“Türkiye için ne yapılmalı?” sorusunu yanıtlayabilmek için öncelikle Türkiye adına doğru bir durum tespiti yapmak gerekir. Bunun için de insanlığın yarattığı medeniyet içinde halen nerede bulunduğunu ve sorunlarının ne olduğunu doğru tespit etmiş ve tanımlamış olmak lazım. Bu konuda çözüm için kafa yoran vatandaşlarımız bir tarafa; aydınlarımız arasında bile yakın bir fikir birliği yoktur.
2021 itibarıyla bugün Türkiye’nin geldiği yer; Ortaçağın yönetim biçimi olan monarşi yani “Tek Adam Yönetimi”, demokrasinin olmazsa olmazı olan laikliğin neredeyse tamamen yok edilmiş olması, ağır ekonomik iflas, bozulan iç barış, demokrasiyle yönetilen ülkeler sınıflandırılmasından çıkarılmak, kendi yaptığı yasalara ve koyduğu kurallara bile uymayan keyfilik, ağır ahlaki çöküntü, hukuk ve adalet yoksunluğu, yönetici kadrolarındaki liyakatsizlik, kurumların iğdiş edilmesi, devlet aklının çökertilmesi, dış politikada ise tam bir yalnızlık ve ötekileşme durumudur. Bu tespiti yapıyor olmak üzücü ama artık Türkiye aynen Osmanlı’nın içine düştüğü durum gibi “Hasta Adam” konumundadır. İçine düştüğü bu durum, Türkiye’nin bekası açısından artık sürdürülebilir değildir.
İflasın Belirleyici Nedeni
Türkiye’nin her konuda iflas etme durumuna düşürülmesinin belirleyici nedenleri ise iktidarın çağdaş dünya görüşüne sahip olmaması, bu kapsamda “Siyasal İslamcı” ideoloji ve geçmişin yani Ortaçağın aklı, kimliği ve örgütlenme biçimi olan “Yeni Osmanlı” hayali peşinde koşması, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisi ve kurucu babası olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile problemli olması ve “2023” vizyonunun gereği olarak laik, demokratik hukuk devleti ilkeleri üzerine inşa edilmiş olan Cumhuriyeti sonlandırıp İslami bir devlet kurma ideali ve kaynakların bu yolda israf edilmesidir.
Türkiye’de işlerin düzelebilmesi ve her gün, her hafta, her ay ve her yıl daha da kötüye giden durumun iyileştirilebilmesi için ya iktidarın kafasının değişmesi lazım ya da kafayı değiştirmemekte ısrar eden iktidarın değişmesi lazım. Görebildiğimiz kadarı ile bu iktidarın kafasını değiştirmesi çok zor, hatta imkânsız gibi! Değişememesinin esas nedeni ise çağdaş bir dünya görüşüne sahip olmaması, Türkiye’nin kurucu ideolojisi ile çok ciddi sorunlarının bulunması ve her şeyden önemlisi bugün geldiği yer itibarıyla hesap verebilir olmaması ve bu yüzden Türkiye’nin idaresinden ayrılmak istememesidir.
Kısa Vadeli Çözüm İki Aşamalıdır
Ülkemizin bu duruma düşmesinde Türkiye’yi son 19 yıldır yöneten iktidarın gerçekten başat rolü vardır ama tek neden iktidar değildir. Türkiye’yi bu durumdan kurtarabilmek ve tekrar çağdaş uygarlık rotasına sokmak için kısa ve uzun vadeli planlara ve girişimlere ihtiyaç vardır.
Kısa vadeli olarak Türkiye’yi hasta yatağından ayağa kaldıracak ve yaşama döndürecek çözüm iki aşamalıdır. Birinci aşama; iktidardan demokratik yollarla bir an önce kurtulmaktır. Bunun için iktidarın karşısında yer alan herkes ve her kurum armudun sapı, üzümün çöpü demeden kucaklanmalıdır; geçmiş dönem içinde iktidarla işbirliği yapmış olsalar bile! Bu aşamada geniş bir demokratik birlikteliğe ihtiyaç vardır. Millet İttifakı doğru bir girişimdir. Israrla sürdürülmeli, büyütülmeli ve iktidarın bu ittifakı bozmak, birbirine düşürmek ve sonlandırmak için yaptığı pervasızca girişimler boşa çıkarılmalıdır.
Esas Tehlike!
İktidarın karşısına çıkan ve alternatif olmaya çalışanlara herhangi bir sebeple vurmak; iktidarın ekmeğine yağ sürmek ve ülkemizin felakete taşınmasına yardımcı olmaktır! Bugün itibarıyla tek başına bir partiyle, örneğin CHP, İyi Parti veya bir başka muhalefet partisi ile iktidarı demokratik olarak göndermek mümkün değil. Keşke olsa! Bu yüzden armudun sapı, üzümün çöpü deme lüksümüz yok. Bugün olanaksız için ısrar edersek bunun ülkemiz için bedeli çok ağır olur ve mümkünün önünü keseriz.
Esas tehlike; ülkemizi felakete taşıyan, iç barışımızı dinamitleyen, ekonomimizi iflas ettiren ve Covid-19 salgınını bile yönetemeyen iktidardır. Bugün geldiğimiz durum itibarıyla; Türkiye’nin güvenliği, huzuru, iç barışı, çıkarları ve refahı için iktidarın demokratik yollarla gitmesi adeta gerek şarttır ama yeterli değildir. İktidar gidince her şey bir anda güllük gülistanlık olmayacaktır. 19 yılda Türkiye’ye verdiği tahribat çok büyüktür. Ama iktidar gitmeden de ülkemiz için bir düzelme ve iyileşme beklemek, saflık ölçüsüne varan aşırı bir iyimserlik olur.
