Resmin Şiiri, Şairin Resmi… Ressam, Şair ve Yazar Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu
Bahçeler put kesildi birer birer
Meyveler salkım saçak taş.
Bir bulut uçardı
Başı boş bedava
Yandı kül oldu.
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu.
Ağaç büyür arkasında koşamam
Kervan yürür peşi sıra düşemem
Yıldız akar uçsam da yetişemem.
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu.
Aramızdan ayrılışının 48. yılı anısına; Saygıyla….
Mehmet Fatih Köroğlu / VİRA TRABZON HABER
Ressam, Şair ve Yazar Bedri Rahmi Eyüboğlu, Trabzon Milletvekili Mehmet Rahmi Eyüboğlu‘nun oğlu, Türk aydınlanmasının öncülerinden Sabahattin Eyüboğlu ve ilk kadın mimarlardan Mualla Eyüboğlu‘nun kardeşi, ressam Eren Eyüboğlu‘nun eşidir.
Aslen Trabzon Maçkalı olan Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1911 yılında babasının kaymakam olarak görev yapmakta olduğu Giresun’un Görele İlçesi’nde dünyaya geldi. Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım çiftinin beş çocuğundan ikincisi idi. Asıl adı Ali Bedrettin iken, zamanla Ali unutuldu ve ismi önce Bedir’e, sonra Bedri’ye dönüştü.
Çocukluğu Anadolu’nun değişik yerlerinde geçti. Samsun/Havza, Kütahya, Ankara, Artvin‘de bulunduktan sonra babasının TBMM II. döneminde Trabzon milletvekili seçilmesi üzerine ailesi 1925’te Trabzon‘a yerleşti. Trabzon Lisesi‘nde öğrenim gördü. 1927’de okuluna resim öğretmeni olarak atanan ve yedi ay görev yapan ünlü ressam Zeki Kocamemi, yeteneğini keşfetti ve onda resme karşı ilgi uyandırdı. Bir öğrenim bursu ile Fransa‘ya gitmiş olan ağabeyi Sabahattin‘in gönderdiği resim kitapları, ilgisinin devamını sağladı. Edebiyata da ilgi duyan Bedri Rahmi, ilk şiirlerini de lise yıllarındayken yazdı.
1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı‘nın öğrencisi oldu. Edebiyata ilgisini de sürdürerek Ahmet Haşim‘den estetik ve mitoloji dersleri aldı. 1931’de diplomasını almadan, kendisiyle bursunu paylaşan ağabeyi ile beraber Fransa’ya gitti. Dijon ve Lyon‘da Fransızcasını geliştirmek için çalıştı. Bu arada Gauguin ve El Greco gibi beğendiği ustaların resimlerini bulundukları müzelerden kopya etti. Van Gogh, Gauguin, Cezanne onu mesleğine bağlayan ustalar oldu. 1932 yılında, Paris´te bir ay kadar André Lhote Atölyesi´nde çalıştı; ilerde yaşamını birleştireceği Ernestine Letoni ile tanıştı. Matisse, Brague ve Chagal’ın resimlerini, Türk kilimlerini, minyatürlerini inceledi. 1933 yılında yaptığı Yavuzlu, Gülcemalli resimleri ses getirdi; o yıl Londra´ya gitti; yıl sonunda Türkiye‘ye geri döndü.
Bedri Rahmi, yurda döndükten sonra 1934 yılında, Yeni Adam Dergisi‘nde ressam olarak çalışmaya başladı. Aynı dönemde şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başlamıştı. Akademi diploma yarışmasında “Yol İnşaatı” konulu resmi ile üçüncü olan Bedri Rahmi, bu sonuçtan memnun kalmayarak yeniden yarışmaya hazırlanmak için mezun olmayı istemedi. 27 Aralık 1934 tarihinde 30 resim ile D Grubu Sergisi´ne katıldı. Bazı resimlerini de Ernestine‘in resimleri ile beraber sergilenmeleri için Romanya‘ya yollamıştı. Böylece ilk kişisel sergisi 1 Ocak 1935 tarihinde Bükreş´te Hasefler Galerisi‘nde kendi katılımı olmadan açıldı. Bir firmada çevirmenlik yapmak için geçici bir süre gittiği Çerkeş‘te çocukluğunun manzaralarını yeniden keşfetti. Tan Gazetesi‘nde yazmaya başladığı yazıları Çerkeş‘ten döndükten sonra yoğunlaştırdı. Artık İstanbul‘a yerleşen Bedri Rahmi, “Eren” adını alan Ernestine Letoni ile 16 Nisan 1936 tarihinde evlendi. Tekel Genel Müdürlüğü´nde işe girdi. Vitrin düzenleyici olarak göreve başladı ve Sipahi Ocağı sigarasının kapağındaki “Koşan Mızraklı Atlar” figürünü tasarladı. Güzel Sanatlar Akademisi´nin 1936 yılında diploma yarışmasında “Hamam” adlı çalışması ile birinci olarak diplomasını aldı.
