Dört koldan “Araplaştırma baskısı” devam ediyor.
Haber oldu gazetelerde. Adı “Cumhuriyet” olan üniversitenin hocası; “Arapça kutsal bir dildir” buyurmuş.
TDK sözlüğünde KUTSAL kelimesi; “tapılacak ya da yolunda can verilecek denli sevilen” ve “güçlü bir dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken” anlamı taşıyor.
Breh breh breh!..
Yahu hoca efendi; bu düşünceye hangi bilgi yolundan ve nasıl vardın! Neden yabancı bir dile tapalım ve uğrunda ölelim!
Kendince gerekçesini eklemiş hoca; “Kur’an Arapça indi, onun için kutsaldır”…
O halde soralım Prof. Yusuf Doğan’a; diğer dillerde indirilmiş Tevrat ve İncil’in “yazı-konuşma dili” de kutsal mı? Demem o ki, İbranice ve Aramice de kutsal mı? Ne de olsa Tanrı tarafından kutsal kitap bahşedilmiş diller arasında bulunuyorlar. Öyleyse hoca’nın mantığına göre İbranice ve Aramice de kutsal olmalı. Ama iddia ediyorum, bu soruya kaçamak cevap verir ya da kabul etmez. Tahminim o ki; onun zihni bu tutarsızlığı/çelişkiyi kavrayacak düzeyde olmadığından, yine “tek kutsal dil Arapça” görüşünde ısrar eder!
Ve devamla; “422 milyondan fazla kişi Arapça konuşuyor” demiş.
Eee hoca efendi, madem sayı çok önemli “Çince ve Hintçe konusundaki düşüncen nedir, bunlar da kutsal mı” diye sorsam, hoca gene kabul etmez; putperest onlar der!
Dünyada hatırı sayılır oranda, yaklaşık 250 milyon Türk ve Müslüman kişi Türkçe konuşuyor desek; kutsiyet addeder mi Türkçemize? Hiç sanmam…
Peki… Latin harfleri yerine Arap alfabesi kullansak, …bir ihtimal!
Şunu da sormak isterim; İslam öncesinde var olan ve hatta Mekkeli müşriklerin kullandığı Arapçayı nasıl kutsal ilan ettin hoca efendi!
Ebu Leheb ve Ebu Cehil’in konuştuğu dilin nesi kutsal eyyy Prof. Yusuf Doğan hoca!.. Kutsal olan dil değil, Kur’an’dır.
Aslında bunların cibilliyetini biliyoruz. Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye dayanır zihniyetleri. Hatta Tokat’ta bir İmam Hatip Lisesi’ne verilmişti adı. Ki; bu Mustafa Sabri Kuva-yi Milliye’ye, Cumhuriyet’e, Atatürk’e etmediği hakaret kalmamış, katıksız bir vatan ve millet hainidir. İdam Fetvası yayınlamıştı, İstiklal Harbi kahramanları için. Sonra kaçıp Yunanistan’a sığınmış, orada çıkarttığı YARIN gazetesinde Türkleri Araplaştırmak gerektiğin vurgulayarak; “…Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum. Tövbe yarabbi, tövbe Türklüğüme! Beni Türk milletinden sayma” diye yazmıştır.
Bu Prof’un sanıyorum Mustafa Sabri’den pek farkı yok! Utanmasa, çekinmese Arap ırkının üstünlüğünden bile bahsedebilir.
Haberde geçen konuşma 18 Aralık Dünya Arapça Günü nedeniyle yapılmış. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin bir İlahiyat Fakültesinde konuşmuş hoca ve “Araplaşma Propagandası(!)” yapmış. Dahası, küçük bir internet araştırmayla ortaya çıkan tabloda büyük bir skandal gizli; neredeyse binlerce İHL’de her yıl “Dünya Arapça Günü” etkinliği yapılıyormuş. Yani milyonlarca öğrencinin körpe beyinleri yıllardır bu hurafelerle yıkanmış durmuş. Kısacası “laik” eğitim sistemimiz, Arapçayı kutsal gören milyonlarca insan üretmiş; salmış aramıza!
