. Marmara Denizi artık küresel değil, bulanıklık sebepli, sadece bu denizimizin üst su kütlesini etkileyen lokal bir ısınmayla karşı karşıya. Keşke Marmara’daki sıcaklık artışı küresel ısınma ortalamalarında olsaydı. Bu artış küresel ısınma ortalamalarının çok üstünde ve sebebi de bulanıklık.
“Müsilaj agregat yapının yok olmasının tek bir yolu var”
Müsilaj agregat yapının yok olmasının tek bir yolu var. O da bakteriyolojik olarak parçalanması. Bakteriyolojik olarak parçalanması için gerekli suda çözünmüş oksijen de ortamda yeterli miktarda yok şu anda. 2007’de Marmara Denizi’nde çözünmüş oksijen seviyesi bugünküne nazaran daha fazlaydı. Buna rağmen, müsilaj yapı iki senede parçalandı. Şimdi oksijen çok daha az. Ne olacağını kestirmek güç. Bakteriyolojik parçalanma sonucu parçalanma ürünleri ve bu kütleyi parçalayacak bakteri biyokütlesinin de ne olacağı ve bu durumun olası kümülatif etkileri de meçhul. Net ölçüm yapabilmemiz için deniz ortamının durulması gerekiyor. Şu aşamada bakıp “vah vah” demek dışında yapacak bir şey yok.”
“İki-üç insan boyu köpüklerle karşılaşma ihtimalimiz var”
Müsilajın olduğu ortamda rahat eden mikroskobik bir canlı var. O da başka bir bela. Müsilajı seven bir haplofit. Bu şimdilerde müsilaj agregat oluşumuyla eş zamanlı olarak çoğalıyor, ancak çoğalma henüz etkili olacak boyutlarda değil. Tahminim, ki umarım yanılırım, bundan sonra bu türün yaratacağı müsilajla ve çok büyük köpüklenmelerle uğraşacağız. İki-üç insan boyu köpüklerle karşılaşma ihtimalimiz var. Korkarım henüz etkileriyle tanışmadığımız bilimsel ismi Phaeocystis globosa olan bu plankton ileride baskın bir hale gelecek ve başımıza yeni belalar açacak.
“Önceki Marmara’ya yeniden kavuşmak mümkün değil”
1989’da Marmara Denizi öldü. Bu tarihten önceki Marmara’ya yeniden kavuşmak mümkün değil. Marmara Denizi yeni bir yol bulacak. Bu yolu açmakta yardımcı olursak belki kokmayan, simsiyah olmayan, iki çeşit de olsa balığı olan bir Marmara Denizi olmasını sağlayabiliriz. Ama eski Marmara’yı tamamen unutun, o gitti, öldürüldü, dönmez.
“Saros’ta da çok büyük bir bela var”
Marmara’nın dışında, Saros’ta da çok büyük bir bela var: Doğaya, bilime ve hatta hukuka inat yapılmak istenen likit doğalgaz limanı ve boru hattı hafriyat ve inşaat çalışmaları. 1989 öncesinde Marmara Denizi neyse Kuzey Ege de şimdi o durumda. Ne yazık ki, aynı inatlaşma Saros’u da Marmara Denizi’ne çevirecek gibi.”