Kıbrıs Üzerine

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Son günlerde Kıbrıs’la ilgili olarak meydana gelen bazı önemli gelişmeler Türk basınında ve siyasi çevrelerinde yeterince ilgi uyandırmadı. O nedenle Kıbrıs’ın geçmişi ve bugünü hakkında yaptığım kısa bir değerlendirmeyi aşağıda sunuyorum:

Önce son gelişmelerden başlayalım: Amerikan Kongresi 2019 yılının Aralık ayında aldığı bir kararla 1987 yılından beri Kıbrıs Rum Kesimine uygulanan silah ambargosunun kaldırılmasını kararlaştırdı. Başkan Trump 14 Nisan2020’de imzaladığı bir kararnameyle bu yasanın uygulanması yetkisini Dışişleri Bakanı Pompeo’ya devretmişti.

Pompeo geçen hafta Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Anastasiades’e telefon ederek bu kararı yürürlüğe koyduklarını ve bir yıl süreyle Kıbrıs Rum kesimine ölümcül olmayan silahların verilmesini serbest bıaktıklarını, bu sürenin daha da uzatılabileceğini söyledi. Basına da bu yolda açıklama yaptı.

Güney Kıbrıs’la ilgili askeri gelişmeler bundan ibaret değil. Amerika Temmuz ayında Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle Uluslararası Askeri Eğitim konusunda işbirliği amacıyla 2021 askeri bütçesine tahsisat koyacağını açıkladı.

Pompeo, bu defa da12 Eylül’de Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyaret sırasında Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Nikos Christodoulides’le “Kıbrıs Kara, Açık Deniz, ve Liman Güvenliği Eğitim Merkezi” isimli askeri işbirliği merkezinin kurulması amacıyla bir mutabakat muhtırası imzaladı.

Geçen yıl NATO Başkomutanı’nın (SACEUR) görev değişim törenine Türkiye’nin itirazına rağmen Kıbrıs Rum Yönetimi temsilcisinin davet edilmesinin yarattığı skandal da henüz unutulmadı.

Yabancı basında Amerika’nın 2021 yılında Kıbrıs sorununun çözümü için ağırlığını koyacağına dair makaleler yayınlanıyor.

Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin 1974 yılındaki harekatından sonra Kıbrıs’ta yaratılan huzur ve güvenlik ortamını zedeleyebilir, Kıbrıs Rum kesiminde sorunu, ABD’nin desteğiyle ve gerekirse güç kullanarak çözmek isteyecek çevreleri heveslendirebilir.

Geçmişte bunun acı örnekleri yaşanmıştır. 1955 yılında Yunanlı General Grivas’ın liderliğinde Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan EOKA terör örgütünün eylemleri Adada hem İngilizlere hem de Türklere karşı silahlı saldırıları başlatmıştı.

1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla Türklerin ve Rumların egemen eşitliği ilkesine dayalı olarak kurulan Kıbrıs Devleti bir barış ve istikrar adası olabilirdi. Ancak Rumlar, Makarios’un öncülüğünde planlanan ve Akritas adı verilen kanlı eylem planlarıyla Türkleri güç kullanarak Adadan tasfiye etmeyi amaçladılar ve 1963 yılındaki kanlı Noel eylemleriyle bu planlarını hayata geçirmeye çalıştılar.

ßaşbakan İsmet İnönü’nün Kıbrıslı soydaşlarımızı Rum saldırılarına karşı koruma amacıyla başlattığı hazırlıklar Başkan Johnson’un, müttefikler arasındaki yazışmalarda örneği görülmemiş bir üslupla kaleme aldığı mektubuyla engellendi.

