Geçenlerde TBMM Başkanı Mustafa Şentop; “Sayın Erdoğan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği gibi, Montrö’den de diğer uluslararası sözleşmelerden de çekilebilir” dedi. Allah aşkına, ben bu sözün neresini eleştireyim! Bu söylenende ne anayasal, ne hukuki ne de milli bir arka plan var! Hatta dibine kadar Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlık var!
2002’den beri iktidarın Cumhuriyet yıkıcısı olduğu konusunda hiç şüphem olmadı! Bu nedenle bu sözlere şaşırmadım, esas bu sözlere şaşıranlara şaşırdım. 2023 vizyonu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün demokratik, laik bir hukuk devleti olması ideali üzerine kurduğu Cumhuriyete son verme planı olan iktidarın “19 yıl hazırlandık, şimdi başlıyoruz” sözü de bu kapsamdadır ve anlamlıdır. Ama siz hala anlamıyor veya anlamak istemiyorsanız, onu bilemem!
İktidar Çağdışı Kimlik Peşinde
İktidar, çağdaş bir zihniyete sahip değil. Osmanlı bir Ortaçağ devletiydi, gelişime ayak uyduramadığı ve çağın gerisinde kaldığı için parçalandı ve yıkıldı. Aynı şekilde ümmet kimliği de Ortaçağın kimliğiydi ve çağımıza, bu dünyaya ait değil. İktidar ise bu çağdışı hayalin, bu çağdışı kimliğin peşinde Türkiye’yi tüketiyor. Çağdaşlığın gereği olan kadın erkek eşitliği; 18’inci yüzyıldan sonra, insanlığın dinsel düşünceden akılcı ve bilimsel düşünce dönemine geçişi ile birlikte ortaya çıktı. Öncesinde kadınlar erkeğin yani babanın veya kocanın -şiddet uygulamak da dâhil- sınırsız kontrolü altındaydı.
Osmanlı’da da kadının adı yoktu! Nüfus sayımlarında bile büyükbaş hayvanlar sayılır, kadınlar sayılmazdı. Yaşadığımız topraklarda kadın, Atatürk’le ve onun önderliğinde kurulan Cumhuriyetle birinci lige çıktı. Ev içindeki de dâhil kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve mücadelesi için çok önemli olan İstanbul Sözleşmesi’nden anayasa ihlali yapılarak çekildiğimizin açıklaması da iktidarın Ortaçağ aklı ve özlemi kapsamındadır. Zaten İstanbul Sözleşmesi iktidarın kadına yönelik şiddete karşı olması nedeniyle değil, Cumhuriyete karşı operasyon yapabilmek ve kumpas kurabilmek için Batı’nın desteğine ve müttefikliğine ihtiyaç duyması nedeniyle imzalanmıştı.
Bu Acıyı Herkes Tadacak
Aklınızdan çıkarmamanız gereken bilimsel gerçeklik şudur; çağdışı “Siyasal İslamcı” kafayla çağdaş ve milli işler yapılamaz ve çağın sorunları çözülmez, çözülemez. Sanırım bunu yaşayarak ve acı çekerek görüyorsunuz. Her faninin ölümü tadacağı gibi her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da bu gerçeği, bu acıyı er veya geç tadacak.
Bugün geldiğimiz yer itibarıyla; ne ABD, ne AB, ne Rusya, ne Çin ne de bir başkası iktidarın çağdışı ideolojisi, ortaçağ hayali ve nitelikleri malum kadrolarıyla yaptığı icraatları ötesinde Türkiye’nin güvenliğine, çıkarlarına, bekasına ve iç barışına daha büyük sorun ve tehdit teşkil ediyor.
