Alaittin Özkan arkadaşımın kaleme aldığı ve hiç unutamadığı bir hayatı size aktarmak istiyorum.
Sezer Hanım İzmir’li güzel bir kadındı.1972 yılında Almanya Siemens firmasına işçi olarak gelmişti. Ailesi kültürlü ve sosyete bir aile olduğu, davranışlarından anlaşılıyordu. Güler yüzlü, ama her şeye gülmeyen, oturmasına kalkmasına dikkat eden bir kadındı. Bu ciddiyeti birçok erkeğin ilgisini çekerdi. Onun için herkes onunla çıkmak isterdi; ama Sezer Hanım kimseye yüz vermezdi.
Aynı lojmanda kaldığımız için Sezer Hanımı tanıyordum. Ayrıca eşimin de iş arkadaşı idi. Genelde Türk erkekleri tarafından rahatsız edildiği için Sezer Hanımın Türk erkeklerine karşı bir antipatisi oluşmuştu. Nihayet Sezer Hanım bir İtalyan’la çıkmaya başladı. Benim de tanıdığım bir İtalyan’dı. Türkleri seven, her şeyden evvel Akdeniz kültürüne sahip yakışıklı bir gençti. Fakat etrafındaki Türkler Sezer Hanımın bu davranışından hiç hoşlanmadılar. “Nasıl olur da biz varken bir İtalyan!” deyip durdular.
Milli duyguları kabaran bu kişiler, “Ya benimsin ya toprağın!“ kültürü ile yoğrulmuş Anadolu delikanlılarını temsil eden tiplerdi. Bu tiplerden birinin “Ulan İtalyan’a var da bize yok mu?”diye bağırdığını hatırlarım. Çok iyi tanıdığım biriydi bu bağıran adam. Evli ve iki çocuğu vardı; ama haftada bir gün ancak gelirdi evine; o da hanımını kontrol etmek için. Çünkü kendisi bir Yugoslav kadınla dost hayatı yaşıyordu. Türk erkekleri evli de olsa yabancı kadınlarla yaşamalarını “Çapkınlık!” diye adlandırırken kızlar aynı şeyi yapınca “Orospu!” derlerdi. Sezer Hanımın bir İtalyan’la evlenmesinde bu tiplerin önemli rol oynadığını söyleyebilirim.
Nihayet Sezer Hanım Sercio ile evlendi. Bir müddet sonra çocukları Marko doğdu. Marko çok tatlı bir çocuktu. Anne Türk, baba İtalyan olunca Akdeniz’in tüm güzelliklerini üzerinde toplamış bir bebekti. Ama nedense bir gün Sercio ülkesine dönmeye karar verdi. Zaten onu tanıdığım sürece Almanlardan ve Almanya’dan hiç hoşlanmamıştı. Sezer Hanım bu durumdan hiç memnun olmadı. Çünkü İtalya’ya gitmek istemiyordu. Yeterli İtalyancası da yoktu.
Ancak Sercio kararlıydı ve Marko’yu yanına alarak ülkesine döndü. Öncesinde Sercio, Marko’yu tekrar geri getireceğini söyleyerek gitmişti. Çünkü Sercio’ya güvendiği için Marko’nun Almanya dışına çıkması için vekalet vermişti. Ancak Sercio bir daha Almanya’ya geri dönmedi. Uzun yıllar Sezer Hanım, Marko’nun yokluğuna alışamadı. Süreki ağlıyordu. Derdini ne Alman yetkililere ne de Türk yetkililere anlatabiliyordu. Çünkü bu ülkeler arasında hukuki bir anlaşma yoktu.
Nihayet Sercio bir gün Sezer Hanım’ı arayarak Marko’yu görebileceğini söyledi. Bu arada Marko sekiz yaşında olmuştu. Sercio İtalya’nın Calabriya bölgesinde bir balıkçı kasabasında yaşıyordu. Sezer Hanım trene binerek bu kasabaya doğru yola çıktı. Trenden indiğinde çok heyecanlıydı. Bir ara kalbinin heyecandan yerinden çıkacağını düşündü. Artık Marko’nun bulunduğu eve gelmişti. Marko kapıda onu bekliyordu. Annesini görünce uzun uzun gözlerine baktı ve sonra elindeki resme baktı aniden evin içine girdi. Odasının kapısını kapattı. Uzunca bir zaman dışarı çıkmadı.
Babası ile konuşuyordu, ama annesi konuşmaları anlayamıyordu. Daha sonra aniden dışarıya çıktı ve annesinin elini tuttu. Annesini arkasından çekerek kasabanın merkezine doğru yürüdü. Marco balıkçılara bağırarak “Quella ê mia mamma, Quella ê mia mamma (Bu benim annem, bu benim annem)” diye haykırıyordu. Annesini bütün balıkçılarla tanıştırdı.
Sezer Hanım İtalya’dan geri dönerken bir daha oğlu Marko’yu göremeyeceğini düşünemiyordu. Ancak düşünmediği başına geldi ve bir daha oğlu Marko’yu göremedi. Çünkü Sercio, Sezer Hanım’la olan ilişkisini tümden kopardı. Marko’yu bir daha göremeyecek bir şekilde adresini kaybettirdi. Uzun yıllar geçti aradan. Belki Marko’yu tekrar görürüm umudu ile yaşadı Sezer Hanım ama nafile!
Acısını unutmak için tekrar evlenmeye karar verdi. Bedensel engelli bir Türk ile tanıştı. Çocuğunun açtığı yara yüzünden mutlu olamayan bir bayan için sadece bir deneydi bu evlilik. Zaten kocasının özürlü hali de bu evliliğin tuzu biberi oldu. Daha fazla yıpranmamak için bu evliliğe de son verdi.
Son gördüğümde Sezer Hanım çok bitkin bir haldeydi. Lojmanın en güzel kızından geriye bir enkaz kalmıştı. Bir kafeteryanın bahçesinde kahve içerken görmüştüm; ama tanımakta zorlanınca yanıma geldi. “Çok yıprandım; arkadaşlar beni tanımakta zorluk çekiyor. Sen de tanımadın beni biliyorum!” dedi. Ne söyleyeceğimi bir anda şaşırdım. Dedikleri doğruydu. Kendisini zor tanımıştım ve “Şu güzel kadın ne hallere girmiş!” demiştim. Türkiye’ye döneceğini söyledi bana. Almanya’da her şeye yarım başlandığını ama Türkiye’de baştan yeni bir hayata başlayabileceğini söyleyerek ayrıldı.
Aradan yıllar geçti. İzmir’den Adnan Menderes Havalimanında Sezer Hanım’ın bir arkadaşı ile karşılaştım. Aynı uçaktaydık. Sezer Hanım’ı sorunca çok üzgün bir şekilde anlatmaya başladı: ”Sormayın, oğlu Marco İtalya’dan Münih’e geldi. Bir hastanede asistanlık yapıyormuş. Sezer, doktor oğlunu görmek için Almanya/Münih’e gelme hazırlığı yaparken aniden hastalandı ve hemen hastaneye kaldırıldı. Bir hafta boyunca yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetti ve Marko’sunu göremedi.”
Çok üzüldüm. Marco hakkında elimde hiçbir ip ucu yoktu. Belki bulurdum onu ve annesinin tam onu görmek istediği bir zamanda öldüğünü söylerdim, ama olmadı. Bu hayatı hiç unutamadım. Aklıma geldikçe üzülürüm.
Kaynak: Alaittin Özkan, Münih, Mart 2023