Sovyetler Birliği´ne götürülen ve Cumhuriyet devrinin ilk yurtdışı sergisi olan Türk Resim ve Heykel Sergisi´ne üç resim ile katıldı.
1937 yılında, Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü başkanı olan Fransız ressam Leopold Levy´in kendisine asistan olarak seçtiği birkaç genç ressamdan biri Bedri Rahmi oldu, böylece uzun yıllar sürecek akademik kariyeri başladı. Akademi Başkanı Burhan Toprak o yıllarda Türk ressamları hakkında kitaplar hazırlatıyordu. Bedri Rahmi, eski öğretmeni Nazmi Ziya Güran üzerine bir inceleme kitabı hazırlayıp, kitap haline getirdi.
Bedri Rahmi, CHP Yurt Gezisi programı kapsamında Eylül 1938´de Edirne´ye gitti. Dönemin en önemli sanat atılımlarından olan bu gezi programını çok benimsemişti. Edirne‘de insan figürü olmayan doğa resimleri çizdi., yöresel motifleri resmetti. 1 Kasım 1938 tarihinde çıkan Ses Dergisi yazarları arasında yer aldı. Resimlerini, desenlerini ve deneme yazılarını bu dergide yayımladı. 1939 ta Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisinde “Figür” adlı yapıtı ile üçüncülüğü Arif Kaptan ile paylaştı. 9 Kasım 1939 tarihinde, askerlik görevini yapmak üzere yedek subay okuluna alındı. Aynı yıl oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu dünyaya geldi.
1941’de askerlik görevini tamamladıktan sonra ilk şiir kitabı olan, “Yaradana Mektuplar” yayımlandı. Geleneksel halk sanatlarından seçtiği motifleri başarılı bir biçimde kullandığı gibi şiirlerinde de halk edebiyatının masal, deyiş gibi türlerine karşı duyduğu hayranlığı yansıttı.
1940’lardan sonra duvar resimlerine yönelen Bedri Rahmi, Paris’te İnsan Müzesi’nde ilkel kavimlerin sanatını inceledikten sonra güzelin yararlı, yararlının güzel olabileceği fikrini benimsedi ve eserlerinde bu görüşü yansıttı. 1942 yılında, CHP´nin yurtiçi gezileri programına ikinci kez katılarak Çorum´a ve oradan İskilip‘e gitti, İskilip‘te iki hafta kaldı. Bu İskilip gezisi, onun resim anlayışını etkiledi ve değiştirdi. Resimlerinde yoğun olarak halay çekenler, han avluları, çocuk emziren kadınlar, saz çalan aşıklar temalarını işlemeye başladı. 31 Ekim 1942 tarihinde Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde ikincilik ödülünü kazandı.
Zamanla duvar resimlerine yönelen sanatçı 1943 yılında, Ortaköy Lido Yüzme Havuzu için ilk duvar resimlerini gerçekleştirdi. Mimari ile diğer güzel sanatlar yapıtlarının bir arada kullanılmasının güzel sonuçlar doğuracağına, mimar-sanatçı işbirliğinin gerekliliğine inanıyordu ve hayatı boyunca bunu savundu. 1945-1947 yılları arasında “Mari´nin Portresi”, “Alis I”, “Alis II” gibi önemli portre dizisini oluşturdu. Portrelerini kâğıt, bazen de tahta üzerine yapıyordu. 1946 yılında, Ankara Büyük Tiyatro´nun (operanın) girişindeki kapıların üstüne ikinci duvar çalışmasını yaptı (“Kız kaçırma” konulu bir fresk). 1946 yılı Kasım ayında UNESCO´nun Paris´te düzenlediği uluslararası sergiye gönderilen resimleri ilgi çekti.
Bedri Rahmi, asistan olarak akademik hayatına başladığı günlerden beri öğretmenlik görevini çok önemsemiş, usta-çırak ilişkisinin önemine inanmıştı. Bu düşünceyle 1947 yılında, genç sanatçılardan oluşan “10´lar Grubu”nun kurulmasına öncülük etti. Grubun üye sayısı bir yıl içinde otuzu geçti. Bedri Rahmi, kendisini tümüyle resme vermesi konusundaki telkinlere rağmen şiir yazmayı da hiç bırakmadı ve 1948 yılının Ağustos ayında ikinci şiir kitabı “Karadut” yayımlandı.
