E.Tuğamiral / Dr.Vehbi ALPMAN Yazdı…
Atatürk’ün son dönemlerinde yaşadığı sağlık sorunları ve ölüm nedeni olan hastalığı konusunda çok çeşitli iddialar gündeme getirilmiş, yapılan araştırmalarla değişik yorumlarda bulunulmuştur. Tüm araştırmacıların birleştikleri tanı ölüm nedeninin karaciğer sirozu olduğudur. Görüş farklılıkları, karaciğer sirozunun nedeni konusundadır. Atatürk’ün ölüm raporunda da çeşitli tanılar gündeme getirilmiş, ancak kesin tanı konusunda alkolik siroz vurgulanmıştır.
Konuyu elimden geldiğince ve erişebildiğim bilgilerin ışığında inceleyip, irdeleyip, olabildiğince doğruya ulaşabilme çabasıyla yorumlamaya çalışacağım.
1930’lu yıllardaki bilgi eksikliği, tanı ve tedavi yöntemlerindeki yetersizlik, biyopsi ve otopsi yapılmaması konunun günümüzde hala tartışılıyor olmasının asıl nedenleridir. Günümüzden o günlere bakarak suçlamalarda bulunmak, gerçekçilikten ve etik davranışlardan uzak durmaktır, geçmişe haksızlıktır. O günlerdeki tıbbi teknoloji ve bilgi birikiminin yetersizliği nedeniyle değerlendirmenin ; yakınmalar, hastalığın belirtileri, klinik bulgular ve muayenede saptananları göz önüne alarak yapılmasının, o yıllardaki şartların gerektirdiği doğru bir yöntem olduğunu düşünüyorum.
Yaptığım incelemede özellikle ayırıcı tanıda göz önüne alınması gereken üç bulguyu önemsedim.
Birincisi; hastalığın başından beri oluşan ve bazı karaciğer sirozlarında daha belirgin olarak gözlenen ve ön plana çıkan kaşıntılardır. İkincisi; karaciğerin tanının ilk konulduğu günde de, hastalığın son zamanlarında da büyük oluşudur. Atatürk’e yapılan muayenelerde karaciğer, siroz tanısının konulduğu ilk günden son güne kadar hep büyük bulunmuştur ve hiç küçülmemiştir. Üçüncüsü ise ; özellikle son yıllarında sıtmaya ilişkin klinik tablonun gözlenmemesidir. Bu üç bulguya yönelik tespitleri sunmaya çalışacağım.
1938 yılının başında Atatürk’ün sağlık sorunlarına, halsizlik ve iştahsızlığına ek olarak burun kanamaları ve kaşıntı eklenmiştir. Kaşıntı vücudunun çeşitli yerlerinde oluyor ve çok rahatsız ediyordu. Kaşınan bölgelerde yer yer kabarmalar meydana geliyordu. Kaşıntının saraydaki karıncaların ısırmasından kaynaklandığı söylendi. Çare olarak sarayın ilaçlanması ve karıncalardan kurtulmak için Atatürk’ün Yalova’ya kaplıcalara gitmesi uygun görüldü. O günlerdeki en çok rahatsızlık veren ve ön plana çıkan yakınma kaşıntılar olarak beliriyor. Atatürk, Yalova’da da kurtulamadığı kaşıntıları için kaplıcanın kurucu müdürü Dr. Nihat Reşat Belger’ den yardım istiyor. Dr. Belger karaciğerden kuşkulanıp, karaciğerdeki büyümeyi saptıyor, kaşıntıların karıncalardan kaynaklanmadığını söylüyor. Muayenede karaciğerin büyüdüğü, kaburga kemiğini 3 parmak aştığı ve sertleştiği tespit ediliyor. Tüm bunların karaciğer sirozunun başlangıç belirtileri olduğuna karar veriliyor. ( 22 ocak 1938 ). Uygulanan tedavi sonucu kaşıntılar azalıyor ve iştah artışı oluyor.
Atatürk yaşamı boyunca iki kez sıtma hastalığına yakalanmıştır. İlk kez çocukluğunda sıtma olmuştur, ikinci kez 1919 yılı mayıs ayında Samsun’da hastalanmıştır. Son kez yakalandığı sıtma hastalığı 1919 yılındadır ve bundan 19 yıl sonra oluşan karaciğer sirozunun sıtmaya bağlı geliştiğini söylemek çok güçtür.
