Ülkemizi yöneten, yönetirken de felakete sürükleyen iktidarın hiçbir ilkesi, rotası, yönü ve çizgisi yok! Olduğu söylenen “Siyasal İslamcı” ideolojisi bile gayri milli ve gayri İslami. Bu ideolojinin mucidi Almanlar. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) öncesinde Osmanlı coğrafyasına göz diktikleri ve buradan İngilizlerin elinde bulunan Hindistan’a ve Mısır’a el atabilmek, İngiltere, Rusya ve Fransa’nın yönetiminde bulunan Müslümanları ayaklandırabilmek için bu ideolojiyi geliştirmişlerdi. İktidarın rol modeli olan II.Abdülhamid’in Osmanlı’yı kurtaracağı düşüncesiyle sarıldığı Panislamizm ideolojisinin arkasında Alman babadan Yahudi anadan doğan Alman diplomat Max von Oppenheim ile Almanya İmparatoru II.Wilhelm vardı.
İktidarın en büyük aşkı, desteklediği, liderliğini yapmaya çalıştığı ve bu yüzden Mısır, Suudi Arabistan ve BAE başta olmak üzere birçok ülkeyle kavgalı hale gelmemizin nedeni olan İhvan, diğer adıyla Müslüman Kardeşler; hilafeti kaldıran Atatürk’e, Aydınlanma Devrimlerine, Türkiye Cumhuriyeti’ne tepki olarak ve bu gelişmelerin İslam dünyasını domino etkisi altına almasını engellemek maksadıyla İngilizlerin ustaca bir manipülasyonu ile 1928’de Mısır’da kurdurulmuştur.
Ilımlı İslam
Başkalarını emperyalizmle işbirlikçilik yapmakla suçlayacak en son örgüt İhvan’dır. İngiliz istihbaratı ile yakın ilişkileri 1940’lara, CIA ile ilişkileri ise 1950’li yıllara uzanır. İhvan 1954-1970 arasında Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ı devirmek için CIA ile iç içe çalıştı. Demem o ki; inanç ve itikadın dışına çıkarılmış ve siyasallaştırılmış İslam adı ne olursa olsun “Panislamizm”, “Siyasal İslam”, “Ilımlı İslam” veya bir başkası, emperyalizm tarafından hep kullanılmıştır.
İktidar da ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin alt projelerinden biri olan “Ilımlı İslam” projesinde sonuna kadar kullanıldı. Üstelik inandı da! Atlantik üzerinden estirilen Arap Baharının ayağına gelmiş bir fırsat olduğunu sandı ve bu bağlamda “Yeni Osmanlı” hayalini canlandırabileceğini ve İslam dünyasının lideri olabileceğini sandı. Bu yüzden Suriye’deki vekalet savaşına balıklama daldı ve bu ülkenin Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümetini yıkmaya kalktı, sonrasında da Libya bataklığına da daldık.
“U” Dönüşlerinin Nedeni
Çıkış stratejisi olmayan bu girişimler, mali kaynaklarımızı da tüketti. Sonucunda yalnızca Suriye’den, yaklaşık 4 milyon sığınmacıyı kucağımızda bulduğumuz bu girişimler sırasında radikal İslamcıları daha doğru bir ifade ile Suriye’nin teröristini de Suriye’ye karşı koruduk. Bugün ise 11 yıllık Suriye siyasetimizde bir “U” dönüşü yapmaya çalışıyoruz. Bu “U” dönüşü yapma hamlesi sadece Suriye ile de sınırlı değil. Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve İsrail de var. Bu yanlışlardan dönülüyor olması, yaptıklarının Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları ile çatıştığını fark ettiklerinden de değil kesinlikle! Ekonomik iflas, tükenmişlik, çaresizlik, dış dünyada yalnızlık, destek verdikleri ve kader birliği yaptıkları İhvan’ın her yerde yenilmesi ve tasfiye edilmesi, “Siyasal İslam” ideolojisinin Ortadoğu’da çökmesi ve Türkiye’de seçim kazanma şansının çok zayıflaması bu “U” dönüşlerinin belirleyicisi olmuştur. İktidar tüm cephelerde yenildiği ve bittiği için kendini kurtarabilmek ve iktidar olmaya devam edebilmek için değişim peşinde koşuyor.
ABD’nin desteği ve operasyonlarıyla bulunduğu konuma gelen ve önü açılan iktidar şimdi de Rusya’nın desteği ve operasyonlarıyla yerini ve gücünü korumaya çalışıyor. Putin’le bu aşamaya bir anda gelinmedi. 2015’de Suriye’de Rus savaş uçağını düşürmemizden sonra Rusya’nın duygusal olmayan dengeli tepkisiyle başladı, Rus Büyükelçinin öldürülmesi, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde iktidara verilen destek, S-400 hamlesi ve Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonlar için alan açılması ile devam etti. Şimdi de ekonomi başta olmak üzere kader birliği geliştiriliyor.
