Yaklaşık olarak iki hafta sonra yeni bir yıla gireceğiz. Ama maalesef yeni yıl için Türkiye olarak beklentilerimiz ve umutlarımız çok az. İktidarın yalanlarla dolu hayal tacirliğini bir yana bırakırsanız, bu tespit bir karamsarlığın değil, gerçekçiliğin ifadesidir. Bu durum ilk kez bu yıl yaşanmıyor. Geçen yıl da bir önceki yıl da aynı şeyler oldu! Yıllar içinde değişmeyen tek gerçek aynı iktidarın Türkiye’yi yönetiyor olması ve iktidarın yönettiği her alanda kötüleşmenin artarak devam edip sonuçlarının dayanılmaz boyutlara ulaşmasıdır.
Tüm zamanların en ünlü bilim insanı Albert Einstein; “Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç beklemek deliliktir” diyor. Türkiye’nin şu anki durumu da aynen bu bilim insanının tanımladığı gibi! Türkiye’de işlerin düzelebilmesi ve her gün, her hafta, her ay ve her yıl daha da kötüye giden durumun iyileştirilebilmesi için ya iktidarın kafasının değişmesi lazım ya da kafasını değiştirmemekte ısrar eden iktidarın değişmesi lazım. Görebildiğim kadarı ile bu iktidarın kafasını değiştirmesi çok zor, hatta imkânsız gibi! Değişememesinin esas nedenleri ise çağdaş bir dünya görüşüne sahip olmaması, Türkiye’nin kurucu ideolojisi ile çok ciddi sorunlarının olması ve milli olmaması. Gitmek istememesinin nedeni ise hesap verebilir olmaması. Bugün yargının üzerinde kurduğu ağır vesayet, hesap vermesini engelliyor. Ama yarın?
Ekonomik İflas Yerli ve Milli
Bugün geldiğimiz durum itibarıyla; Türkiye’nin güvenliği, huzuru, iç barışı, çıkarları ve refahı için iktidarın gitmesi adeta gerek şart ama yeter şart değil. Tabii ki iktidar gidince bir anda her şey çok güzel olmayacak. Ama iktidar gitmeden ülkemiz için bir düzelme ve iyileşme beklemek Albert Einstein’ı bir defa daha haklı çıkarmaktan başka bir işe yaramaz!
Türkiye ekonomisinin iflasının da ulusal paramız Türk Lirasının değersizleşmesinin ve adeta pul olmasının da nedeni iktidardır. İktidar artık ekonomimiz ve ulusal paramız için bir beka sorunu haline gelmiştir. Bu durum; uyguladığı akıldan ve bilimden uzak ekonomi politikalarının, kıt kaynaklarımızı abuk sabuk projelerle çarçur etmesinin, lükse şatafata harcamasının, çağdışı siyasal İslamcı ideolojisi ile Suriye ve Libya gibi coğrafyalarda macera peşinde koşarak tüketmesinin, abartılı ve izah edilemez ihaleler yapmasının sonucudur. Yani ekonomik iflas dış güçlerin değil, iktidarın kendine has yerli ve milli icraatlarının sonucudur.
Milli İradeye Darbe Peşindeler
İktidar, ekonomi alanındaki hesap verilemez icraatlarının, beceriksizliklerinin ve uzmanların uyarılarına rağmen yanlış politikalarda ısrarının kötü sonuçlarının da ceremesini halka ve geniş kitlelere ödetmek ve bu durumu aynen 2016’daki gibi “Allah’ın lütfuna” çevirmek istemektedir.
İktidar, bu maksatla ekonomimizi kasti olarak iyice yıkıma götürüp bunu güvenlik gerekçesi olarak göstererek OHAL ilan etmek, hak ve özürlüklerimizi askıya almak istiyor. Çünkü kamuoyu yoklamalarında da açıkça görüldüğü gibi bir seçim daha kazanma şansı yok. İktidarın yerini korumak için önünde çok fazla seçenek kalmamıştır. Ancak anormal şartlarda yani OHAL koşulları altında, bugüne kadar yaşadıklarımıza bile rahmet okutacak kadar gayri adil ve gayri dürüst bir seçim yapmak, bu şartlarda bile kazanamaması durumunda “Atı alan Üsküdar’ı geçti” söyleminde vücut bulan milli iradeye darbe yaparak seçimi kazandığını ilan ettirmek demokratik ülkeler için geçerli bir seçenek değildir.