Sıtma, bilindiği gibi üşüme ve titremelerle özellenen ve ateşin 40 c – 41 c ‘ dereceye kadar yükseldiği, 3 -4 saat sonra terlemeyle birlikte hızla düştüğü nöbetlerle seyreder. Yapabildiğim araştırmalarda son bir yılda Atatürk’ün böyle bir tablo yaşamadığını söyleyebilirim. Ateş yüksekliğine yönelik belirgin tespitler şöyledir: 21 Kasım 1937 sabahı ateşi 39 c bulundu, zatürre tanısıyla tedavi ve istirahat uygulandı. 17 Ekim 1938 – 10 Kasım 1938 tarihleri arasında koltuk altından yapılan ölçümlerde ateşi sadece bir kez 38 c, iki kez 37.6 c bulunmuş, defalarca yinelenen ölçümlerde ise 36.9 c dereceyi geçmemiştir. 10 Kasım gecesi sabaha karşı koltuk altından alınan ateşleri 36.8 c – 38 c ve 37.7 c derece bulunmuştur.
Atatürk’ün ölümünün karaciğer sirozundan olduğu, ancak siroz nedeninin alkol olmadığı konusunda gündeme getirilen bilimselliğine güvenilir ve günümüz tıbbına uyan yorumları sizlerle paylaşmak istiyorum.
“ Güncel Gastroenteroloji ” dergisinin 1997 yılı Ekim sayısında Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu Atatürk’ün alkole bağlı siroz olamayacağını belirtiyor ve şöyle diyor “ Alkol içmeye bağlı siroz olma riski, en az 10 – 15 yıl, günde rakı biriminde 3 bardak ve her gün içilmesi koşulu ile olabilir. Oysa Atatürk bu sıklıkla ve bu sürede içmiyordu. Ülkemizde çok daha fazla alkol tüketilmekle birlikte alkole bağlı siroz hemen hemen sıfıra yakındır.”
GATA Halk Sağlığı kürsüsü başkanı Prof. Dr. Necip Berksan’ın konuya ilişkin yorumu ise şöyle: “ Atatürk, kurtuluş savaşı yıllarında hiç içki içmemiştir. Bu, kendisinin ne kadar ciddi bir devlet adamı olduğunu gösterir. İçki içtiği zaman bile hareketleri ile konuşma düzeni hiç bozulmamış, fikir ve düşüncelerini gayet sağlıklı bir biçimde ortaya koymuştur. Bu gözlemler, bırakınız Atatürk’ün siroz olacak kadar içmesini, sarhoş olacak kadar bile içki içmediğini gösterir. Yani, Atatürk’ün alkolden kaynaklanan sirozdan öldüğü hususu, Atatürk’e uygun olmayan bir yakıştırmadır.”
3 Ağustos 1938 tarihinde Dr. Bergaman, Dr. Epinger, Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Nihat Reşat, Dr. M. Kemal Öke, Dr. Mehmet Kamil, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Abramaya ve Dr. Akil Muhtar’ın katılımıyla Atatürk’e konsültasyon yapılmıştır. Konsültasyon sonucu aşağıdaki rapor hazırlanmıştır :
1 – Atatürk’te asit yapmış, subikter meydana getirmiş bir “ siroz ” halinin bulunduğunu,
2 – Bunun nedeninin “ alkol ”olabileceği gibi, evvelce iki defa geçirdiği “ malarya’nın ( sıtma ) etkisinin ve payının olmadığının söylenemeyeceği,
3 – “ Vena Porta’da Flebit ” ( karaciğer toplardamarında iltihap ) olmasının da imkan dahilinde bulunduğu,
4 – Hastada ateşin yükseldiği ve karaciğerin kosta kenarlarını geçtiği ve dalağın büyük olduğu, ateşin yüksekliğinin aynı hastalığın varlığı ile izah edilebileceği belirtilmiş ve aşağıdaki tedavinin uygulanması kararlaştırılmıştır.
a – Karındaki asit “ Salyrgan ” şırıngaları ile giderilmeye çalışılacaktır.
b – 2 ve 3 defadan sonra “ ponksiyon ” yapılacaktır.
c – Ateş için 0.90 santigram “ Piramidon ” verilecektir.
d – “ Kinin ” tedavisi yapılabilecektir.
e – Gerektiğinde hafif “ müsekkin ” ilaçlar verilecektir.
Atatürk’ün muayene ve tedavisi için dört kez Türkiye’ye gelen Fransız Prof. Dr. Fissenger’in yorumu göz ardı edilmemelidir : “ Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Benim, Fas, Tunus ve Cezayir’den gelen bir çok müslüman hastalarım var ki, ömürlerinde ağızlarına herhangi ispirtolu bir içki koymamışlardır. Dolayısıyla hastalığın daha başka ve önemli sebepleri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında özellikle dengesiz beslenme tarzı ve devamlı kabızlık gibi sebepler başlı başına yer tutmaktadırlar.”
