Amiraller Duyurusu için hazırlanan iddianame, gerçekten tam bir hukuk skandalı. Bu sadece bu köşenin yazarının değil, iktidarın kontrolündeki devlet aygıtı içinde olmayan saygın hukukçuların, baro başkanlarının, bilim insanlarının, siyasetçilerin ve yurtseverlerin değerlendirmesi.
Bu iddianame bir hukuk metni değil. Sonuçları itibarıyla verdiği görüntü; iktidarın önünü açmaya, ekonomik iflas, bölgesel ve küresel yalnızlık ve seçim kazanma şansını kaybetmiş olması nedeniyle düşmüş olduğu sıkışıklığı aşmaya ve gündemi değiştirmeye yönelik siyasi bir metin hüviyetinde.
ABD ve Rusya’ya Mesaj
Savcı belki farkında değil ama hazırladığı bu iddianame; ABD’ye iktidar adına Montrö’den taviz verilebileceği, direnç gösteren ve halkı bilgilendirerek farkındalık sağlamaya çalışan yurtsever amirallerin bile içeri atılabileceği açık mesajını veriyor. Ayrıca Montrö ile Karadeniz’de kurulan dengeyi kırmızı çizgi olarak gören, ihlali halinde savaşı dahi göze alabilecek ve Türkiye’ye karşı her türlü kötülüğü yapabilecek durumda olan Rusya’ya da ülkemiz adına olumsuz bir mesaj veriyor.
İdlib’de resmi rakamlarla göre 33 askerimizi Ruslar şehit etti. İktidar bunu bilmesine rağmen Moskova’ya gitmek zorunda kaldı ve ne kadar aşağılayıcı bir muameleye maruz kaldığımızı tüm Türkiye gördü. Hatta bunu görelim diye Kremlin’deki görüntüleri Ruslar basına servis etti. Yine tarihimizden çok iyi bilmeliyiz ki; Osmanlı’yı bitmez tükenmez savaşlarla yıkan sert güç, batıdan İstanbul’un kapısına kadar dayanan, doğudan Anadolu’nun içlerine kadar giren Ruslardır. Gerçekçi olmak gerekirse; 1917 Bolşevik Devrimi olmasaydı Rusları Anadolu’dan çıkaramaz, hatta Kurtuluş Savaşı’mızı bile yapamazdık. Bu gerçekleri bilen başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetimizin kurucularının bize miras olarak bıraktığı dış politika ilkelerinin başında “Kuzey komşumuz Rusları tahrik etmemek” gelir.
Cumhuriyet Savcısının Görevleri
Cumhuriyet savcıları şüphelilerin aleyhine olduğu kadar, lehine de delil toplar. Ama iddianamede Amiraller Duyurusuna iktidarın yönlendirmesi ve hatta emir komutası ile oluşturulan tepkilere yer verilmesine rağmen, duyurunun yazılmasına neden olan iki konudan biri olan “cübbeli ve takkeli” amiralin yarattığı infiale ve bu duruma yönelik tepkilere yer verilmemiş.
Diğer taraftan; duyurunun ana nedeni Montrö olmasına rağmen iddianamede Montrö’nün önemi, öncesi ve tarihsel gelişiminden hiç bahsedilmemiş. Ama duyuru darbe karşıtı olmasına rağmen sanki darbeyi ima ediyormuş gibi 27 Mayıs’tan başlayarak günümüze kadar olan tüm askeri müdahaleleri yazmayı görev bilmiş. Osmanlı’yı da yazabilirdi aslında! Resmi olarak Osmanlı’da 13 padişah darbe ile devrilmişti. Resmi olmayan sayı belki daha da fazladır.
Arkasında İktidar Var
Anayasa’nın 26. Maddesi; “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama, yayma hakkına sahiptir” diyor. “Amiraller Duyurusu” da tam tamına bu anayasal ve demokratik hakkın kullanımıdır ve bu duyurudan darbe iması çıkarmak kötü niyetli ve maksatlı bir yaklaşımdır.
