Ahmet Özer/Şair Eğitimci
-Yazımın hazırlanmasında, “Bedri Rahmi Eyuboğlu”
adlı yapıtından yararlandığım Turan Erol’a saygılarımla-
“On Parmağında On Çeşme Nur”
Bedri Rahmi üzerine epeyce yazı yazdım.
Değerli sanatçımızın üzerine yazı yazmamızı gerektiren türlü nedenler vardı.
Öncelikle iyi bir şairdi Bedri Rahmi.
Ressamdı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin seçkin akademisyenlerindendi.
Yazardı.
Ülkesinin taşını toprağını, insanını, hayvanını, özetle doğasını büyük bir aşkla yazandı. Her yazısında bir sevginin, bir aşkın, bir coşkunun sonsuz güzelliğini bulabilirsiniz.
Dünyanın kalkınmış ülkelerini de gezdi, kuş uçmaz kervan geçmez yörelerimizi de.
Verimli insandan yana oldu. Ülkenin güzelleşmesi uğruna, sanatının etki gücünü en uç noktaya değin taşıdı.
Dostlar sofrasında ülkesinin geleceğini düşündü. Mavi Yolculuk’larda Anadolu uygarlığının sonsuz erdemini.
Yurtiçinde ve yurtdışında resim sergileri açtı; seramik, duvar resimleri, panolar onun kendine özgü sanatçılığının önemli bir göstergesidir.
Bedri Rahmi, sağlığında önemsendiği gibi, ölümü sonrasında da emeği göz ardı edilmeyen sanatçılar arasında yerini aldı.
Sanat dünyasındaki saygınlığı kadar öğrencileri arasında da büyük bir sevgi halesi yarattı.
Özetle sevdi, sevildi, takdir edildi, alkışlandı.
45 yıldır aramızda olmamasına karşın, ona olan sevgimiz bir an olsun eksilmedi. Ölümünden yıllar sonra da olsa yapıtları basılıyor, okuru çoğalıyor, resimleri, el yazmaları birçok kişinin gönlünü ısıtıyor, ışıtıyor.
“Hüzün geldi başköşeye kuruldu”
Yerelle ulusalı, evrensel ölçüde harmanlayarak biçimleyen; doğduğu coğrafyayla beslediği şiirini modern şiirin verileriyle donatıp kendine özgü motiflerle bezeyen Bedri Rahmi’yi, 21 Eylül 1975 günü sonsuzluğa uğurlamıştık.
Ölümünün 25. yıldönümünde yazdığım bir yazıda (Kıyı, S.174, Eylül 2000) şunları vurgulamıştım:
“Bedri Rahmi Eyuboğlu öldüğünde bir dağ köyünde öğretmendim; pille çalışan bir radyo ve yayımlandığı günden bir gün sonra elime ulaşan Cumhuriyet gazetesinden başka bir aracım yoktu dünya ile bağımı kuran…
Beklenen acı gerçek, bir ışık hızında ulaşmıştı, ulaşacağı yere.
‘Hüzün geldi başköşeye kuruldu’ o gün.
Bir güzel insan, son nefesini vermişti: Bedri Rahmi artık yapıtlarıyla yaşayacaktı.
Oysa o ve onun gibilerin yaşadıkları bir dünyada olmak, onların dışında kim bilir kaç insanın mutluluğuydu. Sabahattin Eyuboğlu’yla, Halikarnas Balıkçısı’yla, Azra Erhat’la, Ruhi Su ile ayni gökyüzünü solumak bir erdemdi.
Bedri Rahmi yine de bir başkaydı: şiirleriyle, denemeleriyle resimleriyle sanat dünyamızı ışıtan bu güzelim sanat adamıyla, her şeyden önce ayni güzelliğin pınarlarından su içmiştik. Bu durum ona olan sevgimizin sınırlarını genişletmeye yetiyordu.
Bedri Rahmi doğduğu topraktan çıkıp gittikten sonra geriye pek bakmadığı için eleştirilmiştir. Oysa bedeni uzaklarda olsa da bütün kişiliği ve sanatıyla o doğduğu toprağın insanlarını yüreğinde gezdirdi.
Madalyonun arka yüzüne bakıp sorabiliriz:
Bu güzelim sanat adamını doğduğu toprakta görev yapan üst düzey yöneticileri akıllarına getirip onu, bir kez olsun doğduğu yöreye davet etmişler midir?”
