Bu şarkıyı annem söylediğinde büyük keyif alırdı. En azından ben öyle hissederdim. Şimdi bu şarkının hikayesini yazmak için düşündüğümde şu geldi aklıma:
Bu şarkıdan alınan keyif yaşla birlikte artıyor. On sekiz yaşlarındayken insan pek bir şey anlamıyor; ama yaş kırk, elli, altmış hatta yetmişi geçince şarkının etkisi de kademeli olarak artıyor gibi geldi bana. Şimdi merak ettim. Siz ne dersiniz?
Bildiğiniz üzere güftesi Hikmet Münir Ebcioğlu’na aittir. Bu ismi asla unutmayın! Sizin çok sevdiğiniz şarkıların da güftesini yazmıştır. Şimdi burada yazmayacağım; zamanı geldikçe göreceksiniz. Hadi dayanamadım birini yazayım: “Gökyüzünde yanlız gezen yıldızlar.” Bu şarkıyı bilmeyenimiz yoktur, diye düşünüyorum.
Hikmet Münir Ebcioğlu üstadımız 31 aralık 1985 tarihinde vefat edip Aşiyan mezarlığına defnedilmiştir. Hazır yeri gelmişken size onunla ilgili çok önemli bir ayrıntıyı da aktarmak isterim. Çok üzücü bir olayı, o yıllarda gazeteci ve haber spikerliği yaptığı için o duyurmuştu. Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda son nefesini verdiği haberini radyodan bütün dünyaya o seslendirmişti. Her ikisinin de mekanı cennet olsun.
Şimdi biz şarkımızın hikayesine gelelim. Üstadın işyerinde çok samimi olduğu bir arkadaşı vardır. Şiirsel konuşsa da hayatında hiç şiir yazmamış bu arkadaşı! Arkadaşı hayatında olan her şeyi akşam masaya oturdular mı muhakkak ona açar, akıl vermesini isterdi. Yine günlerden bir gün buluşmuş, sohbete dalmışlardı. Arkadaşı başına gelenleri ona anlatıyor ve “Ne yapmam gerekiyor?” diye akıl istiyordu. Üstat:
“Yahu sen sevmekten hiç usanmayacak mısın? Bu ne şıpsevdiliktir!”
“Üstat, sevmekten kim usanır? Sevgiye doyum olur mu?”
“Ama sevenle de oyun olmaz! Bunu hala öğrenemedin mi?”
“Evet, onu da doğru diyorsun! İşte benim sorunum da bu zaten!”
“Sen kaç kere bu masalarda bana yemin ettin. Bir daha her gördüğüme aşık olmayacağım, diye bilmiyor musun?”
“Çoktur muhakkak! O yeminlerden sonra kaç gönüle de girdim, inan onu da bilmiyorum!”
“Ne diyeyim ben sana? Benim başımı da belaya koydun! Ben şimdi Jale’ye ne diyeceğim? Beni de araya koyup sıkıntıya sokuyorsun! Sana benim de güvenim kalmadı vallahi! Bu kızı kaçıncı aldatışın ve kaçıncı yemin edişin? Artık kızın yüzüne bakamıyorum!”
“Ya üstat, inan onsuz yapamıyorum ve onu unutamıyorum. Her seferinde ona dönüyorum. Üstat ben hasta mıyım?”
“Büyük ihtimalle sevme hastalığına tutuldun!” deyip gülüştüler.
Sohbet uzayıp gitti. Kah güldüler, kah hüzünlendiler. Artık gecenin sonuna gelmişlerdi.
“Üstat, dediklerimi ona söyleyeceksin değil mi?”
“Hayır demeyeceğim! Sen kendin diyeceksin!”
“Nasıl yani? Benimle konuşmuyor ki!”
“Son kez ondan rica edeceğim. Yarın burada buluşacağız ve pişmanlığını ona sen aktarırsın!”
“Sen nasıl istersen, inşallah kabul eder!”
“Son kez dedim sana, bunu sakın unutma!” deyip ayrıldılar.
Ertesi gün akşam olmuş, üstat arkadaşının sevdiği kızı buluşacakları yere getirmişti. Arkadaşı daha önce mekana gitmiş, masayı güzelce donatmıştı. Vazonun içine de harikulade bir gül demeti koydurmuştu. Masanın başında onları bekliyordu. Mekan küçük, ama çok şiirin bir yerdi.
