Baştan söyleyeyim; herkes kabul etse de ben asla kabul etmem…
Çünkü az çok konu hakkında okumuşluğum, birçok belge karıştırmışlığım var. Tarihçi değilim, lakin şu kadarını söyleyebilirim; Rusların ve Fransızların eğitip-donattığı, İngiliz ve ABD’nin kışkırttığı Ermeni çeteleri fırsatını bulunca masum halka saldırdı.
Osmanlı devleti de mecburen ‘tehcir’ önlemi aldı.
Ne yapsaydı?
Ermeni çetelerinin vatandaşını boğazlamasına seyirci mi kalsaydı? Hiçbir ülke buna izin vermezdi, Osmanlı devleti de bu vahşete göz yummadı.
1914-1919 arası çok vahim olayların yaşandığı su götürmez gerçektir. Karşılıklı kırımlar oldu. Ermeniler de Türkler de büyük acılar çekti, derin travmalar yaşadı.
Fakat aradan geçen yüzyıla rağmen bu acılar üzerinde emperyal güçlerin halen tepindiğini görmek hem Türklere hem de Ermenilere ibret olmalı, ateşe tekrar benzin dökmek isteyenlere asla izin vermemeli.
Ermeni tarafı da Türk tarafı da ikincil devletlere uzak durmalı, kurdukları tuzaklara, çevirdikleri dolaplara karşı uyanık olmalı.
Son “soykırım” açıklaması da ABD başkanı J.Biden’den geldi.
Bunların dertleri; Ermenilerin karakaşı-karagözü değil, kendi çıkarları.
Artık bu işi çözmeli, kendi göbeğimizi kesmeliyiz. Zaten aynı coğrafyada yaşayan iki komşu ülkenin ilelebet düşman kalmaları akla abes, gerçeklere terstir.
Dahası sürdürülebilir değildir.
Öyleyse neler yapılabilir, biraz kafa yormalı…
Benim çıkış noktam “yurtta barış, dünya da barış” ilkesine dayanıyor. Nasıl ki Atatürk, can düşmanı Yunanistan’ın da arasında olduğu batı komşularıyla imzaladığı ‘Balkan Antantı’ ve doğu komşularıyla imzaladığı ‘Sadabat Paktı’ sayesinde bölgesini huzur ve güvene kavuşturmuşsa, benzerini tekrar yapmalıyız.
Fakat bunu başaracak siyasi irade ne yazık ki bizde yok!
Son 20 yılda izlenen ‘Osmanlı özentisi’ dış politika hevesleri, nihayetinde “değerli yalnızlık” kulvarında seyahate dönüştü; uzun ince bir yolda tek başımız kalıverdik!..
Mahalledeki komşulara posta koymayla başladı her şey! Heyt, hayt, huyt, eyyy naraları sonrasında birkaç kafakol ve peşrev denemesi fos çıkınca, tüm bunların bir orta oyunu olduğunu anlayan ‘dıj güçlerin’ blöfümüzü görmesiyle ters istikamette olay yerinden uzaklaşırken, kurbağalama stilinde bata-çıka ‘değerli yalnızlığa’ eriştik.
Şimdi sadece komşularla değil, neredeyse tüm dünyayla kavgalı sayılırız.
Bu ‘yalnızlaşmayı’ gören batının şımarık çocuğu Yunanistan bile “düello naraları” çekiyor bize.
Şimdilik, tam fiyaskonun ortasındayız!
Ermeni soykırımı iddiası başlangıç gibi, daha beterleri sırada bekliyor sanki…
Duruma göre adım atacaklar. Fırsatını bulduklarında tekrar ‘hasta adam’ ilan edeceklerinden ve Sevr’i dayatacaklarından şüpheniz olmasın!
Tüm bu planları boşa çıkartmak elbette mümkün.
Yüzümüzü ve beynimizi ‘Atatürk Felsefesi’ne çevirirsek, labirentten çıkabiliriz.