Sonuçta Rumlar 1960 Antlaşmalarını fiilen geçersiz kılarak Kıbrıslı Türkleri devletteki tüm görevlerinden uzaklaştırdılar ve yönetime el koydular. Rumların silah zoruyla devleti ele geçirme girişimlerini Amerika’nın, Avrupa ülkelerinin ve başka devletlerin Birleşmiş Milletler’de ve diğer uluslararası kuruluşlarda destekleyip meşrulaştıran politikaları yüzünden Kıbrıs meselesini adil ve kalıcı bir sonuca ulaştırmak mümkün olamadı. Bu Rum yanlısı tutumun nedenlerinden biri, 1960 tarihli antlaşmalarla İngiltere’ye bırakılan egemen üslerdir. Bu üslerde İngiltere’nin en büyük elektronik istihbarat üslerinden biri bulunmaktadır. Trodos dağlarındaki ufuk ötesi radarlarla birlikte bu üsler İngiltere ve onunla birlikte çalışan Amerika için büyük bir stratejik önem taşımaktadır.

Başbakan Bülent Ecevit’in önderliğinde ve 1960 Antlaşmalarına dayanan ve garantörlük haklarımıza uygun olarak yaptığımız barış harekatı Adada fiilen barışı ve huzuru sağlamıştı. Ancak ABD Kongresi bu harekata tepki göstererek 1975 yılından itibaren Türkiye’ye yaklaşık üç yıl boyunca süren bir silah ambargosu uyguladı.

Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel’in kararıyla üs ve tesislerimizde bulunan bütün Amerikan askerleri ülkemizden çıkartıldı. Sonunda Türkiye’nin geri adım atmamasına rağmen Amerika bu ambargoyu kaldırmak zorunda kaldı.

O tarihten sonra yapılan görüşmelerde Rumlar, salam taktikleri uygulayarak her aşamada yeni tavizler kopartmaya çalıştılar. Türkler açısından acı bir ilaç niteliğindeki Kofi Annan Planını bile, daha fazla taviz alabiliriz anlayışıyla reddettiler. Buna rağmen Avrupa Birliği, Planı reddeden Rumları, 1960 Antlaşmalarını açıkça ihlal ederek AB’ye üye yaptı. Planı kabul eden Türkleri cezalandırmaya devam etti ve Türkler aleyhindeki ambargoları sürdürdü.

7 Temmuz 2017 tarihinde İsviçre’nin Crans Montana kentinde yapılan görüşmeler Rumların Türkiye’nin Kıbrıs’tan bütün askerlerini geri çekmesi ve garantörlük haklarından vaz geçmesi gibi asla kabul edilemeyecek talepleri yüzünden başarısızlıkla sona erdi.

Altı yıl İngiltere Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Jack Straw Cranz Montana toplantısının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra1 Ekim 2017 tarihinde The Independent gazetesine “Kıbrıslı Türkler ve Rumlar Arasındaki İhtilafı ancak Adanın Bölünmesi Sona Erdirebilir,” başlığıyla bir makale yayınladı.

Bu makalesinde Straw, özetle şöyle diyor: Yaz başında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında bir anlaşma sağlamak amacıyla 11ncisi gerçekleştirilen uluslararası girişimler, daha önceki bütün gayretler gibi Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından reddedildi. Şartları ne olursa olsun, bundan sonraki çabalar da ondan sonrakiler de böyle olacak. Artık Adayı “iki bölgeli, iki toplumlu” bir hükümet oluşturarak birleştirmenin mümkün olabileceği saçmalığına son vermenin zamanıdır. Çözüm Adanın taksimi ve kuzeydeki Kıbrıs-Türk devletinin tanınmasıdır.

Ne yazık ki, Türkiye’de, iktidarda, muhalefette, akademik çevrelerde ve basında Straw’un bu makalesindeki görüşlere sahip çıkarak o doğrultuda politika yürütülmesini savunanlara pek rastlanmadı.

Şimdi, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nın son açıklamasının ışığında, Kıbrıs’ta yeniden silah unsurunu devreye sokarak Türkleri baskı altına alıp sorunu çözebileceklerini zannedenler olabilir.

