1970 yılında ailesinin geçmişini araştırmak için gittiği Bulgaristan’da hayata veda ediyor.
1980 yılında 10. Ölüm yıldönümünde Bulgaristan Yazarlar Birliği Sofya’da Orhan Kemal’e bir tören düzenliyor. Türkiye’den törene katılanlar arasında; Asım Bezirci, Şükran Kurdakul, Adnan Özyalçıner de bulunuyor. Bulgaristan Yazarlar Birliği Genel Sekreteri yazar Licezar Elenkov Orhan Kemal için; “Bulgaristan’da en çok okunan Türk yazarıdır” deyip tarihe not düşüyordu…
TRT’nin bir video kaydında Kemal Tahir, Orhan Kemal için “Elde kalem boğuşurken öldü” demişti.
Elde kalem boğuşurken ölen, sevdiğimiz kaç yazar vardı?
Birçoğunu kalemiyle boğuşarak, memleket hasretiyle göndermedik mi bu dünyadan?
Fakir Baykurt’u, Enver Gökçe’yi, Vedat Türkali’yi, Yaşar Kemal’i…
Kalemiyle boğuşurken kaç gazetecimiz katledildi…
Kaç yazarımız dört duvar arasında sıkışıp kaldı…
Kalemiyle boğuşurken kaç şairimiz çorbasına ekmek bandıramadı…
Kalem ve mürekkep en onurlu, en gururlu yaşamları oldu şüphesiz.
15 Eylül, Orhan Kemal’in doğum günü.
15 Eylül 1914 yılında Adana’da doğdu.
1914 yılı, Dünya’nın en sarsıntılı yılıydı.
- Dünya Savaşı başlamış. Fransa, İngiltere, Osmanlı’ya savaş ilan etmiş.
Ruslar, Trabzon’u bombalamış,
Sarıkamış harekatı başlamıştı.
Açlık, kıtlık yılları idi.
Adana Fransız işgali altındaydı.
1922 yılında Fransızlar Adana’dan çekilmek durumunda kaldığında Orhan Kemal sekiz yaşındaydı.
Savaş yıllarının hikâyeleriyle büyüdü Orhan Kemal.
Fabrikada işçi olarak çalıştı.
İşçi bir kadına aşık oldu.
Pamuk tarlalarında işçi sınıfını tanıdı ve işçi sınıfının romancısı oldu.
Yakından tanıdığı yoksulların acılarını yazdı.
Yarattığı kahramanları hem sinemaya hem tiyatroya taşıyarak ölümsüzleşmelerini sağladı.
2 Haziran 1970 yılında, ölümünden iki hafta sonra; Türkiye işçi sınıfı, tarihinin en büyük işçi direnişlerinden biri olan 15-16 Haziran Direnişini yaşadı.
Hasan İzzettin Dinamo “Kutsal İsyan” adlı romanında nasıl Milli Kurtuluş Savaşı’nın gerçek hikâyesini anlattıysa, belki de Orhan Kemal’de “Büyük İşçi Direnişini” bize toplumcu gerçeklikle anlatacaktı…
Şiirden romana dönüşü;
1938’de Niğde’de askerliğini yaparken Maksim Gorki ve Nazım Hikmet okuduğu için ve okuduğu kitaplar üzerinde siyasi propaganda yaptığı gerekçesiyle 5 yıl hapis cezasına mahkum edilir.
O yıldan sonra kendisi için değişim başlar…
1938’de cezaevine girdiği yıllarda Kayseri’de şiir yazmaya başlıyor.
O dönem “Yedi Gün” dergisinde şiirleri yayınlanıyor.
Kayseri Cezaevi’nden sonra Adana’ya oradan da Bursa cezaevine naklediliyor ve cezaevinde geçirdiği yıllarda şiir yazmayı hiç bırakmıyor.
Bursa Cezaevi’ne Nazım Hikmet’in geleceğini duyunca çok heyecanlanıyor ve daha sonra işin rengi değişmeye başlıyor.
1940 Aralığında Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’ne Çankırı’dan nakledilince hemen kaynaşmaya başlıyorlar ve ilk tanışmada birbirlerine çok ısınıyorlar.
Nazım Hikmet daha önce Bursa Cezaevi’nde kaldığı için eski mahkumlar Orhan Kemal’in kim olduğunu, neden içeri düştüğünü anlatıyorlar.
Mahkumların anlatımından sonra Nazım, Orhan Kemal’le daha da yakınlaşmaya başlıyor. Aralarında dostluk bağı kuruluyor.