OHAL Niçin Gerekli?
Daha önce Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) buna yönelik plan ve askeri bu planda kullanmaya yönelik bir hamle yapıldı. OHAL seçim için gerekli. Aynen 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında olduğu gibi;
- Toplumsal muhalefeti baskılamak,
- İktidarı eleştirenlere yönelik mıntıka temizliği yapabilmek,
- Sosyal medyayı kısıtlayabilmek veya engelleyebilmek,
- Demokratik kitle örgütlerini zapturapt altına alabilmek,
- Parti mitinglerini yasaklayabilmek,
- Muhalif basını susturabilmek,
- İktidarı eleştirenleri siyasetçiler de dâhil casusluk ve terörizm gibi suçlardan içeri atabilmek,
- Geniş halk kitlelerini korkutabilmek, uyutabilmek veya kandırabilmek için.
Türkiye Çin Değil!
“Çin Modeli uyguluyoruz” söyleminin birinci nedeni; pazarlama taktiği açısından beceriksizliklerinin ve iş bilmezliklerinin örtülebilmesi için yaptıklarına bilimsel bir hava vermek. İkinci ama asıl nedeni ise; Çin Modelinin anti demokratik, hak ve özgürlüklerden yoksun, otoriter olması, çalışanların ezici bir çoğunluğu için gayri insani düzeyde düşük bir işçi ücreti sunmasıdır. İktidar için hedef; her ne pahasına olursa olsun seçimleri kazanmak. Ülkemiz ve halk, zerre kadar umurunda değil. Bilinmeli ki Türkiye ve Çin’in tarihi gelişimleri çok farklı. Türkiye, 98 yıldır düşe kalka da olsa demokrasi yolunda mesafe kat etti.
Çin ile Türkiye arasındaki tarihi geçmiş ve ekonomik verilerin uzaktan yakından ilgisi yoktur. Hukukun üstünlüğü, yolsuzluk, insani gelişmişlik, demokrasi endeksi konularındaki benzerlik ve düşük ücretlere çalışanları mahkûm etme benzerliği aldatmasın! Türkiye Çin değil! Çin Modeli çokdaha büyük istikrarsızlık ve sosyal patlamalara neden olur.
Anayasamız Ne Diyor?
Anayasamızın 119’uncu Maddesi;
- Savaş, savaşı gerektirecek durum,
- Vatan ve Cumhuriyete karşı yaygın şiddet,
- Tehlikeli salgın hastalık,
- Tabii afet,
- Ağır ekonomik bunalım durumlarında Cumhurbaşkanı’na Meclis’in onaylaması şartıyla OHAL ilan yetkisi veriyor.
Özellikle son üçü; salgın hastalık, tabii afet ve ekonomik bunalımlar, iktidarın elinde olmayıp bölgesel ve küresel çaptaki gelişmelerin sonucu olması durumunda OHAL ilan etme yetkisi vermektedir. İktidar, Covid-19 salgını nedeniyle OHAL ilanını aklından geçirmiş olmasına rağmen gerekli görmemiş veya görememiştir. Bugün yaşadığımız ekonomik buhran veya iflâs durumu ise iktidarın elinde olmayan bölgesel veya küresel gelişmelerin ürünü değil, iktidarın bizatihi hesap verilemez yanlışlarının sonucudur. Bu nedenle OHAL ilanı için gerekçe yapılamaz. Ekonomik durum öne sürülerek yapılacak bir OHAL ilanı ağır bir anayasa ihlali olur ve demokrasimize ve anayasal düzene karşı darbe anlamına gelir. Dünyanın hiçbir yerinde sorunun sorumlusu çözümün belirleyicisi olmaz, olamaz. Çözüm; adil ve dürüst bir ortamda yapılacak erken seçimdir.