Suriye Yakınlaşmasının Önündeki Engeller
İktidarın aslında Putin ve Rusya ile hiçbir gönül bağı yok, hiçbir zaman da olmadı. Hatta tarihten gelen bir doku uyuşmazlığı var. İktidarın Rusya’ya yaklaşmasının nedeni; ABD’yi dengeleyebilme, kendisini iktidara getiren ve önünü açan ve hala gönlünde olan eski sevgiliyi kıskandırma isteğiydi. İktidar bu kapsamda Biden’ı kazanabilmek için neler yapmadı ki! Ama olmadı, olmuyor! Olumlu bir yanıt alsaydı, 24 Şubat’ta başlayan Ukrayna Savaşı’nda Rusya’ya tam olarak karşı cephede olurdu. İktidarın gerçekten hiçbir konuda belirli bir ilkesi yok. Tek hedefi; kendi siyasi geleceği.
Suriye konusunda “U” dönüşü yapılabilmesinin önünde iki engel var. Birincisi; işbirliği yapılan adına önce ÖSO sonra Suriye Milli Ordusu denen radikaller. Zaten ilk tepki onlardan geldi. İkinci ve daha da önemlisi; ABD de Türkiye’nin Beşar Esad yönetimiyle barışmasını ve bölgenin güvenliği için beraber hareket etmesini istemez. Çünkü bu birlikteliğin sonuç olarak radikallerin bölgeden temizlenmesini gerektireceğini, namlunun ucunun PYD/YPG’ye dönebileceğini ve bu gelişmelerin kendisinin Suriye’de kalabilmesini imkansızlaştırabileceğini bilmektedir. Bu anlamda Türkiye ve Suriye yakınlaşmasını engelleyecek her türlü provokasyon beklenmeli ve hazırlıklı olunmalıdır. Ayrıca Putin ve Beşar’ın sıkışmış ve manevra alanı kalmamış iktidardan kabul edilmesi zor talepleri de olabilir.
Muhalefet Yanlış Mesajlar Vermemeli
Muhalefet, sanki seçim zaferi havasına biraz erken girmiş gibi. Bu çok yanlış. Çünkü bu seçimin sonucuna etki edecek dış dinamikler de var. Bunu yok sayma lüksümüz yok. Beğenmiyor olabilirsiniz ama gerçek bu. Bu yazımı bu nedenle kaleme aldım, uyarıcı olabilmek için. Muhalefetin dış dünyaya vereceği mesajlar çok ama çok önemli. Halen devam eden Ukrayna Savaşı başta olmak üzere verilebilecek yanlış mesajlar Putin’in ülkemizi felakete sürükleyen iktidarla daha fazla kader birlikteliği yapmasına neden olur.
İktidarın siyasi ikbali için Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarını yok sayan geçmişteki hamleleri ve şimdiki U dönüşleri, ülkemizi büyük güçler için adeta bir mücadele alanı haline getirmiştir. Bu mücadele seçim sürecinde artarak devam edecek, istikrarı ve güvenliği ciddi şekilde tehdit edebilecek, seçim günü ve sonrası antidemokratik gelişmelere bile neden olabilecektir. Muhalefet bu farkındalık içinde davranmalı, stratejisini ona göre revize etmeli, önümüzdeki süreç içinde dış dinamikleri olumsuz etkileyecek ve kışkırtacak açıklamalar yapmamalı, hatta güvenceler vermelidir.
Müttefiklik mi, Hegemonik İlişki mi?
Putin liderliğindeki Rusya, Türkiye’deki seçim sürecini iktidar lehine değiştirmeye çalışan operasyonlardan kaçınmalı ve kısa vadeli çıkarları için Türkiye-Rusya dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini gelecek nesilleri de etkileyecek şekilde dinamitleyen girişimlerden uzak durmalıdır. İktidarların geçici olduğu unutulmamalıdır.
Bugünkü Türkiye manzarasının, dış dinamikler açısından geçmişten bugüne dek en büyük sorumlusu ABD’dir. Bırakalım geçmiştekileri, son dönemde bile Türkiye’yi bölgesel planlarında taşeron olarak kullanabilmek için Türkiye’nin karanlık yüzüyle aydınlık yüzüne operasyon yapmıştır. Kısa vadede tabii ki kazançları olmuştur. Ya uzun vadede? ABD aleyhtarlığı, şu an Türkiye’de tarihte hiç olmadığı kadar yüksek bir seviyede! Bunun sorumlusu da bizzat ABD’dir. Yöneticileri ve derin yapıları şapkalarını önlerine alıp bu sonuçları değerlendirmeli ve kendilerine sormalıdır; Türkiye ile karşılıklı güvene, saygıya, çıkara dayanan bir müttefiklik mi kurulmalı, yoksa hegemonik bir ilişki mi?
Nasıl Bir İlişki Peşinde Olmalıyız?
İngilizlerin kendi bakış açılarıyla konumlandırdığının aksine, Türkiye Ortadoğu’da değildir. Türkiye’nin bulunduğu yer, dünyanın merkezi olan bir bölgedir. Burası üç kıtanın birleştiği ve uygarlıkların ortaya çıktığı bir coğrafyadır. Ülkemizin bu jeopolitik durumu, dış politikamızı yönlendirmektir. Türkiye’nin peşinen hiçbir düşmanı yoktur. Zaman içinde oluşan düşmanlıklar da geçicidir ve ilanihaye devam etmez. Ne ABD, ne Rusya, ne Çin, ne de bir başkası… Karşılıklı saygı, güven ve yarar, Türkiye’nin diğer ülkelerle olan ilişkilerinin belirleyicisi olmalıdır.
Mustafa Başdoğan’ın Hayal Yayınları’ndan çıkan “Değişen Ekonomik Sistem ve Hayali İhracat” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.