Eren Eyüboğlu ile birlikte 1947 yılında D Grubu‘ndan ayrılmış olan sanatçı, o yıl portrelerini sergilediği bir sergi açtı; 1950 yılında ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi´nde 150 resimden oluşan “Retrospektif” sergisi düzenledi ve büyük ilgi gördü. Serginin ardından birkaç aylığına Paris‘teki eşinin yanına gitti. 1933’ten beri ilk defa yurtdışına çıkan Bedri Rahmi, müzeleri gezdi ve İnsan Müzesi´nden çok etkilendi. Başörtüsü veya kilimin hem güzel, hem işe yarar olması gibi sanat eserlerinin bir iş görmesi gerektiği düşüncesi sanat anlayışını şekillendirdi. “Güzel yararlı olmalıdır” düşüncesinden hareketle “Yazmacılık” geleneğine yeni bir yorum getirdi. Eşi ile birlikte 1950’de yurda döndükten sonra İstanbul’da Maya Sanat Galerisi’nde sergi açtı. Aynı yıl, Kariye Camii düzenlemesini yaptı ve Bizans mozaikleriyle ilgilenmeye başladı. 1951 yılında, “Küçük Sahne” yi süsledi. ve ilk “Yazma Sergisi” ni açtı. 1953 yılında Yazmaları ve özgün baskıları Philadelphia Print Club‘da sergilendi. 14 Eylül´de Time Dergisi iki renkli sayfa ayırdı. 1954 yılında Bedri Rahmi “Türk Tepsisi” adlı motifi ile Steuben Glass adlı bir firmanın tertiplediği yarışmada ödül kazandı ve motif kristale oyularak teşhir edildi.
Yazı yazma tutkusunu ise 1951’de Yeni Sabah Gazetesi‘ndeki yazılarıyla sürdüren Bedri Rahmi, yazarlığını bu gazetede sürdüremeyince Cumhuriyet Gazetesi‘ne geçti ve 1952- 1958 yıllarında düzenli olarak yazdı. 1953’te üçüncü şiir kitabı “Tuz“, 1956’da ilk düz yazı kitabı “Canım Anadolu“, 1957’de “Üçü birden” adlı kitabını yayımlandı.
1953-1960 arasında resim alanına çalışmalarını büyük boyutlu mozaiklerle sürdürdü. 1954-1957 yılları arasında Hilton ve Divan otellerinde ve KLM İstanbul merkezindeki panoları yaptı. 1957 yılında Tokyo özgün baskı Bienaline katıldı. 1958 yılında 1958 Brüksel Expo’sundaki Türk Pavyonu için yaptığı 227 metrekarelik çalışmasıyla altın madalya aldı. 1959 yılında, Paris´te Nato merkezine 50 metrekarelik bir pano hazırladı.
Bedri Rahmi, 1961’de aldığı Rockfeller Bursu ile iki yıl için eşi ile birlikte ABD’ye giderek çalışmalarını yurt dışında sürdürme fırsatı buldu. Bu dönemde zengin renklerle soyut biçimlere yöneldi. Görülmedik, bilinmedik renkler bulabilmek için denemeler yaptı ve plastik tutkal – plastik boyalar – kum – talaş ve buruşturulmuş Japon kağıdı kullandı. ‘Amerika Dönemi´’nin kendi sanatına başka bir boyut kazandırdığını ifade etti. Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley´de iki yıl misafir profesörlük yaptı. 1961 Ağustos´ta Unicef’ in çocuklar yararına “Eşeğin Üzerinde Çocuklarını Taşıyan Anadolu Köylü Kadın” motifi Amerika´da kartpostal olarak basıldı. 1962 Aralık ayında New York Modern Sanat Müzesi “Zincir” adlı resmini satın aldı.
ABD dönüşü soyut resim ve renk düzenlemelerini bırakıp yeniden eski konularına döndü; gecekonduları, kahvehaneleri, hanları resmetti. 1963-1964 yıllarında Vakko fabrikası, Karaköy tatlıcılar, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı panoları yanında çeşitli malzemeleri denedi. Son panosu Etap Oteli girişinde ki “Güvercinler” olmuştur.
Ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu‘nun 12 Mart sürecinde gözaltına alınması onu çok etkiledi. 1970 yılında, yeniden toplumsal içeriği ağır basan resimler yaptı. 1972 yılında, 33´üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde birincilik ödülü aldı.
21 Eylül 1975 tarihinde İstanbul‘da pankreas kanserinden yaşama veda etti ve Küçükyalı Mezarlığı‘nda defnedildi.
Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te sürdürdüğü resim öğreniminin ardından yurda dönmüş ve yaşamı boyunca Güzel Sanatlar Akademisi’nde ders vermiştir. Yazma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi gibi birçok formlarda eserler üreten sanatçı, geleneksel süsleme ve halk el sanatlarında seçtiği motifleri yapıtlarında Batı’nın teknikleriyle birleştirerek kullandı. Şiirlerinde de halk kaynağından beslendi; masallardan, söylencelerden, türkülerden yararlanarak, doğa tutkusunu, insan sevgisini, yaşama sevincini, toplumsal sorunları yansıttı. En ünlü şiiri, Karadut adlı aşk şiiridir.