Proje Nedir?
Mühendisler ve mühendislik eğitimi alanların daha iyi bileceği gibi; bir girişimin proje olabilmesi için daha başlangıçta bir sorunu çözmeye talip olması gerekir. Örneğin Kanal İstanbul; bir proje değildir. Çünkü bu girişim Türkiye’nin, Marmara Bölgesi’nin veya İstanbul’un herhangi bir sorununu çözmeyi hedeflememiştir. Çözeceğini belirttiği sorunlar doğru değil, bilimsel bir arka planları yok. Zaten bu yüzden “Çatlasanız da patlasanız da yapacağız” diyorlar. Kanal İstanbul, sonuçları itibarıyla bir düşmanlık girişimidir. Çünkü Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği için geri dönülmez türden sorunlara sebebiyet verecektir. İstanbul ve Trakya içinse gelecek nesilleri derinden ve olumsuz şekilde etkileyecek bir doğal çevre, ekolojik denge ve su kaynakları tahribatı yaşanacak ve aynı zamanda bu girişim şehircilik açısından da büyük bir yıkım olacaktır.
2022’nin, gelecek yılları da nesillerimizi de derinden ve olumlu etkileyecek en büyük girişimi “PROJE 2022”, yani Türkiye için iktidar değişimi projesi olmalıdır. Mademki ülkemizi ekonomik iflas başta olmak üzere her konuda felakete sürükleyen iktidardır, onu değiştirmek Türkiye için sorunu çözmeye yönelik en büyük projedir.
Baskı ve Zulümle Olmaz
Burada değişimden muradımız antidemokratik, gayri anayasal, gayri hukuki yöntemlere başvurmak değildir, darbecilik hiç değildir! Demokratik ve çağdaş ülkelerde iktidarın değişmesi için istekte bulunmak, iktidarın istifasını istemek, erken seçim talebinde bulunmak ve bunun için mücadele etmek hem normal hem de iliklerine kadar demokratik bir haktır. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde ve bu iktidar döneminde bu tip talepler suçlanma, operasyona uğrama ve korku vesilesi oldu!
Baskıcı ve otoriter yönetimler ve liderler için demokrasi bir tramvaydır. Demokratik yöntemlerle gitmek istemezler, çünkü demokrasinin olmazsa olmazı hesap verebilirlik ilkesine sahip değildirler. Ama dünyanın hiçbir yerinde baskıyla ve zulümle sonsuza kadar görevde kalabilen bir iktidarın varlığına şahit olunmamıştır.
Çözüm Nedir?
Nerede Ortaçağ’ın o güçlü monarşileri ve 20.yüzyılın tek adam yönetimleri? Güçlü ordularına, zaptiyelerine, engizisyonlarına rağmen, birer birer yıkılıp gittiler. Onlar da sonuna kadar dini kullanıyordu. Yıkanlar ise yazmaktan, konuşmaktan, bilim ve fikir üretmekten başka gücü olmayan aydınların ve bilim insanlarının önderliğinde ve yol göstericiliğindeki halk ve halkın güçlü iradesiydi.
Çözüm için yapılması gereken; ülkemizi felakete doğru sürükleyen iktidara karşı bir araya gelmek, Millet İttifakını korumak, “Armudun sapı, üzümün çöpü” dememek, “Geçmişte sen yanlış yerde durmuştun” diyerek ötekileştirmemek, aynı siyasi görüş paylaşılmasa bile herkes için evrensel hukuk ve adaleti savunmak, dindar insanlarımızı din tacirleri ile aynı kefeye koymadan kucaklamak, hiç bir şey beklemeden Millet İttifakını büyütmek ve “Demokrasi Platformu” haline getirmek için siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri ve bireysel bazda katma değer üretmek, özveride bulunmaktır.