Şair-Yazar Ahmet Özer Cumhuriyet gazetesinden Gamze Akdemir’in sorularını yanıtladı.
Cumhuriyet kitap ekinden Gamze Akdemir’in konuğu olan Ahmet Özer, Trabzon’un mimarisinin son 60 yılda darmadağın edilerek kentin betona dönüştürüldüğünü vurguladı. Özer şunları söyledi:
”Trabzon mimarisi son 60 yılda darmadağın edildi, kent betona dönüştürüldü”
”1993’te İstanbul’da aldığım Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, Trabzon’a götürdüm. Binlerce öğrencim oldu. Trabzon’un tarihten gelen bir yapısı var, bu düşünceye yol açıcı. Ancak mimarisi son 60 yılda darmadağın edildi, kent betona dönüştürüldü. Denizi kente küstürdüler.
Orada yaşadığım yıllarda bir sanat arkeoloğu bilinciyle hareket ettiğimi belirtebilirim. Kentin pek çok değerinin bizden önce oluşturduğu bir kültür-sanat mirası vardı. Hem o birikime sahip kişilerin emeklerini çok yönlü anlatmak, tanıtmak için kolları sıvadık hem de o miras üzerine neler konulabilir diye çaba gösterdik.
Kente bir yolla gelen değerlerimize sahip çıktık. Çok kişiye sanat alanında destek olduk diyebilirim. Yüzlerce yazımı Trabzon’dayken yazdım. Kentin değerleri üzerine yazmadığım yazı yoktur. 26 yıldır Ankara’dayım. Ankara’ya geldiğimde, 10 kitabım vardı. Üretkenlik sürüyor, şimdilerde 43. kitap basımda. Kentle ilgili çok zengin bir belgeliğim vardır. Araştırmacılara, o coğrafyayı bilen biri olarak elimden geldiğince yardımcı olmuşumdur.”
”Nazım Hikmet’ten etkilendim”
Nazım Hikmet’in hem bir edebiyatçı hem de düşünce insanı olarak kendisini etkilediğini ifade eden Özer, ”Nâzım Hikmet hem şair hem düşünce insanı olarak etkilemiştir bizi. Şiirleri kadar yazılarıyla da bir zirvedir. Dünya çapında bir değerimiz olarak hepimizin onun yapıtlarıyla soluk almayı erdem bilmişizdir. Yasaklı yıllarında şiirlerini daha çok ezberlediğimiz bir gerçek.
Şiir alanında Gülten Akın’ı, Şükran Kurdakul’u, Hasan Hüseyin’i yakından tanıdım. Şiirlerim, onların üretimde bulunduğu yıllarda yer aldı dergilerde. Kimileriyle söyleştiğim, kimileriyle yazıştığım, kimilerini uzaktan izlediğim yaşamına yakın durduğum Ömer Faruk Toprak, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Cahit Külebi, Nevzat Üstün, Metin Demirtaş, Attilâ İlhan, Arif Damar, Enver Gökçe, A. Kadir bana incelikler, duyarlıklar kazandırmıştır.
Cemal Süreya’nın, “Aşk” Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” Dağlarca’nın birçok şiiri, sesimin gücünü artırmıştır” diye konuştu.
”Kemençe, Karadeniz’de bir mutluluk aracıdır”
Kemençenin Karadeniz Bölgesinde bir mutluluk aracı olduğunu dile getiren Özer, ”Karadeniz coğrafyasında insan, özellikle de kırsal kesimde -o da bir zamanlar- mâni / türkü eşliğinde kemençenin ritmiyle çoğu zaman soluklanmanın yollarını aramıştır. Zorlukla aşılan arazinin, durmadan yağan yağmurun, güneşe hasret toprağın ve yemyeşil kırların içinde insan doğayla olan büyük savaşımında kendine bir mutluluk aracı olarak kemençeyi seçmiştir.
Bu, onun elde dolaştırılıp her ortamda rahatlıkla çalınabilmesinden gelmektedir. Karadeniz’in yaşam kültüründeki olgunun kimi şairlerin aksine, benim şiirimde çok az yer aldığını belirtebilirim. Bunda çok küçük yaşta kent kültürüyle tanışmam, orada deniz ve sinemayla iç içe geçen bir düş dünyası yakalamam, ortaokul ve lise öğrenimimi gördüğüm Trabzon Lisesi’nin geniş insan potansiyelinin etkileyici gücünün rolü olsa gerektir” dedi.
”Yahya Kemal’in, Kurtuluş Savaşı hakkında tek bir dizesi dahi yok…”
Şair Yahya Kemal’in Kurtuluş Savaşı hakkında tek bir dizesinin dahi olmadığının altını çizen Özer, ”Şairin bir çizgisi olmalıdır ve kendini çağına karşı sorumlu tutmalıdır. Yahya Kemal’i birileri büyük şair olarak niteleyebilir. Bu durumda şu soru sorulmaz mı? Yahya Kemal’in ülkemiz insanın olağanüstü bir çabayla Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla ilgili tek bir dizesine rastladınız mı? Ben söyleyeyim, rastlayamazsınız. Bu mücadelenin şiirini yazmak “vatan haini” diye yaftaladığımız Nâzım Hikmet’te anlam bulmuştur.
Kuşak konusunda söyleyeceğim şu: Kuşakları toplumsal ve siyasal koşullar belirler. Bir dönem bu konuda içten davrananlar zamanla bu sözlerini anmaz olmuşlardır. 40 Kuşağı, 50 Kuşağı, 60 Kuşağı, 70 Kuşağı üzerine onlarca yazı bulabilirsiniz. Bu kuşakları var eden siyasal ve toplumsal koşulları iyi düşünmek gerekir. Bakın bu sayıların karşısına, II. Dünya Savaşı, DP iktidarı, 27 Mayıs ve 1961 Anayasası, 12 Mart yazabilirsiniz.
Bu tarihsel kesitler olmasaydı toplumsal yaşamda böyle bir belirleme olmayacaktı. Özellikle darbeler ve ona koşut olarak alabora olan toplumsal yapı, duyarlı bir kesimin çağına tanıklığını sanatında çok yönlü vurgulamanın da sorumluluğunu beraberinde getirir.
60’lı yılların ikinci yarısında şiirle yoğrulmama karşın 12 Mart faşizminin ezdiği toplumsal yapının içinde şiirimin filizlendiğini, boy verdiğini belirtmek isterim” ifadelerini kullandı.
”İktidara yaranan kişinin sanatçı kimliği erozyona uğrar”
iktidarla yakınlaşan kişinin sanatçı kimliğinde erozyonlar oluşacağını dile getiren Özer, şunları söyledi:
”Nice şairimiz, yazarımız hapislerde çürütülmedi mi? Nâzım’ı hapsedenler, şiirinin bedeninden daha tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Ancak o şiirlerin gücü geç de olsa onu kilit altından kurtarmıştır. Şunu belirtmek isterim. İktidara yaranan kişinin sanatçı kimliği erozyona uğrar; bir daha eski haline dönemez, ona yönelik sevginin yerini nefret alır.”