İşin gerçeği, Bedri Rahmi bu konuda ilerde kendisi için söz edeceklere yanıtını vermişti:
– Biz Anadolu çocukları, Trabzonlular, Erzurumlular, Sivaslılar; Adanalılar… Bütün illerimizin okuma yazma, yükseköğretim basamaklarına tırmanma fırsatı bulan aydın çocukları! Bizler memleketimizden bir çıktık mı bir daha ya kısmet, eğer devlet baba bizi doğduğumuz yerlere, kaymakam, savcı, doktor, vali; mebus olarak yollamasa yok mu; doğup büyüdüğümüz toprakları arayıp sormak hak getire!
Diyeceğim şu ki dostlar, bizler memleketten bir çıktık mı pir çıkıyoruz. Peki, memleketin aydın çocukları birbiri arkasından İstanbul’a Ankara’ya yerleşirse o güzel yapıları kim kuracak? Trabzon’un Maçka ilçesinde doğmuş aydın, Maçka’ya ömrü billah uğramazsa piyanoyu Maçka’ya kim götürecek? Kim çalacak, kim oynayacak?”
(Tezek, Bedri Rahmi Eyuboğlu Bütün Eserleri: 4, Bilgi Yayınevi, İkinci Basım, Ankara Mart 1987, s.94)
Ölüm, kimileri için yok olma anlamı taşımıyor. Mehmet Eyuboğlu, babası Bedri Rahmi’den kalan yazınsal ürünlere el emeği, göz nuru katarak, onları büyük bir imeceyle şimdilik 10 ciltte topladı. Bedri Rahmi’nin insan sabrını zorlayan emeği ışıldamasını sürdürüyor bu yapıtlarda. Sözü; bu ürünleri, babasını sevenlere bin bir güzellikle sunan Mehmet Eyuboğlu’na bakalım:
“Tadına doyamadığım, tam erişmişken kaybettiğim babamı geri getiren yazılar bunlar. Yazılarında da şiir ve resimlerindeki coşkuyu ‘çil çil’ sevinci buldum. Paramparça değil, gürül gürül tutuştu yüreciğim. Milyarlarca elma ağacı çiçek açtı… Bedros ağacının bir dalına kondum.”
(Körolası, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Bütün Eserleri: 10 Bilgi Yayınevi, Ankara Temmuz 1997, Baskıya Hazırlayan: Mehmet Eyuboğlu, Önsöz, Mehmet Eyuboğlu, s.8)
Trabzon Deyince
Burada, onun tümüne yakın dizelerini ezbere bildiğimiz “Trabzon Deyince” şiirine yer vermek iyi olur diye düşünüyorum:
Trabzon deyince aklıma bir salkım kareymiş gelir
Bahçeler dolusu zindan yeşili
İçin için kandil kandil ballanır
Kandiller içinde bir kandil yanar
Bir kız deli gibi koşmaya başlar
Yanaklarında amoftaların alı
Dudaklarında karayemişlerin moru
Göğsünde… elinin körü
Trabzon deyince aklıma Soğuksu gelir
Soğuksu deyince bir dizi kareymiş ağacı
Kareymişlerin altında biri kız biri oğlan iki çocuk
Ne çocuğu iki belâ iki hışım
Nefesim kesilinceye kadar kovalamışım
Düştüm düşmesine 45’ten 30’u
15 yaşındayım
Trabzon deyince aklıma kemerkaya gelir
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Bir sarışın şimşektir çakar kamaşır gözlerim
Bir saniye bile sürmez olup biten
Ama kaya yarılmıştır çoktan derinlemesine
Orta yerinden
Bir suret
Bir çırılçıplak aydınlık
Ölesiye saplanıp kalmıştır artık
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Doya doya bakmaz Mernuş utanır
Şimdi durmuş kötü kötü düşünür
Tam otuz bir sene geçmiş aradan
Bir ses gelir çın çın öten kayadan
Yaptığın işlerden utanma
Yapmadıklarından utan
Tam otuz bir sene geçmiş aradan
Bir kız çırılçıplak atlar kayadan
Sen bir bahçıvan ol ben bir gül olam
Uzat ak ellerin der beni beni
Uzat ak ellerin gel dile diye
Bir ses gelir cehennemin dibinden
Geçti Bor’un pazarı
Sür eşeği Niğde’ye.