Amiraller Duyurusunun 3 Nisan saat 22.54 de bir internet sitesinde yayınlanması üzerine 4 Nisan günü sosyal medya ve basında tek kaynaktan yönlendirildiğinin anlaşılması çok da zor olmayan bir karalama kampanyası başlatıldı. Bu kampanyanın arkasında iktidar ve trollerin olduğuna dair hiç şüphe yok.
Bakan Soylu’nun İfadesine Başvuruldu mu?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu duyuru ile ilgili olarak “Gece yarısı dönüp bize ültimatom veremezsiniz, verdirtmeyiz!” dedi veaçıklamanın uluslararası bağlantısıyla ilgili bir takım tespitlerinin olduğunu söyledi. Gerçekten; neymiş bu uluslararası bağlantı, iddianamede neden yok? Savcı bu konuda Bakan Soylu’nun ifadesine başvurdu mu? Yoksa toplumda infial yaratmak için söylenmiş maksatlı bir söz müydü? Bu durum hukuka uygun olabilir mi?
Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü de duyuru hakkında birtakım açıklamalar yaptı ve hedef aldılar. Kamu vicdanı bu açıklamaların Bakan Soylu’nun talimatıyla olduğunu düşünüyor. Bu konuda bir araştırma yapıldı mı?
Vicdanen Rahatlar mı?
Hulusi Akar yaptığı açıklamada “Haddini aşan bir bildiri. Mekanizma nasıl oluştu, onu anlamaya çalışıyoruz. Bunun arkasında ne var?” demiş. Ben söyleyeyim; vatanseverlik, milletseverlik duygusu ve tarihimize saygı, bilgi birikimini ve deneyimlerini halkla paylaşma ve ülkesi için son nefesine kadar karşılık beklemeden bir şey daha yapabilme niyeti var. İçlerinde 90’lı yaşlarını aşanların da bulunduğu emekli amiraller işte bu duygularla ve niyetle hareket etti. Bu duyguları olmayanlar için olanları anlaması gerçekten zor.
Daha vahimi; yüksek yargının iki organı olan Danıştay ve Yargıtay, henüz soruşturma aşamasında, haklarında iddianame düzenlenmemiş, sanık sıfatını almamış kişileri yargılama başlamadan mahkûm etmişlerdi. Bu yüksek mahkeme yargıçlarının en basit hukuk kuralı olan “suçluluğu ispatlanmamış kişi masumdur” ilkesinden habersiz oldukları düşünülemeyeceğine göre, onları bu açıklamaya motive eden ne olmuştur sizce? Merak ediyorum, şu anda vicdanen rahatlar mı?
Vicdanlı Olmanın ve Yurtseverliğin Bedeli
Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Genel Başkanı General Namık Kemal Çalışkan, Hulusi Akar’ın TESUD için “104 Amiralin duyurusunu kınadılar” şeklindeki açıklamasını reddedince başına gelmeyen kalmadı. Evine baskın yapıldı, TESUD Genel Başkanlığı sonlandırıldı, yerine kayyum atandı ve o da iddianameye girdi. Halbuki kınama konusuna “evet’’ deseydi, bunların hiçbiri başına gelmeyecekti. Demek ki sözünün eri, vicdan sahibi ve yurtsever olmak böyle bir şey ve bir bedeli var. Sanırım bu olay bile duyuru hakkında yapılan diğer açıklamaların ne anlama geldiğinin çok açık bir delili!