Bu gibi girişimlerin başarı şansının olamayacağını yakın tarihteki gelişmeler göstermiştir. Yeter ki, daha önceki hükümetler döneminde olduğu gibi Kıbrıs’ı hep beraber bir milli dava olarak kabul edelim, tek taraflı tavizlerden kaçınarak haklarımızı ve çıkarlarımızı sonuna kadar kararlılıkla koruyalım.

Öte yandan, ABD Başkan adaylarından Biden, 17 Ocak 2020’deNew York Times’da yayınlanan mülakatında, Türkiye’de ‘demokratik yöntemlerle’ iktidara karşı muhalefeti destekleyeceklerini, ‘Mecliste Kürtlerin sürece katılmasına çalışacaklarını’ söylüyor ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz araştırmalarını ve diğer bazı faaliyetlerini engelleyeceğini ifade ediyor.

Türkiye’de Biden’ın uluslararası ilişkilerde geçerli olan egemenlik ve bağımsızlık ilkleriyle ve demokrasiyle taban tabana zıt olan bu görüşlerine gösterilen tepkiler maalesef hak ettiği kadar güçlü olmadı ve dünyada pek ses getirmedi. Oysa bu konuyu gündemden düşürmemek ve Türkiye’nin iç politikası da dış müdahalelere hiç bir zaman müsamaha göstermeyeceğini her vesileyle vurgulamak gerekiyor.

Bütün bu gelişmeler Kıbrıs sorunuyla Doğu Akdeniz’deki gerginliklerin birbiriyle yakından ilgili olduğunu ve her iki konuda da büyük devletlerin Türkiye’ye yaptıkları baskıları arttırarak arzu ettikleri sonuçlara ulaşabileceklerini düşündüklerini gösteriyor.

Yunanistan’ın bu ortamdan yararlanarak Ege’deki çıkarlarını ve etki alanlarını genişlemeye çalıştığı görülüyor. İsrail ve Güney Kıbrıs’la birlikte başlattıkları ve Amerika’nın da destek verdiği stratejik işbirliği girişimi Doğu Akdeniz’deki dengeleri değiştirmeyi amaçlıyor.

Bölgedeki doğal gaz rezervlerini keşfeden ve bunların işletilmesi için imtiyaz alan Amerikan, Fransız ve İtalyan şirketlerinin bağlı bulundukları ülkelerin kendi ulusal menfaatlerini korumak için gerektiğinde askeri caydırma gücünü kullanma yoluna gidebileceklerin işaretleri alınıyor.

Ülkemizi bu kadar yakından ilgilendiren gelişmeler karşısında böylesine önemli dış politika konularında iç politika hesaplarını bir tarafa bırakarak ulusal çıkarlarımızı birlikte ve en etkili biçimde korumanın yollarını ortak akılla araştırmaya çalışmak bence en isabetli yol olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs Barış harekatının en önemli başarılarından biri Kıbrıslı soydaşlarımızı can ve mal güvenliğine kavuşturmak, bir diğeri de Kuzey Kıbrıs’ta demokratik, laik ve bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına yardımcı olmaktır.

Bunun için Türkiye’deki bütün siyasi partilerin, basının ve akademik çevrelerin bir yandan KKTC’deki iç politika gelişmelerine karışmamaya özen göstermeleri, bir yandan da yabancı ülkelerin yıllardan beri gördüğümüz, böl ve hükmet yöntemleriyle Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki dayanışmayı zedeleme ve Kıbrıs’taki siyasi gelişmeleri kendi beklentileri doğrultusunda etkileme çabalarına fırsat vermemeleridir.

1974 Barış Harekatının mimarı Başbakan Bülent Ecevit ile Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş tarafından yürütülen büyük mücadelenin hedeflerine ve kazanımlarına sahip çıkmak hepimizin görevi olmalıdır.

Kıbrıs Üzerine

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!