Bedri Rahmi Eyüboğlu‘nun Bursa Cezaevi‘nde yatmakta olan; çok yakın dostlukları olan ve ‘ustam’ dediği ünlü şair Nazım Hikmet’e yazmış olduğu, daha sonra Zülfü Livaneli tarafından bestelen ve dillere pelesenk olan ‘Yiğidim Aslanım’ şarkısına söz olan meşhur şiiri…
ZİNDANI TAŞTAN OYARLAR
Şu Bursa'nın ufak tefek yolları Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri Tepeden tırnağa şiir gülleri Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Bir şubat gecesi tutuldu dilin Silâha bıçağa varmadı elin Ne ana ne baba ne kız ne gelin Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Ne bir haram yedin ne cana kıydın Ekmek gibi temiz su gibi aydın Hiç kimse duymadan hükümler giydin Döşek diken diken yastık batıyor Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Zindanı taştan oyarlar İçine bir yiğit koyarlar Sağa döner böğrü taşa gelir Sola döner çırılçıplak demir Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir Döşek melul mahzun, yastık batıyor Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Bugün efkârlıyım açmasın güller Yiğidimden kötü haber verirler Demirden pencere taştan sedirler Döşek melul mahzun yastık batıyor Yiğidim şahinim aman burda yatıyor
Mezar arasında harman olur mu? On üç yıl hapiste derman kalır mı? Azrail aç susuz canın alır mı? Döşek melul mahzun yastık batıyor Yiğidim şahinim aman yerde yatıyor... Dilinde dilimi bulduğum Gücüne kurban olduğum Anam babam gibi övdüğüm Dayan hey Aslan Ustam Dayan hey gözünü sevdiğim Bugün efkârlıyım açmasın güller Yiğidimden kötü haber verirler. Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün Şiirin gökyüzü gibi herkesin. Sen Kızılırmak kadar bizimsin En büyük ustası dilimizin Canımız ciğerimizsin. Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin'dedir Bütün hışmıyla dilimiz Kökünden sökülmüş bir çınar gibi Yüreğimiz içindedir. Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin'dedir Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla Bir yanı nur içinde tertemiz. Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir.
Ölümünün 45. Yılında Şiirimizin Ressamı Resmimizin Şairi Bedri Rahmi Eyuboğlu
Ahmet Özer / Şair-Eğitimci & 20 Eylül 2020
-Yazımın hazırlanmasında, “Bedri Rahmi Eyuboğlu”
adlı yapıtından yararlandığım Turan Erol’a saygılarımla-
“On Parmağında On Çeşme Nur”
Bedri Rahmi üzerine epeyce yazı yazdım.
Değerli sanatçımızın üzerine yazı yazmamızı gerektiren türlü nedenler vardı.
Öncelikle iyi bir şairdi Bedri Rahmi.
Ressamdı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin seçkin akademisyenlerindendi.
Yazardı.
Ülkesinin taşını toprağını, insanını, hayvanını, özetle doğasını büyük bir aşkla yazandı. Her yazısında bir sevginin, bir aşkın, bir coşkunun sonsuz güzelliğini bulabilirsiniz.
Dünyanın kalkınmış ülkelerini de gezdi, kuş uçmaz kervan geçmez yörelerimizi de.
Verimli insandan yana oldu. Ülkenin güzelleşmesi uğruna, sanatının etki gücünü en uç noktaya değin taşıdı.
Dostlar sofrasında ülkesinin geleceğini düşündü. Mavi Yolculuk’larda Anadolu uygarlığının sonsuz erdemini.
Yurtiçinde ve yurtdışında resim sergileri açtı; seramik, duvar resimleri, panolar onun kendine özgü sanatçılığının önemli bir göstergesidir.
Bedri Rahmi, sağlığında önemsendiği gibi, ölümü sonrasında da emeği göz ardı edilmeyen sanatçılar arasında yerini aldı.
Sanat dünyasındaki saygınlığı kadar öğrencileri arasında da büyük bir sevgi halesi yarattı.
Özetle sevdi, sevildi, takdir edildi, alkışlandı.
45 yıldır aramızda olmamasına karşın, ona olan sevgimiz bir an olsun eksilmedi. Ölümünden yıllar sonra da olsa yapıtları basılıyor, okuru çoğalıyor, resimleri, el yazmaları birçok kişinin gönlünü ısıtıyor, ışıtıyor.
“Hüzün geldi başköşeye kuruldu”
Yerelle ulusalı, evrensel ölçüde harmanlayarak biçimleyen; doğduğu coğrafyayla beslediği şiirini modern şiirin verileriyle donatıp kendine özgü motiflerle bezeyen Bedri Rahmi’yi, 21 Eylül 1975 günü sonsuzluğa uğurlamıştık.