Amiraller Duyurusunda iki konu üzerinde durulmuştu:
- Montrö Boğazlar Sözleşmesi,
- Cübbeli, takkeli ve sarıklı amiral.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye’nin egemenliği ve güvenliği için yaşamsal derecede önemli, Lozan’ın tamamlayıcısı ve ayrılmaz bir parçası durumunda. 1936’da, dünyanın savaşa doğru evirildiği dönemin yarattığı fırsat ve Atatürk Türkiyesi’nin saygın ve itibarlı durumu nedeniyle bu sözleşmenin yapılabilme şansı yakalanmış. Aynen Hatay konusunda olduğu gibi diplomatik bir zaferdir. Günümüzde ve görülebilir bir gelecekte böyle bir sözleşme daha yapabilmek mümkün değil.
Montrö Niçin Önemli?
Montrö Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahili olan ülkelerin güvenliği esas alınarak yapılmış ve Türk Boğazlarını, Marmara Denizi ve Karadeniz’i tüm dünyada ayrıcalıklı hale getirmiştir. II. Dünya Savaşı’nda (1939-1945) tarafsız kalabilmemizde ve Soğuk Savaş (1947-1991) yıllarında NATO’da olmamıza rağmen Karadeniz’in iki pakt arasında rekabet, gerginlik ve çatışma alanı haline getirilmemesinde Türkiye’nin izlediği başarılı siyaset kadar Montrö’nün kaldıraç gücü olması önemli rol oynamıştır.
Ama ABD; Montrö’nün değişmesini, Karadeniz’de hiçbir sınırlandırma olmadan donanmasını konuşlandırmayı ve güneyden de Rusya’yı kuşatarak boğazını sıkmak istiyordu. NATO’da olmamıza rağmen bu istek Türkiye’nin çıkarları ve güvenliği çatışıyordu.
Montrö ile ABD’ye Göz Kırpmak
15 Temmuz 2016 Darbe Girişimini yapanlar takkeli, sarıklı ve cübbeli askerlerdi. Görevdeki bir amiralin mesai saatlerinde, makam arabasıyla ve üniformasının üzerine giydiği dinsel kıyafetlerle hem de pervasızca gülümseyerek verdiği pozlar kamuoyunda infial uyandırmış ve tepkilere neden olmuştu. Çünkü yakın geçmişte yaşadığımız, şehitler verdiğimiz ve tüm dünyaya rezil olduğumuz o günleri tekrar anımsatmıştı.
Bu kadar iyi niyetle ve yurtseverlik duyguları içinde hazırlanmış bir duyuru olmasına rağmen iktidar kıyameti kopardı ve duyurunun sanki darbe çağrısı içeriyormuş gibi algılanmasını sağlamaya çaba harcadı. İktidar açısından asıl sorun darbe endişesi değil Montrö idi. Çünkü duyurunun darbe çağrısı olmadığını, zaten böyle büyük bir vatanseverlik duygusuna sahip darbe karşıtı amirallerin böyle bir şeye yeltenmeyeceğini, birçoğunun yaşının çok ilerlemiş ve güçlerinin de olmadığını iktidar çok iyi biliyordu. Ama “darbe endişesi göstermelik, Montrö Boğazlar Sözleşmesi üzerinden ABD’ye göz kırpmaya çalışıyordum, amiraller vereceğim tavizin aleyhine toplumsal farkındalık hamlesi yaptılar” diyemezdi ki!
Antidemokratiklik ve Hukuksuzluk
İktidar çok zor durumda. Ekonomik iflas, bölgede ve dünyada yalnızlaşma, yaklaşan seçim ve kamuoyu yoklamalarının sonuçları adeta iktidar için karabasan. Halk Bankası ve Reza Zarrab dosyaları rüyalarına giriyor. Acil paraya ve ABD’nin desteğine ihtiyaç var. Seçimi kaybetmemek ve hesap vermemek için yapamayacağı şey yok. Montrö hamlesi de bu bağlamda planlandı ve yapıldı. Amirallerden gelen erken hamle ise pişmiş aşa su kattı. Bu hamleyi daha önce emekli diplomatlar yapmıştı ama ister istemez emekli de olsa askerden gelen duyuru daha etkili oldu ve iktidarın sinir uçlarına dokundu. Yoksa Amiraller Duyurusunun darbe konusu ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Duyuruya ve içeriğine katılmayabilirsiniz ama ülkemizin güvenliği ve bekası için yaşamsal düzeyde önem taşıyan konulara dikkat çekti diye düşmanlık yapmak antidemokratikliktir, hukuksuzluktur ve darbeden yana olmaktır.