Bu nedenle çözüm için kısa vadeli planın ikinci aşamasında yapılması gerekenler; demokrasiyi rayına oturtmak, bu kapsamda kuvvetler ayrımını keskinleştirmek, parlamenter demokrasiye tüm kurum ve kurallarıyla dönmek, Cumhuriyetin denge ve kontrol mekanizmalarını işler kılmak, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere kurumları iyileştirmek, yargıyı bağımsız ve tarafsız hale getirecek reformları yapmak, Anayasamızın temel ilkesi ve demokrasinin olmazsa olmazı olan laikliği tavizsiz uygulamak, dini inanç ve itikatla sınırlamak, dinin siyasete, devlete, hukuka ve eğitime müdahale etmesini engellemektir. İşin en başında iktidarın 2002’den bugüne kadar yaptıklarını geri almak bile çok ciddi olarak reform etkisi yapacaktır.
Çağdaşlaşma İçin Uzun Vadeli Plan
Türkiye’nin insanlığın yakaladığı ve her geçen zaman diliminde daha da öteye götürdüğü çağdaş uygarlık çizgisini yakalamak için en az iki nesil sürecek uzun vadeli, iktidar değişiminden etkilenmeyecek planlara, girişimlere ve uygulamaya ihtiyaç vardır. Hep sorulur; “Türkiye niçin bu duruma düşmüştür, niçin Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerine rağmen insanlığın bugün itibarıyla ulaştığı çağdaş çizgiyi yakalayamamıştır?” diye. Bunun net yanıtı bu yarışa bizim çok ama çok geç girmemizdir.
Osmanlı bir Ortaçağ devletiydi. Fatih’in İstanbul’u fethettiği tarih olan 1453’ü hepsi olmasa da batılı tarihçiler Ortaçağın kapanışı, Yeniçağın açılışı olarak kabul ederler. Bu değerlendirme batılı bakış açısı ile yapılmıştır. Çünkü Bizans yani Doğu Roma, batı açısından son Ortaçağ devletiydi ve yıkılmasını Ortaçağın kapanışı olarak aldılar. Bu batı için öyleydi ama Osmanlı Bizans’ın mirasına oturarak, örgütlenme biçiminden esinlenerek ve bürokrasisinden kendi bürokrasisine transferler yaparak güçlü bir Ortaçağ devleti kurdu. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan ulemayı getirmesi ile birlikte bu Ortaçağ devletinin değişime ve düşünsel evrime iyice kapalı teokratik arka planı oluştu.
Osmanlı Geri Girmedi
Bu yüzden Osmanlı, hemen yanı başındaki Avrupa’da yaklaşık 500 yıl içinde gerçekleşen Rönesans’ı, reformu, aydınlanmayı, sonuncusu Fransızlarınki olmak üzere siyasi devrimleri, sanayi devrimini ve dinsel düşünceden akılcı ve bilimsel düşünce sistemine geçişi ıskaladı. Osmanlı geri gitmedi. Avrupa değişti, düşünsel evrim geçirdi, vites değiştirdi ve çok hızlandı. Osmanlı bu yüzden çok gerilere düştü, halka refah sağlayamadı, sorunlarını çözemedi, ortak bir kimlik bile yaratamadı, savaşlarda yenildi, büyük toprak parçalarını kaybetti, yarı sömürge ve “Hasta Adam” haline geldi, parçalandı ve en sonunda yıkıldı. Evrenin biyolojik varlıklar da dâhil değişmeyen tek kuralı; değişim ve evrimdir. Değişmeyen ve evirilemeyen ayakta kalamaz ve yok olur. Osmanlı bu yüzden yok oldu.
Uzun Vadede Ne Yapılmalı?
Kurtuluş Savaşı’ndan başarı ile çıkan Atatürk, Osmanlı’nın yıkılmasının ve yok olmasının nedenselliğini ortadan kaldırmak ve çağı yakalamak için saltanatı kaldırdı, halk egemenliğine dayanan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu, hilafeti kaldırdı ve çağdaşlaşma adına Aydınlanma Devrimlerini yaptı. Bunlar doğruydu ama yakalanmak istenen çizgiyle aradaki fark çok büyüktü. Nerdeyse 500 yıl! İlk 15 yılın ardından Atatürk’ün ölümünden sonra çağdaşlık rotasında kararlı ve istikrarlı olunamadı, süreç zaman zaman kesildi, 2002’den sonra ise tamamen geriye dönüş başladı ve günümüzde bu geriye dönüş hızlandı.
Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine taşıyabilmek için en az iki nesil sürecek uzun soluklu çağdaşlaşma planına ihtiyaç olsa dahi yetişmek için sarf edilen süre içinde insanlığın bugün ulaştığı çağdaşlık çizgisinin yerinde kalmayacağının daha da ileriye taşınacağının bilinciyle hareket edilmeli, bu ana plan günlük siyasete kurban edilmemeli ve yakın geçmişimizden ders alınarak iktidar değişimlerinden etkilenmeyecek hale getirilmelidir. Yoksa itilip kakılan, huzur bulamayan, sömürülen, kullanılan, sorunlarını çözemeyen, çözemediği sorunlar üzerinden devamlı istismar edilen ikinci veya üçüncü sınıf bir ülke oluruz. Planın en başında yer alması gereken ilk ve en büyük hedef ise bilim egemen kafalı, eleştirel akla sahip bir gençlik ve toplum yaratmaktır.