Trabzon deyince aklıma Faroz gelir
Kara kara kazanlar hatırlarım dizi dizi
Kurşun gibi ağır bir balık yağı kokusu
Kırar kolunuzu kanadınızı
Hantal bir bulut güç belâ havalanır
Bulutun içinde yüzlerce yunus ağır ağır
Yarım kalmış bir deniz türküsünü
Deniz dibi yeşilini katran morunu
Gök mavisine katmaktadır
Sonra ağır başlı zinosların bembeyaz uğultusu
Dünyanın bütün denizleri de yetim yapayalnız
Dünyanın her yerinde beyaz, sessiz, sevimli
Martıya zinos derdik değil mi?
Ünlü ressamımız, gazeteci, yazar Fikret Otyam’dan; hocası Bedri Rahmi’yi birkaç cümleyle değerlendirmesini istediğimde, sevgili Otyam, Gazipaşa’dan 2 Ağustos 2000 tarihli şu notu göndermişti:
“Bedri Rahmi, bizim salt öğreticimiz yani ‘hoca’mız değildi. Ağabeyimizdi, arkadaşımızdı, neşemizdi, dert ortağımızdı, türküsüne eşlik ettiğimizdi, lokmasını ‘dem’ini de bizimle bölüşendi. Börtüyü, böcüyü, kuşu, ağacı, gökyüzünü, dağları, ovaları, denizleri, ırmakları sevdirenimizdi. Yaşama kıvancımızdı; zaman zaman cep harçlığımızı kazandırandı… Yeryüzünde sevilen ne varsa salt resim değil onları öğretendi.
Velhasıl ‘Bedri Hoca’ adam gibi sevilesi, eli öpülesi bir adamdı bu can için.
Kabri hep ışıklı ola.”
Yerelden Evrensele Bir Sevdalı Yürek
Bu sevginin ışığında özgeçmişinin kimi istasyonlarında gezinelim dedik
Baba Maçkalı Eyuboğlu ailesinden Mehmet Rahmi Bey, anne Pulathaneli (Akçaabat) Serdaroğullarından Lütfiye hanım. Çocuklar: Sabahattin, Bedri Rahmi, Nezahat, Mualla, Mustafa.
Bedri Rahmi, ilerde Trabzon milletvekili olacak babasının Görele kaymakamlığı sırasında doğar. Adını Ali Bedrettin koyarlar, ailenin bu ikinci erkek çocuğuna. Görele, Havza, Aziziye (bugünkü Pınarbaşı), Kütahya, Artvin ilkokul döneminde uğranılan yerler olur.
Trabzon Günleri
Tezek kitabında yer alan “Mektep ve Memleket” yazısında (s.108-109) şunları yazar:
“Sabık Trabzon Sultanisinin meşhur kampanası çalıyor. Derse girmek lazım. Kendimi zorluyorum. Hayır 45 dakika süren dersin her saniyesi durup dinlenmeden yalan söylemek oluyor. Hiçbir şey anlamadan hocanın gözünün içine bakmak ve lisanı hal ile,
-Sizi dinliyorum. Sizi anlıyorum. Bu söyledikleriniz çok hoşuma gidiyor, demek! Hayır, bu yalanı tam şu kadar senedir söylüyorum; canıma tak dedi. Derse gelmeyeceğim.
Koridorlar boşanıyor. Kendimi müthiş bir yalnızlık içerisinde buluyorum. Bu yalnızlığın tadını çıkarmak şöyle dursun bütün ıstırabını duyuyorum. Bütün bir ailenin itimatını çalıyorum hissi boğazıma sarılıyor. Fakat artık iş işten geçmiştir. Koridorlarda dolaşmak bir suçtur. Kaçmak lazım…”
“ Tam on beş senedir Trabzon’u görmedim. Ara sıra mektep hatıralarının acı ve buruk damgasını yememiş köşelerinden Soğuksu sırtlarından, Zefanos’tan, Kireçhane tepelerinden, Zanoy’dan, Polathane ve Maçka taraflarından nefis sıla kokuları geliyor. Bu güzel memleket havasına doğru havalanmak istiyorum. Fakat derhal azap ve sıkıntı dolu ders saatleri bomboş, kaskatı mektep kaçağı saatleri yolumu ve hızımı kesiyor.