Ölümünün 25. yıldönümünde yazdığım bir yazıda (Kıyı, S.174, Eylül 2000) şunları vurgulamıştım:
“Bedri Rahmi Eyuboğlu öldüğünde bir dağ köyünde öğretmendim; pille çalışan bir radyo ve yayımlandığı günden bir gün sonra elime ulaşan Cumhuriyet gazetesinden başka bir aracım yoktu dünya ile bağımı kuran…
Beklenen acı gerçek, bir ışık hızında ulaşmıştı, ulaşacağı yere.
‘Hüzün geldi başköşeye kuruldu’ o gün.
Bir güzel insan, son nefesini vermişti: Bedri Rahmi artık yapıtlarıyla yaşayacaktı.
Oysa o ve onun gibilerin yaşadıkları bir dünyada olmak, onların dışında kim bilir kaç insanın mutluluğuydu. Sabahattin Eyuboğlu’yla, Halikarnas Balıkçısı’yla, Azra Erhat’la, Ruhi Su ile ayni gökyüzünü solumak bir erdemdi.
Bedri Rahmi yine de bir başkaydı: şiirleriyle, denemeleriyle resimleriyle sanat dünyamızı ışıtan bu güzelim sanat adamıyla, her şeyden önce ayni güzelliğin pınarlarından su içmiştik. Bu durum ona olan sevgimizin sınırlarını genişletmeye yetiyordu.
Bedri Rahmi doğduğu topraktan çıkıp gittikten sonra geriye pek bakmadığı için eleştirilmiştir. Oysa bedeni uzaklarda olsa da bütün kişiliği ve sanatıyla o doğduğu toprağın insanlarını yüreğinde gezdirdi.
Madalyonun arka yüzüne bakıp sorabiliriz:
Bu güzelim sanat adamını doğduğu toprakta görev yapan üst düzey yöneticileri akıllarına getirip onu, bir kez olsun doğduğu yöreye davet etmişler midir?”
İşin gerçeği, Bedri Rahmi bu konuda ilerde kendisi için söz edeceklere yanıtını vermişti:
– Biz Anadolu çocukları, Trabzonlular, Erzurumlular, Sivaslılar; Adanalılar… Bütün illerimizin okuma yazma, yükseköğretim basamaklarına tırmanma fırsatı bulan aydın çocukları! Bizler memleketimizden bir çıktık mı bir daha ya kısmet, eğer devlet baba bizi doğduğumuz yerlere, kaymakam, savcı, doktor, vali; mebus olarak yollamasa yok mu; doğup büyüdüğümüz toprakları arayıp sormak hak getire!
Diyeceğim şu ki dostlar, bizler memleketten bir çıktık mı pir çıkıyoruz. Peki, memleketin aydın çocukları birbiri arkasından İstanbul’a Ankara’ya yerleşirse o güzel yapıları kim kuracak? Trabzon’un Maçka ilçesinde doğmuş aydın, Maçka’ya ömrü billah uğramazsa piyanoyu Maçka’ya kim götürecek? Kim çalacak, kim oynayacak?”
(Tezek, Bedri Rahmi Eyuboğlu Bütün Eserleri: 4, Bilgi Yayınevi, İkinci Basım, Ankara Mart 1987, s.94)
Ölüm, kimileri için yok olma anlamı taşımıyor. Mehmet Eyuboğlu, babası Bedri Rahmi’den kalan yazınsal ürünlere el emeği, göz nuru katarak, onları büyük bir imeceyle şimdilik 10 ciltte topladı. Bedri Rahmi’nin insan sabrını zorlayan emeği ışıldamasını sürdürüyor bu yapıtlarda. Sözü; bu ürünleri, babasını sevenlere bin bir güzellikle sunan Mehmet Eyuboğlu’na bakalım:
“Tadına doyamadığım, tam erişmişken kaybettiğim babamı geri getiren yazılar bunlar. Yazılarında da şiir ve resimlerindeki coşkuyu ‘çil çil’ sevinci buldum. Paramparça değil, gürül gürül tutuştu yüreciğim. Milyarlarca elma ağacı çiçek açtı… Bedros ağacının bir dalına kondum.”