Fransa’dan çağrılan Prof. Dr. Fissenger ( 28 Mart 1938 ) Ataürk’ü muayene eder ve tanının karaciğer sirozu olduğunu saptar. Aynı zamanda karnında bir miktar su biriktiğini, karaciğerinin büyüdüğünü ve alt kaburgayı 4 parmak aştığını belirtir.
Prof. Dr. Utkan Kocatürk, “ Kaynakçalı Atatürk Günlüğü ” nün son baskısında, 08 Eylül 1938 tarihinde Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger tarafından düzenlenmiş bir raporu gündeme getirmiştir. Bu rapor Atatürk’e 07 Eylül 1938 günü yapılan karın ponksiyonundan bir gün sonraki muayene bulgularına dayanılarak düzenlenmiştir. Raporun en çarpıcı bölümü şöyledir : …..bu vakada “ laennec ” tipinde bir skleröz hepatit ( alkole bağlı siroz ) söz konusu olamaz. Fakat söz konusu olan “ Hanot ve Gilbert ” tipinde bir hipertrofi ( biliyer siroz ) şeklidir. Prof. Dr. Fiessinger ‘in rapora koyduğu not tanının belirlenmesi açısından çok anlamlıdır. “ Teşhis Mart ayında ( 28 Mart !938 ) formüle edilen teşhistir : Hepatite Sclereuse Hypertrophque, Typ Hanot et Gilbert ( anlamı: safra yollarındaki kronik tıkanma sonucu gelişen siroz = biliyer siroz ).
Özetle, 08 Eylül 1938 günü yapılan muayene sonucunda; Prof. Dr. Fiessinger’in gündeme getirdiği, Atatürk’ün karaciğerinin küçülmediği, Mart ayında yapılan muayenede saptanan büyüklüğü koruduğu ve üzerinin pürtüksüz oluşu, raporu hazırlayan diğer doktorları da hipertrofik siroz ( biliyer siroz ) tanısını kabule yönelttiği anlaşılmaktadır.
Alkol kullanımına bağlı olarak meydana gelen sirozda karaciğer küçülmektedir. Oysa diğer nedenlerle oluşan sirozda ise karaciğer büyümekte ve büyüklüğü son güne kadar devam etmektedir. Bu bilimsel doğru tek başına, Atatürk’te oluşan sirozun alkole bağlı olmadığı ve başka bir nedenle meydana geldiğini gösteren önemli ve vazgeçilemez bir tespittir. Zira Atatürk’ün ilk muayene raporunda karaciğerin büyüdüğü, 08 Eylül 1938 tarihli raporda ve son raporlarında karaciğerdeki büyüklüğün devam ettiği vurgulanmıştır.
28 Mart 1938 tarihinde karında bir miktar olarak saptanan su birikiminin 6 ay gibi kısa sürede 2 kez ponksiyon gerektirecek düzeye ulaşması da göz ardı edilmemelidir.
Derlememin bu bölümünde karaciğer sirozu tanısına neden olan çeşitli etkenler ve hastalıklarla ilgili bilinen doğruları hatırlatma amacıyla sunmak istiyorum.
Sıtma’ da düzenli aralıklarla başlayan ve genellikle titreme – ateş – terleme evrelerinden geçen nöbetler tipiktir. Sıtma’ nın en tipik belirtisi nöbetler süresince üşüme ve ateş basmasının birbirini izlemesidir. Nöbetler süresince bir – iki saat süren üşüme ve titreme evresinin ardından hızla 40 c derece – 41 c derece’ ye kadar yükselen ateş olur. Ateş 3 – 4 saat sonra terlemeyle düşer. Hastalarda kansızlık, dalak ve karaciğer büyümesi , aşırı kilo kaybı olur.
Siroz çeşitli hastalıkların sonucunda oluşabildiği için klinik tablolarda farklılıklar vardır. Bazı durumlarda tanı biyopsiyle bile kesinleştirilemez.
Alkol’ e bağlı oluşan sirozda ( laennec sirozu ) ; halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, hafif kilo kaybı, ayaklarda şişme, dalak büyümesi, deride küçük kanama odaklarının oluşması, sarılık, kaslarda atrofi, batında asit sıvısına bağlı şişme ve gerginleşme en sık rastlanan bulgulardır. Alkol’e bağlı sirozda karaciğer önce büyür,hastalığın son evresinde ise küçülür, yüzeyi ince pürtüklü yapıdadır.