Diri diri gömülmüş saatlerin, ayların hatta yılların iniltisini duyar gibi oluyorum. Memleket dağlarının cömert daveti sendeleyip uzaklaşıyor. Bereketli karayemiş ağaçları, dalları yerlere kadar eğilmiş amas erikleri, Zanoy’un billûr çamları ve çam kokulu çeşmeleri Zefanos’un çılgın vişneleri, Faroz’un zinosları hepsi hepsi bana hak veriyorlar.”
Bedri Rahmi, Trabzon Lisesi’nde sıkıntılı günler yaşarken ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu, aynı okulu bitirdikten sonra öğrenim için gittiği Fransa’da, Dijon’dadır. Baba Mehmet Rahmi Bey, Bedri Rahmi’nin yükseköğrenimini hukuk alanında yapmasını istemektedir.
O günlerde beklenmedik bir gelişme olur.
Almanya’da resim öğrenimi gören ressam Zeki Kocamemi Trabzon Lisesi’ne atanır. Bir öğretmenin sanat alanındaki emeği Bedri Rahmi’nin yeteneği öne çıkarır. Kocamemi’nin kısa bir süre sonra istifa ederek Trabzon’dan ayrılması, Bedri Rahmi’yi yeniden sıkıntının içine atar.
Burada iki noktaya değinmek yararlı olur:
Özgeçmişi üzerine verilen bilgilerde iki yanlış sürekli öne çıkar. Birincisi ortaöğrenim durumudur. Hatta Bilgi Yayınevi’nde basılan kitaplarının arkasında yer alan özgeçmişinde onun Trabzon’da liseyi bitirdiği vurgulanır. Oysa o Trabzon Lisesi’ni bitirmeden Trabzon’dan ayrılarak Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiştir.
İkincisi okul müdüründen gördüğü ilgiyle Akademi’ye gittiği vurgulanır. Oysaki Bedri Rahmi, Trabzon Lisesi’nin ‘altın yılları’nın müdürü Şerif Bey için şu yorumu yapar: “İnsan olarak belki dünyanın en iyi insanı, ama hoca olarak da dünyanın en kötü hocası. Beni Trabzon’dan soğuttu.”
Bedri Rahmi; Akademi’de Nazmi Ziya, Ahmet Haşim ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi olur.
İstanbul’dan Dünyaya Açılan Pencere
İbrahim Çallı bir gün Bedri Rahmi’nin babası Mehmet Rahmi Bey’le karşılaşınca ona oğlunu Avrupa’ya göndermesini ister. Konu bir özveriyle çözümlenir: Ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu, devletin kendisine verdiği beş yıllık bursu kardeşiyle paylaşır. 1932’nin Eylül’ünde iki kardeş Paris’tedir.
Burada Lhote Akademisi’nde Ernestine (Eren) Hanım’la tanışır. Evliliğe giden yolun ilk adımı burada atılır.
Ancak Avrupa’ya eğitime gönderilen gençler, bireysel aşklarından çok memlekete hizmet tutkusuyla yanıp tutuşmaktadırlar.
Bu amaçla Bedri Rahmi, dönemin birçok idealist sanatçısı gibi ülkenin kültürel ve sanatsal kalkınmasına katkıda bulunmak için nöbettedir.
CHP’nin düzenlendiği yurt gezilerinden biri Edirne üzerinedir. Bedri Rahmi, 16 Nisan 1936’da evlendiği Eren Eyuboğlu ve yakın dostu Arif Kaptan’la Edirne’ye gider. Oradan doğa görünümleri içeren resimlerle döner.
Bedri Rahmi bir yandan resim yapar, bir yandan da şiir ve yazılarıyla dergilerde görünür.
Edirne sonrasında Çorum gezisi başlar. Çorum yöresinde incelemeler yapan Bedri Rahmi, İskilip’e hayran kalır.
İlerde yazacağı “Karadut”şiirinde geçen “çatalkara”yı da burada keşfeder!
Duvar resimleri, panolar, evrensel düzeyde çalışmalar birbirini izler. Ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu, ona Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde görev önermesine karşın o Akademi’de kalmayı yeğler.
Resim, şiir ve yazı atbaşı yürür.
Halk motifleri sanatında önemli yer tutar.