Bizi Affet, Montrö’den Vazgeçeriz
İktidarın kendini kurtarmak ve konumunu korumak için Türkiye‘nin çıkarları, güvenliği, bekası ve iç barışı hilafına vermeyeceği ödün yoktur. Söyleyene değil, söyletene bakmak lazım! Montrö söylemi ile ABD‘ye kur yapılmaktadır ve mealen “Bizi affet, davaları çek ve işbirliği yap. S-400’den biliyorsunuz zaten vazgeçtik, Montrö’den de vazgeçeriz” denilmektedir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi; Türk Boğazlarından geçiş ile Karadeniz’de kalış rejimini, Türkiye’nin ve Karadeniz’e kıyıdaş diğer devletlerin güvenliklerini esas alan bir çerçevede düzenlemiştir. Ayrıca bu sözleşme, daha önce Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Türk Boğazları için getirdiği “askersizleştirme” gibi Türkiye’nin güvenliğine yönelik zafiyetleri ve “Boğazlar Komisyonu” gibi egemenliğini kısıtlayıcı hükümleri de yok etmiştir. Yani Lozan’ın ayrılmaz bir tamamlayıcısıdır ve Türkiye için yaşamsal önemdedir.
Montrö Kaldıraç Görevi Gördü
Karadeniz, İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) bitiminden itibaren, günümüze kadar barış ve istikrar denizi olmuştur. Bu istikrar ve barış ortamının tesisinde hiç şüphe yok ki 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin sağladığı iklimin büyük önemi vardır. Soğuk Savaş döneminin en zorlu günlerinde bile Karadeniz, iki süper gücü karşı karşıya getiren bir mücadeleye sahne olmamıştır. Bunda en büyük etken; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Karadeniz’in güvenliği için tesis ettiği ortam ve Türkiye’nin bunun üzerine inşa ettiği dengeli dış politikasıdır.
Eğer Soğuk Savaş döneminde Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve onun Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine getirdiği kısıtlamalar olmasaydı; Karadeniz iki süper güç arasında karşılıklı olarak savaş gemilerinin yoğunlaştığı bir ortam halini alır ve gerginliğin odak noktası olurdu. Böyle bir ortamda, Türkiye istese de dengeli bir dış politika izleyebilme imkânını elde edemezdi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemi de dâhil olmak üzere bugüne kadar sürdürdüğü Karadeniz’e yönelik dengeli dış politikası için kaldıraç görevi görmüştür.
ABD Montrö’nün Değişmesini İstiyor
ABD ise uçak gemileri ve nükleer denizaltıları da dâhil olmak üzere donanmasını hiçbir sınırlamaya tabi olmadan, Karadeniz’de sürekli olarak konuşlandırma arzusundadır. Bundan dolayı Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden memnun değildir ve değişmesini istemektedir. Bu maksatla da uygun ortamı ve zamanı kovalamaktadır. Türkiye’yi her bakımdan iflas ettirmiş, icraatlarıyla uluslararası hukuk önünde bile hesap verebilirliğini yitirmiş ve Türkiye’nin adeta yumuşak karnı haline gelerek şantaja açık duruma düşmüş olan iktidar, ABD’ye işte bu uygun ortamı ve fırsatı sunmaktadır. Ayrıca Montrö’nün masaya gelmesi ve tartışılması demek; Türkiye’nin Rusya ile karşı karşıya gelmesi demektir. Bu karşı karşıya geliş de İdlib’de yaşadığımız acıyı çok daha gölgede bırakabilecek gelişmelerin önünün açılması demektir.
Kanal İstanbul girişimi de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni masaya getirmek, tartıştırmak ve değiştirmek içindir. Bir girişimin proje olabilmesi için bir sorunu çözüyor olması lazım. Soruyorum; Kanal İstanbul Türkiye’nin veya İstanbul’un hangi sorununu çözüyor veya çözmeye talip? Aksine, Türkiye için güvenlik ve egemenlik sorunları yaratıyor. Görünen o ki; İstanbul ve Marmara Bölgesi için gelecek nesilleri de derinden ve olumsuz etkileyecek şehircilik, su kaynakları, doğal çevre, ekolojik denge ve kaynakların israfı açılarından onlarca geriye dönülmez sorun daha yaratacak. Bu girişim bir proje değil, ucubedir ve Türkiye’ye karşı bir düşmanlık girişimidir.