Bu bağlamda;
- Komşu ülkelerle iyi ve güvenli ilişkileri yeniden kurmalı,
- Ortadoğu bataklığından uzak durmalı,
- Arap ülkeleri arasında tarafsız kalmalı,
- Mısır, Suriye ve İsrail ile doğrudan sıcak ilişki başlatmalı,
- Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olmalı,
- Güney sınırımızdaki Rusya ve ABD varlığına itiraz etmeli,
- Müslüman Kardeşler başta olmak üzere tüm siyasal İslamcı örgütlerden uzak durmalı,
- PKK, PYD-YPG, Işid, El-Kaide, El-Nusra, Hizbullah vb terör gruplarıyla etkin mücadele edilmelidir.
Ve Ermenistan…
Karabağ’daki işgalin sona ermesiyle birlikte bizim açımızdan en önemli problem ortadan kalkmış oldu. Dolaysıyla Erivan yönetimiyle diplomatik ilişki yolları açılabilir.
Zaten aklıselim Ermeniler, Türkiye-Azerbaycan arasına sıkışmış bir ülkenin “ezeli Türk düşmanlığı” politikasını daha fazla yürütmesinin imkânsız olduğunu, emperyalist ülkelerin ve diasporanın rehberliğinde çözümün zorlaştığını çok iyi görüyorlar. Şunun da farkındalar; her konuda açık ara geri kalmış bir Ermenistan’ın ‘komşularıyla düşmanlık politikasında’ ısrar etmesinin akıl dışı olduğunu artık biliyorlar.
Bize gelince…
Küçük adımlar atabiliriz. Mesela sosyo-ekonomik geri kalmışlık batağına saplanmış Ermenistan’a sınır kapılarımızı açarak samimiyetimizi ve güvenirliğimizi gösterebiliriz.
Onları ‘uçuk’ hayalleri konusunda ikna edebilir, ‘olmaz rüyalardan’ uyandırabiliriz.
Kazan-kazan politikasının tek çıkar yol olduğunu anlatabiliriz.
Doğudaki komşularımızla ‘yurtta barış-dünya da barış’ ilkesi gereğince; Rusya, İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile bir araya gelip ‘Kafkas İşbirliği ve Güvenliği Örgütü’nü kurabiliriz.
Biliyorum ki; çok zor bir iş…
Başta ABD ve AB’nin asla kabul etmeyeceği, hemen baltalamaya çalışacağı kesindir.
Lakin kurtlar sofrasında barışı egemen kılmak öyle kolay değildir.
Dolaysıyla zorlukların üstesinden gelmek şart.
Hırant Dink’in; “Türklerin ve Ermenilerin diyalogu dışında bir çözüm yok. Dünyanın ‘soykırımı tanıması’ benim için 5 para etmez. Her iki halk da empati yaparak birbirlerini anlamalı” sözleri çıkış noktasını gösteriyor.
Devlet olarak Hrant’ı koruyamadık, fetöcü katillerin eline teslim ettik!
Yaşasaydı, bu emperyalist havlamalara ‘hoşt’ der, barış için çalışırdı…
NOT: Fakirlik nedeniyle yasa dışı şekilde İstanbul’da kaçak olarak çalışan yaklaşık 100 bin Ermenistan vatandaşıyla uzun yıllardır huzur içinde yaşıyorsak, 3 milyonluk yoksul komşu bir ülkeyi neden ‘tehdit’ olarak kabul edip emperyalist devletlerin ‘kullanışlı enstrümanı” yapalım ki? Asıl büyük tehdidin, Ermenistan’ı başka devletlerin kucağına itmekle ortaya çıktığı görülmüyor mu? Bu soruların akılcı ve gerçekçi cevabı, bize izlememiz gereken rotayı gösterecektir. Unutmayalım ki, Nahçıvan üzerinden Azerbaycan’a açılacak bir koridor çok şeyi değiştirecektir. Bunun yolu da barış ve uzlaşı ikliminden geçiyor.