Turan Erol, “Bedri Rahmi’nin Tadına Varabilmek” (Cumhuriyet 8 Aralık 1993) başlıklı yazısında ustası Bedri Rahmi ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar:
“ …Başlangıçta yazınla resim arasında uzun süre bocalayan Bedri Rahmi, sonuçta iki uğrası bir arada, iki karpuzu bir koltukta götürmeye karar vermişti. Ölümünden sonra ozan, yazar arkadaşları onun ressamlığını öne almış göründüler. Bedri Rahmi’nin resim alanındaki engin ve sayısız üretimine bakarak daha çok ressam yönünün ağır bastığı söylenebilir. Ne var ki bu durum, onun ozanlığının geriye itilmesine neden olmamalıydı. Sağlığında başta ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu ve bazı arkadaşları bütün gücünü resme vermesini öğütlemişlerdi. Her şeye karşın Bedri Rahmi ne yazarlığı, ne ozanlığı bırakacaktı. Resmi, şiiri, yazıyı hem de düzenli gazete yazarlığını bir arada yıllarca sürdürecekti. Kendisi, ona yalnız resim alanında at oynatması öğüdünü veren bazı ozanlardan daha çok sayıda şiir ve yazı yazacaktı…”
Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu Aşk Mektupları
2009’da yitirdiğimiz oğlu Mehmet Hamdi Eyuboğlu, ölümünden önce babası Bedri Rahmi Eyuboğlu ile annesi “Romen Kızı Ernestine’i” bütünleştirmiş, 1932-1950 yıllarını içeren Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu Aşk Mektupları’ndan dört ciltlik bir belgelik oluşturmuştur.
İki sevdalı, bu mektupları kendi ana dilleri dışında üçüncü bir dille (Fransızca) yazdılar. Zarflar, el yazısıyla yazılan mektuplar, desenler, resimler, fotoğraflar, düşler, düşlemler, sevgiler, tutkular, aşklar binlerce sayfada biçimleniverdi.
Kitaplardan birinde yer alan bir mektubun girişine bakalım ve aşkla anadilin birlikteliğinin taşıdığı büyünün güzelliğini görelim.
İnsanın yaşadığı derin duyguları, söze dökememesinin acısı ne büyükmüş meğer!
“Lyon’dan Paris’e, 31 Mayıs 1932
Ernestine,
Dilimizi bilmenizi, hiçbir zaman bugünkü gibi arzu etmemiştim. Size söyleyecek o kadar şey var ki bu ödünç alınmış kelimelerle bütün bunları size anlatmam hemen imkânsız olacak…”
(Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu Aşk Mektupları 1932-1933 Yayına Hazırlayan: Mehmet Hamdi Eyuboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Kasım 1999, s.45)
Bedri Rahmi; yaşama sevincinden, yurt sevgisine, aşktan özleme, doğadan türkülere uzanan geniş yelpazede yalın şiirler yazdı. Açık, aydınlık bir şiirden yana oldu. Dupduru sevgilerin ardı sıra gitti. Yurt gerçeklerini keskin bir söylemle dile getirmemiş olsa da yurt insanının tutkularını, özlemlerini, sevgilerini duyarlı bir dille anlatmaya çalıştı. Mahmut Makal’ın emeğini hor görenlere gönderme yaptığı gibi “İki gözünde iki zindan / On parmağında on çeşme nur” alarak betimlediği Âşık Veysel’e de sahip çıktı.
Şiirlerindeki duyarlığı, düzyazılarında memleket insanına olan sevgisine, halkının yaratıcılığına bağladı.
“Yaşadım!
Erik ağaçları şahidimdir”
“Karadut” şairi Bedri Rahmi, “Ben güzele güzel demem / Güzel faydalı olmalı” ilkesinin ışığında yaşadı. Buna biz de, “erik ağaçları” da tanıktır.
Cerrahpaşa Hastanesi’nde yattığı odanın kapısına astırdığı yazı ne anlamlıdır: “Reisler, İyiyim ama kusura bakmayın çok çok yorgunum. Bağışlayın beni.”
Bedri Rahmi’nin yaşamı sanatçının ölümsüzlüğüne bir örnektir.
Sanat dünyamızın kutupyıldızı Bedri Rahmi’yi ölümünün 45. Yılında sevgiyle anıyoruz.