(Körolası, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Bütün Eserleri: 10 Bilgi Yayınevi, Ankara Temmuz 1997, Baskıya Hazırlayan: Mehmet Eyuboğlu, Önsöz, Mehmet Eyuboğlu, s.8)
Trabzon Deyince
Burada, onun tümüne yakın dizelerini ezbere bildiğimiz “Trabzon Deyince” şiirine yer vermek iyi olur diye düşünüyorum:
Trabzon deyince aklıma bir salkım kareymiş gelir
Bahçeler dolusu zindan yeşili
İçin için kandil kandil ballanır
Kandiller içinde bir kandil yanar
Bir kız deli gibi koşmaya başlar
Yanaklarında amoftaların alı
Dudaklarında karayemişlerin moru
Göğsünde… elinin körü
Trabzon deyince aklıma Soğuksu gelir
Soğuksu deyince bir dizi kareymiş ağacı
Kareymişlerin altında biri kız biri oğlan iki çocuk
Ne çocuğu iki belâ iki hışım
Nefesim kesilinceye kadar kovalamışım
Düştüm düşmesine 45’ten 30’u
15 yaşındayım
Trabzon deyince aklıma kemerkaya gelir
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Bir sarışın şimşektir çakar kamaşır gözlerim
Bir saniye bile sürmez olup biten
Ama kaya yarılmıştır çoktan derinlemesine
Orta yerinden
Bir suret
Bir çırılçıplak aydınlık
Ölesiye saplanıp kalmıştır artık
Kayanın dibinde bir kız soyunur
Doya doya bakmaz Mernuş utanır
Şimdi durmuş kötü kötü düşünür
Tam otuz bir sene geçmiş aradan
Bir ses gelir çın çın öten kayadan
Yaptığın işlerden utanma
Yapmadıklarından utan
Tam otuz bir sene geçmiş aradan
Bir kız çırılçıplak atlar kayadan
Sen bir bahçıvan ol ben bir gül olam
Uzat ak ellerin der beni beni
Uzat ak ellerin gel dile diye
Bir ses gelir cehennemin dibinden
Geçti Bor’un pazarı
Sür eşeği Niğde’ye.
Trabzon deyince aklıma Faroz gelir
Kara kara kazanlar hatırlarım dizi dizi
Kurşun gibi ağır bir balık yağı kokusu
Kırar kolunuzu kanadınızı
Hantal bir bulut güç belâ havalanır
Bulutun içinde yüzlerce yunus ağır ağır
Yarım kalmış bir deniz türküsünü
Deniz dibi yeşilini katran morunu
Gök mavisine katmaktadır
Sonra ağır başlı zinosların bembeyaz uğultusu
Dünyanın bütün denizleri de yetim yapayalnız
Dünyanın her yerinde beyaz, sessiz, sevimli
Martıya zinos derdik değil mi?
Ünlü ressamımız, gazeteci, yazar Fikret Otyam’dan; hocası Bedri Rahmi’yi birkaç cümleyle değerlendirmesini istediğimde, sevgili Otyam, Gazipaşa’dan 2 Ağustos 2000 tarihli şu notu göndermişti:
“Bedri Rahmi, bizim salt öğreticimiz yani ‘hoca’mız değildi. Ağabeyimizdi, arkadaşımızdı, neşemizdi, dert ortağımızdı, türküsüne eşlik ettiğimizdi, lokmasını ‘dem’ini de bizimle bölüşendi. Börtüyü, böcüyü, kuşu, ağacı, gökyüzünü, dağları, ovaları, denizleri, ırmakları sevdirenimizdi. Yaşama kıvancımızdı; zaman zaman cep harçlığımızı kazandırandı… Yeryüzünde sevilen ne varsa salt resim değil onları öğretendi.
Velhasıl ‘Bedri Hoca’ adam gibi sevilesi, eli öpülesi bir adamdı bu can için.
Kabri hep ışıklı ola.”
Yerelden Evrensele Bir Sevdalı Yürek
Bu sevginin ışığında özgeçmişinin kimi istasyonlarında gezinelim dedik
Baba Maçkalı Eyuboğlu ailesinden Mehmet Rahmi Bey, anne Pulathaneli (Akçaabat) Serdaroğullarından Lütfiye hanım. Çocuklar: Sabahattin, Bedri Rahmi, Nezahat, Mualla, Mustafa.
Bedri Rahmi, ilerde Trabzon milletvekili olacak babasının Görele kaymakamlığı sırasında doğar. Adını Ali Bedrettin koyarlar, ailenin bu ikinci erkek çocuğuna. Görele, Havza, Aziziye (bugünkü Pınarbaşı), Kütahya, Artvin ilkokul döneminde uğranılan yerler olur.
Trabzon Günleri
Tezek kitabında yer alan “Mektep ve Memleket” yazısında (s.108-109) şunları yazar:
“Sabık Trabzon Sultanisinin meşhur kampanası çalıyor. Derse girmek lazım. Kendimi zorluyorum. Hayır 45 dakika süren dersin her saniyesi durup dinlenmeden yalan söylemek oluyor. Hiçbir şey anlamadan hocanın gözünün içine bakmak ve lisanı hal ile,
-Sizi dinliyorum. Sizi anlıyorum. Bu söyledikleriniz çok hoşuma gidiyor, demek! Hayır, bu yalanı tam şu kadar senedir söylüyorum; canıma tak dedi. Derse gelmeyeceğim.