Kardiyak siroz seyrek rastlanan bir sirozdur. Sağ kalp yetmezliği, konstriktiv perikardit ve sağ kalpteki kapak bozuklukları sonucu meydana gelir. Kardiyak sirozda karaciğer büyür. Belirgin özelliği; hem karaciğer sirozuna, hem de neden olan kalp hastalığına ait belirtilerin ve bulguların birlikte görülmesidir. Tedavide öncelik neden olan kalp hastalığının tedavisidir.
Postnekrotik siroz en sık rastlanan siroz tipidir. Karaciğer sirozuna geçirilmiş bir viral hepatitin neden olduğu kesin gibidir. Bu olgularda karaciğerin muayenesinde küçüldüğü ve yüzeyinin düzgün olmadığı görülür.
Bilier Siroz : karaciğer içindeki safra yollarında ve safra salgılanmasında bozukluklar sonucu oluşur. Primer ve ikincil olmak üzere iki tür bilier siroz vardır. Primer bilier sirozun nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Otoimmün hastalık olabileceği görüşü güçlüdür.
İkincil bilier siroz ; karaciğer dışındaki safra yollarının tam ya da kısmi tıkanmaları sonucu zamanla ortaya çıkar. Bu tıkanma ; safra yollarındaki bir nedbe dokusundan, safra yolları taşından ya da safra yolları çevresindeki dokulardan kaynaklanan bir tümörün baskısıyla oluşabilir. Hastalığın ilk belirtisi genellikle inatçı kaşıntılardır. Daha sonra sarılık ortaya çıkar. Karaciğer başlangıçta da büyüktür, son evrede de büyüklüğü devam eder. Bilier siroz olgularında tedavi yüz güldürücü değildir ve belirtilere yönelik uygulamalar yapılır. Özellikle çeşitli medikal tedavi uygulamaları ile kaşıntıları önlemek amaçlanır.
Atatürk’ün öldürülme olasılığını gündeme getiren ve bu konuda bazı doktorları suçlu bulan araştırmacılara, o günlerdeki tıp biliminin tanı ve tedavi yöntemlerindeki yetersizliğinin boyutunu unutmamaları gerektiğini hatırlatmak isterim. Tıbbın tanıda ve tedavide çok yetersiz olduğu o günleri, bu gün ulaşılan bilim düzeyindeki ileri teknoloji ile değerlendirip, günümüzden o günlere bakarak yorum yapmak, hem çok acımasız, hem de çok yanlış bir yaklaşımdır ve kesinlikle etik değildir.
Tüm inceleme ve değerlendirmelerimden sonra oluşan görüşümü satır başlarıyla şu şekilde özetleyebilirim :
1 – Atatürk’ün ölüm nedeni kesinlikle, alkole bağlı oluşan karaciğer sirozu değildir.
2 – 19 yıl önce geçirdiği sıtma hastalığını ve kullanılan bazı ilaçları böylesine hızlı gelişen bir hastalığın sebebi olarak göstermek çok inandırıcı gelmiyor.
3 – Ölüm nedeni olarak ; başlangıcına, ilerleyişine, klinik gidişine ve sonlanışına en çok uyduğunu düşündüğüm ikincil bilier siroz hastalığını gündeme getirmenin doğru yaklaşım olduğu kanısındayım. Çünkü ; hastalık sürecinde en çok rahatsızlık veren ilk belirti inatçı kaşıntılardır ve bu nedenle yapılan muayenede ilk kez siroz tanısı konmuştur, sıtma hastalığında gözlenen 3 – 4 saat süren 40 c – 41 c ‘ dereceye ulaşan ateş yükselmesiyle özellenen nöbetler gözlenmemiş ve rapor edilmemiştir. Yapılan muayenelerde karaciğer başlangıçta da büyüktür, son dönemde de büyüklüğü devam etmiştir.
Tartışılan ve belki yıllarca da tartışılacak olan Atatürk’ün ölüm nedenini sizlere olabildiğince bilimsel ve tarafsız sunmaya çalıştım. Derlememi çok kesin ve net bir yorumla sonlandıracağım.
Göz ardı edilemez bir gerçeği gündeminize yeniden getirmek istiyorum. Hastalığının ciddiyetini koruduğu günlerde Atatürk, dış basında sağlığı ve geleceği ile ilgili gündeme getirilen haberlerden rahatsızlık duyuyordu. Dünyaya yaşadığını ve ülkesinin gücünü göstermeli, milletine verdiği sözü yerine getirmeli ve özellikle Hatay’ı geri almalıydı.