O halde sormak lazım; Anayasa ve MEB Temel Kanununa aykırı şekilde “milli kimliğe yabancı/düşman” vatandaş yetiştirme projesi hangi zihniyetin ürünü? Ve hepsinden önemlisi bu cesaretin ve gücün kaynağı nereye dayanmakta? Yoksa Anayasa’nın “laiklik ilkesi” askıya mı alındı!
Türkiye’nin aydınlık geleceği için en büyük tehlike, işte bu Araplaştırma Projesi’dir!
Arap milliyetçiliğinin İslam dinin kullanarak yayıldığı coğrafyalarda açık bir “kültürel asimilasyon” süreci tüm sonuçlarıyla ortada duruyor. Bunun en büyük örneği Kuzey Afrika ülkeleri. Aslen Kıpti-Berberi olan bu toplumlar, Arapça dili sayesinde kusursuz şekilde Araplaşmış durumdalar. Ve yine aynı yolla asimile edilmiş Suriye’nin durumu da bunlar arasında gösterilir.
Müslüman milletlere karşı, Arapçayı hâkim kılmanın basit ve kolay yolu “İslam dili” dayatması ya da telkinin de gizli. Bu yıkıcı tehlikeye işaret ettiğinizde, ellerindeki medya gücü sayesinde “din karşıtı-ateist” yaftasıyla, bireysel/kurumsal düzeydeki tüm sosyal saygınlık ve değerinizi yok edecek şekilde üzerinize saldırıyorlar. Dahası bir adım öteye gidip açıkça hedef gösteriyorlar. Bahriye Üçok, Turan Dursun, Ali Günday ve Aziz Nesin’in başına gelenler ortada. Bu konuda yaşanan son iki örnek ise çok çarpıcı. İlki kendi saflarında bulunmasına rağmen, sırf farklı düşündüğü için Marmara İlahiyat’ın hocası Prof. Mustafa Öztürk’ün alçakça tehdit edilmesidir. Nihayetinde baskıyı kaldıramayan Prof. Öztürk çareyi istifa edip, susmada buldu. Son yaşanansa; bir simge üzerinden kanaatini açıklayan Fikri Sağlar’a yapılan linç girişimi oldu. Saldırı o kadar yoğun oldu ki; bırakın entelektüel camiayı, en yakın arkadaşları, hatta partisi CHP bile eski bakanına sahip çıkamadı. Sonuçta karlı çıkan, güçlenen ve her daim kazanan taraf onlar oluyor.
Türk milliyetçileri bile “siyasal islamın” tarafına geçmiş, Araplaşma hamuruna maya çalmaya devam ediyorlar.
Demem o ki, çevrilen dolap; İslam inancını “asimilasyon silahı” şeklinde dizayn edip, Türk milli kültürünü yok etmek üzerine işletiliyor olmasıdır. Eğer iyi bir gözlemciyseniz, bu yöntem sayesinde “toplumsal dönüşümün” çok hızlı şekilde “gericileştiğini” fark edebilirsiniz.
Öte yandan dünya’da var olan bütün milletleri ve onların dillerinin yaratıcısı olan Allah’ın “yaratma” kabiliyetini yok sayan ve Müslümanlığı, Araplaşmaya indirgeyen bu “yobaz” anlayışa karşı Türk Milleti olarak topyekûn mücadeleye girişmeliyiz. Sinsice bünyemize sirayet etmiş ve içimizden bizi kemiren bu hastalığa karşı acil tedaviye başlamalıyız.
Başlangıç noktası ise; ABD’nin YEŞİL KUŞAK projesinin ürünü olan ve DEVLET POLİTİKASI olarak yoğun şekilde uygulanan “Türk-İslam Sentezi” dediğimiz ARAPLAŞTIRMA sürecinin acilen lağvedilmesiyle başlanmalıdır.