Koridorlar boşanıyor. Kendimi müthiş bir yalnızlık içerisinde buluyorum. Bu yalnızlığın tadını çıkarmak şöyle dursun bütün ıstırabını duyuyorum. Bütün bir ailenin itimatını çalıyorum hissi boğazıma sarılıyor. Fakat artık iş işten geçmiştir. Koridorlarda dolaşmak bir suçtur. Kaçmak lazım…”
“ Tam on beş senedir Trabzon’u görmedim. Ara sıra mektep hatıralarının acı ve buruk damgasını yememiş köşelerinden Soğuksu sırtlarından, Zefanos’tan, Kireçhane tepelerinden, Zanoy’dan, Polathane ve Maçka taraflarından nefis sıla kokuları geliyor. Bu güzel memleket havasına doğru havalanmak istiyorum. Fakat derhal azap ve sıkıntı dolu ders saatleri bomboş, kaskatı mektep kaçağı saatleri yolumu ve hızımı kesiyor.
Diri diri gömülmüş saatlerin, ayların hatta yılların iniltisini duyar gibi oluyorum. Memleket dağlarının cömert daveti sendeleyip uzaklaşıyor. Bereketli karayemiş ağaçları, dalları yerlere kadar eğilmiş amas erikleri, Zanoy’un billûr çamları ve çam kokulu çeşmeleri Zefanos’un çılgın vişneleri, Faroz’un zinosları hepsi hepsi bana hak veriyorlar.”
Bedri Rahmi, Trabzon Lisesi’nde sıkıntılı günler yaşarken ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu, aynı okulu bitirdikten sonra öğrenim için gittiği Fransa’da, Dijon’dadır. Baba Mehmet Rahmi Bey, Bedri Rahmi’nin yükseköğrenimini hukuk alanında yapmasını istemektedir.
O günlerde beklenmedik bir gelişme olur.
Almanya’da resim öğrenimi gören ressam Zeki Kocamemi Trabzon Lisesi’ne atanır. Bir öğretmenin sanat alanındaki emeği Bedri Rahmi’nin yeteneği öne çıkarır. Kocamemi’nin kısa bir süre sonra istifa ederek Trabzon’dan ayrılması, Bedri Rahmi’yi yeniden sıkıntının içine atar.
Burada iki noktaya değinmek yararlı olur:
Özgeçmişi üzerine verilen bilgilerde iki yanlış sürekli öne çıkar. Birincisi ortaöğrenim durumudur. Hatta Bilgi Yayınevi’nde basılan kitaplarının arkasında yer alan özgeçmişinde onun Trabzon’da liseyi bitirdiği vurgulanır. Oysa o Trabzon Lisesi’ni bitirmeden Trabzon’dan ayrılarak Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiştir.
İkincisi okul müdüründen gördüğü ilgiyle Akademi’ye gittiği vurgulanır. Oysaki Bedri Rahmi, Trabzon Lisesi’nin ‘altın yılları’nın müdürü Şerif Bey için şu yorumu yapar: “İnsan olarak belki dünyanın en iyi insanı, ama hoca olarak da dünyanın en kötü hocası. Beni Trabzon’dan soğuttu.”
Bedri Rahmi; Akademi’de Nazmi Ziya, Ahmet Haşim ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi olur.
İstanbul’dan Dünyaya Açılan Pencere
İbrahim Çallı bir gün Bedri Rahmi’nin babası Mehmet Rahmi Bey’le karşılaşınca ona oğlunu Avrupa’ya göndermesini ister. Konu bir özveriyle çözümlenir: Ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu, devletin kendisine verdiği beş yıllık bursu kardeşiyle paylaşır. 1932’nin Eylül’ünde iki kardeş Paris’tedir.
Burada Lhote Akademisi’nde Ernestine (Eren) Hanım’la tanışır. Evliliğe giden yolun ilk adımı burada atılır.
Ancak Avrupa’ya eğitime gönderilen gençler, bireysel aşklarından çok memlekete hizmet tutkusuyla yanıp tutuşmaktadırlar.
Bu amaçla Bedri Rahmi, dönemin birçok idealist sanatçısı gibi ülkenin kültürel ve sanatsal kalkınmasına katkıda bulunmak için nöbettedir.
CHP’nin düzenlendiği yurt gezilerinden biri Edirne üzerinedir. Bedri Rahmi, 16 Nisan 1936’da evlendiği Eren Eyuboğlu ve yakın dostu Arif Kaptan’la Edirne’ye gider. Oradan doğa görünümleri içeren resimlerle döner.
Bedri Rahmi bir yandan resim yapar, bir yandan da şiir ve yazılarıyla dergilerde görünür.