Orhan Kemal, “Nazım Hikmet’le 3.5 yıl” adlı kitabında, Nazım’ı nasıl heyecanla beklediğini anlatır.
Nazım Hikmet tesadüfen Orhan Kemal’in bir hikayesini okur ve “Orhan kardeşim niye şiir yazıyorsun? Sen düz yazı yazmalısın” diye serzenişte bulunur.
Orhan Kemal’in düz yazıya geçmesinde Nazım Hikmet’in büyük etkisi vardır.
Bugünlerde Orhan Kemal;
İz bıraktığı sinemada, emek dünyasında yerini doldurmaya devam ediyor…
- Adana Altın Koza Film Festivali, Orhan Kemal Emek Ödülünü bu yıl yönetmen Orhan Oğuz’a takdim edecek.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “İstanbul’un Mezarları” Tasarım Yarışmasında Orhan Kemal’in de mezarı bulunuyor.
15 Eylül Salı günü saat 11.00’de Orhan Kemal Müzesi’nde gerçekleştirilecek ödül törenine İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da katılacağı, 49. Orhan Kemal Ödülü’nü kazanan Ayhan Geçgin’e plaketini takdim edeceğini biliyoruz.
Yazarlardan Orhan Kemal’e;
“Orhan Kemal, hikâye ve roman dünyasında hep yoksullukları ve yoksunlukları dile getirdi. Yakından tanıdığı, sevinçlerini ve acılarını yaşadığı kahramanları ölümsüzleştirdi. Onları katı kuralların ekranında değil yaşamanın tazeliğinde anlattı.” Doğan Hızlan
“Orhan Kemal, halkının yüce çıkarlarını, halkının acılarını, sıkıntılarını, kavgalarını yüreğinde duyan, bunu yazdıklarına dipdiri aktarabilen biriydi. Devrim ortamını hazırlayan en büyük yazarlarımızdan biri oldu. Bu yüzden devrimci bir kültürü yaratandır.” Erdal Öz
“Orhan Kemal büyük gerçekçi sanatçımız, mutsuz çoğunluğun sanatçısı, mutsuz çoğunluğu çok sevdiği için mutlu bir insandı. Orhan’ın uğruna savaştığı halk, Orhan’ın istediği günlere mutlaka erecektir.” Ulvi Uraz
“Halkının arasına karışmış, onun çilesini yaşamış, her çeşit sömürüye uğramış işçilerimiz gibi yaman bir yaşam savaşımı vermiş; ekmeğini taştan çıkarmış bir yazın emekçisi. Tüm insanların insanca bir yaşama kavuşması savaşımına yüreğini koymuş bir sanat eri.” Mehmet Başaran
Yazıyı bitirirken;
Pandemi sürecinde Orhan Kemal’in hikâyelerinden sinemaya uyarlanmış bazı filmleri yeniden izledim. “Gurbet Kuşları”, “Devlet Kuşu”, “Bereketli Topraklar Üzerine”, “72. Koğuş”.
Hikâyelerinin hepsi yoksulluk üzerine kurgulanmış.
Adalet arayışı arayan ve ezilen insanların gerçek yaşantılarından kesitler sunuyor…
İzlediğim bir film daha vardı… “Eskicinin Oğulları”
Orhan Kemal’in kitabından uyarlanarak çekilen “Eskicinin Oğulları” filmi, 1962 yılında Şahin Gök tarafından yönetilmiş. Kadir İnanır ve Fikret Hakan’ın oynadığı film, Türkiye sinemasında az bilinen, kıymet görmemiş filmler arasındaydı.
Film; tayını emziren bir at ile pamuk tarlalarında çalışan işçilerin pamuk toplayan ellerinin görüntüsüyle başlıyor. Ayakkabıcılık yapan, ayağı topal olan bir eskicinin yoksulluk içinde nasıl yaşam mücadelesi verdiğini anlatıyor. Hayatlarında salt kefen parası biriktirmek için yaşamaya çalışan ve hiç bilmedikleri bir yere çalışmaya götürülen insanların hikâyesine odaklanıyor. Buradaki en büyük sorun gittikleri yerde ne fabrika, ne tarım ne de hayvancılık vardır. Sizce bugün bu film bize neyi hatırlatır? Diye sormak isterdim.
Ve Orhan Kemal;
“Çok kimse kendindeki kusurun farkındadır, fakat açığa vurmaktan çekinir. Kendindeki kusurları görebilmek bir özelliktir, bu kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele kendisiyle alay edebilmek bir zekâdır.”