2003 yapımı bir dizi.
Oyuncular: Şevket Çoruh (Sultan), Başak Köklükaya (Asiye), Uğur Polat (Arif), Ayşen Gruda (Dursun)
Tuba Büyüküstün’ün (Nesrin) adı oyuncular listesinde var. Ancak Jenerikte yok. İzlediğim bölümlerde de yok. Belki yine önemsiz bir rolü vardır. Malüm yıl 2003, henüz pek popüler değil.
Zaman akıp gidiyor. Çağımızın gelişimine ayak uydurmakta zorlanıyoruz. Çoğu gelişmeleri kabullenemiyoruz. Birçok olumlu özellikler, ilişkiler eriyor kaybolup gidiyor. Buna isyan etmemek mümkün mü? İlk defa Avrupa’da, köylerin, köylülerin yok olup gittiğini, özelliklerini kaybederek kentin ve o ilişkilerin parçası haline geldiğini gördüm. Tabii bizde de gelişme bu yönde, ama mahallenin yok oluşuna yeni tanıklık ettik ediyoruz.
Bu yüzden mahalle dizileri, filmler hep ilgi uyandırır bende. İzleyemesem de yapanlara hayranlık duyarım. O ilişkileri canlı tutmayı, yaşatmayı önemserim. Bunu direnmenin bir parçası olarak görürüm. Bu “gericilik” değildir. Bu hayatı paylaşma, dayanışma kültürünün ayakta tutulmasının gereğidir. Ken, bu özelliklerini koruyarak da çağa ayak uydurabilir. İnsanları beton yığınlara hapsederek, ilişkilerini kopararak değil.
Yedi Tepe İstanbul dizisinden, bu özellikleri yansıtan izlenim edinmiştim. Ne yazık ki çok izleyemedim. O yıllarda çok daha önemli işlerimiz vardı. Zamanla yarışıyor, sağa sola koşturuyorduk. Televizyona vakit ayırmak, izlemek biraz lükstü bizim için. Toplantıdan toplantıya, halkla bütünleşmeye, gazeteye, dergiye yetişmeye nefesimiz kesilene kadar de koşmaya devam ettiğimiz günlerdi.
Sulatan Makamı da iddialı bir dizi. Senaristi de Yedi Tepe İstanbul’un senaryosunu yazan Ali Ulvi Hünkar.
Ancak izledikçe biraz yavan kaçmış gibi görünüyor. Güçlü bir kadrosu var. Çoğunluğu tiyatro kökenli. Ancak platonik aşk ilişkilerinin yanında, mahalleye yakıştırılan at yarışı sevdası, diziyi gerçeklikten ve özlem duyduğumuz ilişkiler yumağından koparmış gibi görünüyor. Mutlaka övülmesi gereken bir özellik arayacaksak bunu sadeliğinde bulabiliriz. Balat’ta çekilmiş olması da olumlu bir özellik olarak duruyor. Bir de starsız bir dizi. Esas oğlan, esas kız vurgusu abartılacak düzeyde değil. Bütün oyuncular önemli. Eniştemiz Hikmet Karagöz, (gerçekten öyle, her yaz hararetle beklediğimiz, köyümüzde geniş aile mutluluğu yaşadığımız sevgili Memnune Halamın kızı, ailemizin sevimli Mücüşü (Mücella Özserezli) ile evliliği var) Bekçi rolünde her rolde olduğu gibi başarılı. Ancak ona da gündüzleri bile bekçilik yaptırılıyor, üstelik resmi kıyafetle bu garip kaçmış.
Müziklerine Kazım Koyuncunun elinin değdiğini görmek beni heyecanlandırmıştı. Ama o alanda da yeterli tat bulamadığımı itiraf etmeliyim.
Belki Şevket Çoruh’a kulak vermemiz gerekir. O nede olsa olayın içinde, bizim göremediğimizi görmüş ve “risk alıp hayata dokunduk ve kazandık” cümlesini bu bilinçle kurmuştur.
26 bölüm çekilen dizi, senaristin devam etmek istememesi üzerine sonlandırılmış. Dilerim bu beni haklı çıkaracak bir olgu değildir.