Edirne sonrasında Çorum gezisi başlar. Çorum yöresinde incelemeler yapan Bedri Rahmi, İskilip’e hayran kalır.
İlerde yazacağı “Karadut”şiirinde geçen “çatalkara”yı da burada keşfeder!
Duvar resimleri, panolar, evrensel düzeyde çalışmalar birbirini izler. Ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu, ona Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde görev önermesine karşın o Akademi’de kalmayı yeğler.
Resim, şiir ve yazı atbaşı yürür.
Halk motifleri sanatında önemli yer tutar.
Turan Erol, “Bedri Rahmi’nin Tadına Varabilmek” (Cumhuriyet 8 Aralık 1993) başlıklı yazısında ustası Bedri Rahmi ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar:
“ …Başlangıçta yazınla resim arasında uzun süre bocalayan Bedri Rahmi, sonuçta iki uğrası bir arada, iki karpuzu bir koltukta götürmeye karar vermişti. Ölümünden sonra ozan, yazar arkadaşları onun ressamlığını öne almış göründüler. Bedri Rahmi’nin resim alanındaki engin ve sayısız üretimine bakarak daha çok ressam yönünün ağır bastığı söylenebilir. Ne var ki bu durum, onun ozanlığının geriye itilmesine neden olmamalıydı. Sağlığında başta ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu ve bazı arkadaşları bütün gücünü resme vermesini öğütlemişlerdi. Her şeye karşın Bedri Rahmi ne yazarlığı, ne ozanlığı bırakacaktı. Resmi, şiiri, yazıyı hem de düzenli gazete yazarlığını bir arada yıllarca sürdürecekti. Kendisi, ona yalnız resim alanında at oynatması öğüdünü veren bazı ozanlardan daha çok sayıda şiir ve yazı yazacaktı…”
Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu Aşk Mektupları
2009’da yitirdiğimiz oğlu Mehmet Hamdi Eyuboğlu, ölümünden önce babası Bedri Rahmi Eyuboğlu ile annesi “Romen Kızı Ernestine’i” bütünleştirmiş, 1932-1950 yıllarını içeren Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu Aşk Mektupları’ndan dört ciltlik bir belgelik oluşturmuştur.
İki sevdalı, bu mektupları kendi ana dilleri dışında üçüncü bir dille (Fransızca) yazdılar. Zarflar, el yazısıyla yazılan mektuplar, desenler, resimler, fotoğraflar, düşler, düşlemler, sevgiler, tutkular, aşklar binlerce sayfada biçimleniverdi.
Kitaplardan birinde yer alan bir mektubun girişine bakalım ve aşkla anadilin birlikteliğinin taşıdığı büyünün güzelliğini görelim.
İnsanın yaşadığı derin duyguları, söze dökememesinin acısı ne büyükmüş meğer!
“Lyon’dan Paris’e, 31 Mayıs 1932
Ernestine,
Dilimizi bilmenizi, hiçbir zaman bugünkü gibi arzu etmemiştim. Size söyleyecek o kadar şey var ki bu ödünç alınmış kelimelerle bütün bunları size anlatmam hemen imkânsız olacak…”
(Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu Aşk Mektupları 1932-1933 Yayına Hazırlayan: Mehmet Hamdi Eyuboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Kasım 1999, s.45)
Bedri Rahmi; yaşama sevincinden, yurt sevgisine, aşktan özleme, doğadan türkülere uzanan geniş yelpazede yalın şiirler yazdı. Açık, aydınlık bir şiirden yana oldu. Dupduru sevgilerin ardı sıra gitti. Yurt gerçeklerini keskin bir söylemle dile getirmemiş olsa da yurt insanının tutkularını, özlemlerini, sevgilerini duyarlı bir dille anlatmaya çalıştı. Mahmut Makal’ın emeğini hor görenlere gönderme yaptığı gibi “İki gözünde iki zindan / On parmağında on çeşme nur” alarak betimlediği Âşık Veysel’e de sahip çıktı.
Şiirlerindeki duyarlığı, düzyazılarında memleket insanına olan sevgisine, halkının yaratıcılığına bağladı.
“Yaşadım!
Erik ağaçları şahidimdir”
“Karadut” şairi Bedri Rahmi, “Ben güzele güzel demem / Güzel faydalı olmalı” ilkesinin ışığında yaşadı. Buna biz de, “erik ağaçları” da tanıktır.
Cerrahpaşa Hastanesi’nde yattığı odanın kapısına astırdığı yazı ne anlamlıdır: “Reisler, İyiyim ama kusura bakmayın çok çok yorgunum. Bağışlayın beni.”
Bedri Rahmi’nin yaşamı sanatçının ölümsüzlüğüne bir örnektir.
Sanat dünyamızın kutupyıldızı Bedri Rahmi’yi ölümünün 45. Yılında sevgiyle anıyoruz.