Hiç düşündünüz mü? Amiraller Duyurusu iddianamesi sanıklar ve avukatlar tarafından bilinmiyorken ve UYAP’a (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) verilmemişken niçin FETÖ kumpaslarında olduğu gibi yandaş basına sızdırıldı? Hedef çok açık; mahkeme üzerinde baskı yaratmak ve reddetmesini engellemek!
Bazı Yargıçların ve Savcıları da Katkısı Var
Merak ediyorum; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamenin basına sızdırılması ile ilgili olarak bir disiplin soruşturması başlattı mı? HSK (Hâkimler ve Savcılar Kurulu) bu konuda ne düşünüyor?
Tabii ki ülkemizin ekonomik olarak iflas etmesinin ve paramızın pul olmasının nedeni iktidar ama ekonomik iflasın bir nedeni de ülkemizdeki yaygın hukuksuzluk ve adaletsizlik ortamı. Bunda bazı yargıç ve savcıların da katkısı var. Hukukun olmadığı yerde ne yerli veya yabancı yatırımcı ne de yatırım olur. Hele büyük çapta bir yatırım hiç olmaz. Volkswagen bu yüzden Türkiye’ye yatırım yapmaktan vazgeçti. Honda da bu yüzden Türkiye’yi terk etti.
Bize Ne Yapmaz ki!
Aldığımız bilgilere göre; tüm yabancı yatırımcılar alarma geçmiş, mobilize olmuş ve her an Türkiye’yi terk etmeye hazır durumdalar. Birikimleri olan kendi insanlarımız bile paralarını yurt dışına çıkardılar, hala da çıkarmaya devam ediyorlar. Çünkü Türkiye’de hukukun olmadığı ve yarın iktidarın yargısal bir manipülasyonuyla başlarına her türlü felaketin gelebileceği algısına sahipler. Gerek yerlisi, gerek yabancısı şöyle düşünüyor; “Ömrünü vatana hizmetle geçirmiş, bilgi birikimleri ve deneyimleriyle baş tacı edilmesi gereken amirallerine kumpas kuran, suç uyduran ve hukuksuzluk yapanlar bize neler yapmaz ki!”
18’inci yüzyılda bir Alman köylüsü, Alman İmparatoru Büyük Frederik’e meydan okuyor, arazisini vermiyor, “Gitsin sarayını başka yere yapsın!” diyor, korkmuyor ve “Berlin’de hakimler var” diyor. Çünkü Alman yargısına güveniyor.
Umarım Bu Hukuk Ayıbını Yaşamayız!
Hukuk adına Amiraller Duyurusu bir suç iddianamesi olmamalıydı ve sızdırılmış metinden gördük ki olmuş. Biz de her şeye ve yargının üzerinde hissedilen vesayete rağmen “Türkiye’de hala hukuk ve adalet vahaları var, Türkiye’de hâkimler var!” demek istiyoruz. Umarım mahkeme bu iddianameyi reddeder ve ülkece bu hukuk ayıbını yaşamayız.
Geçen yazımda Kilis’i ve orada yaşadığım deneyimleri yazmıştım. Yazımda konferansa gelen CHP ve İyi Parti Kilis İl Başkanlarını ve yönetimlerini yazdığım halde konferansa katılım gösteren Bağımsız Türkiye Partisi Kilis İl Başkanı Alaaddin Özkar’dan ve gösterdikleri teveccühten bahsetmeyi unutmuşum. Kendisinden ve partisinin il yönetiminden özür diliyor, siyasi çalışmalarında başarılar diliyorum.