Üstat, diğer masalara baktığında ‘Rezerve edilmiştir!’ ibaresini görünce “Demek onun için mekan boş!” diye aklından geçirdi. Ancak salonda dün akşamdan farklı başka bir güzellik vardı. Arkadaşı masadan onlara doğru yürüdü.
“Jale hoşgeldin!” deyince Jale başını öne eğerek ‘Hoşbulduk!’ anlamına gelen hareketi yaparak masaya doğru ilerledi. Arkadaşı masaya kadar ona eşlik edip sandalyesini çekerek oturmasını sağladı.
Masaya oturmuş, sohbete başlamışlardı. Aradan zaman geçmiş ilk yemekleri gelmişti. Ancak salon hala boştu. Üstat, lavaboya gitmek için izin isteyip masadan kalktı. Daha önce konuştukları gibi arkadaşı bu arada ondan özür dileyecek, kendini affettirecekti. Artık zaman gelmişti. Arkadaşı ağzını sildi ve Jale’ye döndü.
“Jaleciğim, seni çok üzdüğümü biliyorum. Sana içimden geçenleri saf ve temiz duygularımla aktaracağım, lütfen buna inan! Benim şıpsevdiliğimi ben de sevmemeye başladım. Ancak şıpsevdi olmadığımı bu geçen sürede anladım. Çünkü kime tutulsam bir iki gün sonra sensiz olamayacağımı ve sensiz yapamayacağımı kafamdaki düşünceler beni hırpalayarak bana her saniye hatırlatıyor. Bir başkasına bakarken bile sensiz yapamayacağımı anladım. Kalbim de bunu test etti, buna inan! Lütfen bunu böyle kabul et!”
“Kaç kere yemin ettin ve bozdun! Bunun böyle olmayacağını nereden bileyim, söyler misin?”
Arkadaşı ayağa kalktı ve karşısında diz çöktü. Cebinden çıkardığı yüzüğü ona uzattı. Bu olanları üstat izliyor ve sesleri duyuyordu. Birden şaşırdı. Böyle bir şey konuşmamışlardı. Arkadaşı konuşmuş olacak ki çok güzel bir keman sesi geliyordu bir yerlerden! Keman çalan kişi görülmüyordu.
“İster yüzümü güldür, istersen ağlat beni! Bir günümü değil, bütün günlerimi al benim! Sensiz yapamıyorum! Bak sana geldim! Lütfen bu teklifimi kabul et!”
Jale çok şaşırmıştı. Şaşkınlıktan açık kalan ağzını eliyle kapamaya çalıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onun için büyük sürpriz olmuştu. Üstat bu manzarayı şaşkınlıkla izliyordu. Jale şaşkınlığını atlattıktan sonra yavaşça yüzüğe uzandı; fakat alıp almamakta terettüt etti. Birkaç saniye geçti ve arkadaşının uzattığı yüzüğü eline aldı. Boş olan salon bir anda ana baba günü olmuş, ne kadar arkadaşları varsa saklandıkları yerlerden ortaya çıkıvermişlerdi. O gecenin sürprizinden üstadın da haberi yoktu.
Harika bir gece geçirdiler. Gece bitmiş, üstat eve dönmüştü. Olanları düşündükçe kafasında kelimeler uçuşmaya başlamıştı. Hem o geceyi ve hem de bir önceki geceyi düşünerek mısraları yazmaya başladı. İşte bu harika mısralar Teoman Alpay’ın bestesiyle günümüze ulaştı.
Sevmekten kim usanır
Tadına doyum olmaz
Hangi gönül uslanır âh
Sevenle oyun olmaz
Kaç kere yemin ettim (âh)
Kaç gönüle de girdim
Sensiz yapamıyorum âh
Bak yine sana geldim
İster yüzümü güldür
İstersen ağlat beni
Bir gecenin koynundan al
Bin geceye at beni
Bu besteye ilham olan çift mutlu, bahtiyar yaşamıştır, diyerek bu hikayeyi burada bitireyim. Hoşçakalın.