19 Mayıs 1938 günü Ankara Stadyumu’nda son defa Ankara’ lıların karşısına çıktı, aynı gün törenden sonra Mersin’e gitti, daha sonra Adana’ya geçti. Adana’da askeri geçit töreni gerçekleşti ve ordunun başında olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Tüm bunlardan sonra dış basındaki hasta olduğu ve öleceğine ilişkin haberler kesildi. Fransız’lar, Hatay konusunda tüm koşulları kabul ettiler. Hatay sorunu çözüldü ve Türk Ordusu 1938 yılı Temmuz ayı başlarında Hatay’a girdi.
Ülkesi için büyük fedakarlıklar yapmış, Türkiye çok şey kazanmış, ancak Atatürk sağlığından çok şey kaybetmiş, ülkesinin çıkarları uğruna kendisini ve sağlığını feda etmişti. Ülkesi kazanmış kendisi kaybetmişti. Gerçek lider; hizmet verdiği, kendini adadığı toplum için kişisel çıkarlarını hiç gündemine getirmeyen, tüm varlığını ve çabasını ülkesinin çıkarları uğruna gözünü kırpmadan feda eden kişidir. Kanımca; liderliğin ve özellikle dünya lideri olabilmenin olmazsa olmaz şartları Atatürk için geçerli olan ve tüm dünyanın kabul ettiği bu niteliklerdir.
Atatürk’ün ölüm nedeni için ; yorumlar yapılabilir, araştırmacılar kendi değerlendirmelerine göre gerekçelerini gündeme getirebilirler, ancak lider kişiliği, dünya lideri niteliği ve bir ülkenin geleceği için kendi sağlığını hiçe sayarak yaptıkları tartışılamayacak kadar açıktır, kesindir ve nettir.
Saygılarımla…
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
- Atatürk’ün hastalığı, son günleri ve ölümü hakkında Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’in notları, Prof. Dr. Utkan Kocatürk.
- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 2, cilt : 1, Mart 1985.
- Atatürk’ün vefatından önceki son günleri, Furkan Talay, 11 Kasım 2013.
- Güncel Gastroenteroloji Dergisi, Ekim 1997, sayı 277.
- Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün sağlığı, hastalıkları ve ölümü, İzmir Güven Kitapevi, 2005.
- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 67 – 68 – 69, cilt : xxııı, Mart – Temmuz – Kasım 2007.
- Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Prof. Dr. Utkan Kocatürk ( son baskı ).
- Sarı zeybek, Can Dündar, Milliyet gazetesi, 1994.
- Ansiklopedi 2000, Hürriyet gazetesi, 1990.
- Tesud Birlik Dergisi, Dr. Aytekin Ertuğrul, sayı 119.
- tekadamdevrimi. com
- cihatsirin.blogcu.com
- arama.hurriyet.com.tr
- tekadamdevrimi/tad
E.Tuğamiral / DR.Vehbi ALPMAN Kimdir?
1946 yılı Kasım ayında Trabzon’da doğdu. İlkokulu Bolu, Ortaokul ve liseyi Bursa’da okudu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1970 yılında mezun oldu.
GATA Ankara’da bir yıl ‘İntörn Doktor’ olarak çalıştı. Donanma Komutanlığı Mayın Filosu ve Hücumbot Filosu gemilerinde deniz görevini tamamladı. Bartın Ana Üs Komutanlığı, 30 yataklı İaşeli Revir Baştabibi olarak çalıştı. Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Tıp Fakültesi Nöroloji ad’da uzmanlık eğitiminin ardından Gölcük Deniz Hastanesi’nde nöroloji uzmanı ve başhekim yardımcısı, Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde Başhekim Yardımcısı ve Baş Hekim olarak görev yaptı. 1997 yılında Tuğamiralliğe terfi etti. 2005 Yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra Taksim Alman Hastanesi Başhekimi ve Çamlıca Alman Hastanesi Kurucu Başhekimi olarak çalıştı.
2009 yılında İstanbul Yeni yüzyıl Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakültesi’nin kuruluşunu gerçekleştirdi. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Genel Sekreteri olarak görev yaptı. İYYÜ Tıp Fakültesi ile Gaziosmanpaşa Hastanesi’nin afiliasyonu’nu gerçekleştirdi. İYYÜ Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Öğretim Üyesi olarak çalıştı. 2021 yılı Nisan ayında üniversitedeki görevlerinden istifa etti.