- Emperyalist Paylaşım Savaşı
- yüzyıla damgasını vuran Avrupa kaynaklı sömürgecilik, bir yandan sömürü alanlarını genişletmek için Doğu’ya doğru ilerlemeye çalışırken öte yandan kontrol alanlarını kaybetmemek için diğer sömürgecilerle kıyasıya bir mücadeleye girişmiştir. Yüzyılın ilk yarsısında üç büyük sömürgeci devlet olan İngiltere, Fransa ve Rusya; bir yandan Osmanlı imparatorluğunu tasfiye etmek ve pastanın en büyük dilimini kendilerine almak için her türlü siyaseti uygulamakta sakınca görmezken, diğer yandan konjonktürel gelişmelere göre kimi zaman paylaşmak istedikleri Osmanlı ile, kimi zaman ise diğer sömürgecilerle işbirliği yapmaktan da kaçınmamışlardır. Bu süreçte önce Balta Limanı anlaşmasıyla Avrupalılara gümrükler açılmış, Kırım Harbi ile borç para alınarak ekonomik vesayet altına girilmiş, I. Dünya Savaşı başında Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasına karar verilmiş, Sevr Antlaşması ile de son nokta koyulmaya çalışılmıştır.
Savaşın başında İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya kendi aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını aralarında paylaşmışlar, bu paylaşım gereğince de işgallere başlamışlardır. İşte, Kafkas cephesinin çökmesiyle birlikte Rusların Doğu Anadolu ve Harşit Çayı’na kadar Doğu Karadeniz’i işgali de Petrograt Protokolü adlı gizli anlaşmanın uygulamasından başka bir şey değildir.
O halde, yakın tarihimizde, İlimizin de içinde bulunduğu ülkemizin bir bölgesinde yaşanan sömürgeci bir ülkenin işgal girişimini gerçek anlamıyla tanımlamak gerekmektedir. Son dönemlerde kamuoyunun gündemine gelen ve tartışmaya açılan 24 Şubat Trabzon’un işgalden kurtuluşu törenlerini de doğru zeminde değerlendirmek gerekir. Rusların Anadolu’nun bir bölümünü işgal ettikleri bir gerçeklik olduğu gibi bu bölgeleri geri vermek gibi bir düşünceleri olmadığı da başka bir gerçekliktir. Evet, Trabzon’un Rus işgalinden kurtuluşu 1917’deki Bolşevik devrim ile Çarlık Rusya’sının yıkılması sonucunda imzalanan Erzincan Protokolü ile gerçekleşmiştir. Ancak bu çekilme, ülkemizin topraklarının Ruslar tarafından işgal edildiği gerçeğini değiştirmez.
18 Nisan 1916 Trabzon’un İşgali
Sömürgeci devletlerin “hasta adam” olarak ilan ettikleri Osmanlı Devleti’nin paylaşılması, oldukça karmaşık ilişkilere sahne olmuş, bu mücadele 19. yüzyıl boyunca sürmüştü. Bu mücadelede rakiplerinden bir adım öne geçmek isteyen sömürgeci devletler buldukları her fırsatı siyasi ve ekonomik imtiyaz elde etmek için kullanmakta gecikmediler. Bu fırsatçıların başında, uzun zamandan beri sıcak denizlere inmek arzusunda bulunan Rusya geliyordu. Bir yandan yabancı ülkelere karşı sınırlarını korumaktan aciz duruma düşmüş olan devlet, içeride de gücünü ve otoritesini kaybetmeye başlamış, Doğu Karadeniz bölgesi de feodal mücadelelerin kıskacında kıvranırken Ruslar ilki 1809 yılında Akçaabat’ın batısındaki Sargana Burnu’na yaptıkları çıkartma girişimi olmak üzere bölgeyi birkaç defa işgal etmek istemişler, ancak başarılı olamamışlardı. Beklenen fırsatın I. Dünya Savaşı ile ortaya çıktığı, Osmanlı Devleti’nin İngiltere, Fransa ve Rusya nezdinde yaptığı müttefiklik tekliflerinin reddedilmesinden anlaşılmaktadır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında yer alarak 29 Ekim 1914’de Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalamasıyla savaş başlamış Rusya da 1 Kasım’da Kafkas Cephesi’nde saldırıya geçmişti. Sarıkamış faciası ile birlikte Kafkas Cephesi’nin de çökmesiyle birlikte Rusların Doğu Anadolu’daki ilerlemeleri hızlanmıştı.
Savaşın başlamasıyla Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu’da bulunan 3. Ordu’ya iç bölgelerden askeri ikmal sağlayacak demiryolunun bulunmaması, Trabzon’un askeri önemini ön plana çıkarmıştır. Diğer yandan Osmanlı Devleti’nin boğazları kapatmasıyla zor duruma düşmüş olan Rus ordusu, bir an önce Karadeniz’deki askeri üstünlüğünü temin ederek Osmanlı ordusunun ikmal yollarını kesmek istiyordu. Bu nedenle Rus donanması tarafından, başta Trabzon olmak üzere Karadeniz kıyısındaki limanlar bombalanıyor, denizdeki Osmanlı donanmaları batırılıyordu.
Rus donanması tarafından Trabzon sahillerinin bombalanması
Rus donanmasının karaya asker çıkarması
Kara harekatına başlayan Rusların Kafkas ordusu 16 Şubat 1916’da Erzurum’u işgal ederek ilerlemesini sürdürüyordu. Ancak, Rus ordusunun ilerlemesiyle birlikte ikmal mesafesinin de uzaklaşmaya başlaması, harekatın hızını yavaşlatıyordu. Dağlık bölgelerden askeri sevkiyat yapılmasının güçlüğü, Rus ordusunun bir an önce Trabzon limanını ele geçirmesini zorunlu hale getirmişti.
Ruslar, Avrupa cephesinden çektikleri 35.000 kişilik orduyu Rize’ye çıkardıktan sonra 26 Mart 1916’da Of’u, 14 Nisan’da Sürmene’yi işgal etmişler; 15-16 Nisan 1916’da Türklerin şehri boşaltması üzerine 18 Nisan 1916’da Trabzon’a girmişlerdi. Trabzon’un işgali esnasında Rus ordusunun bir kolu Değirmendere vadisinden Maçka’ya çıkarken bir kolu da batıya doğru ilerleyerek 21 Nisan’da Akçaabat’ı işgal etmişti.
Bayburt’ta bulunan 3. Ordumuz Trabzon’u Ruslardan almak üzere bir karşı taarruz planladı. Çanakkale Savaşı bittiği için bu cephedeki birliklerimizden 3. Orduyu takviye için gönderilenler bu işle görevlendirilmiş ve taarruzun ilk ayağı olarak Trabzon’un güneydoğusundaki Madur Dağı’nın ele geçirilmesi planlanmıştır. Ruslar ise Karadeniz sahillerinde ilerleyen 5. Kafkas Kolordusunu 29 Nisan ve 22 Mayıs tarihleri arasında Trabzon’un doğusuna, Yomra – Şana bölgesindeki Kovata limanına çıkartmıştı.
22 Haziran 1916 sabahı Çaykara’nın güneyindeki Sultanmurat Yaylası ile Köprübaşı’nın güneyindeki Madur Dağı’na taarruz eden Türk kuvvetleri bölgedeki Rus kuvvetlerini hezimete uğratmıştı. Rus kuvvetleri dağılarak sahile çekilirken Türk kuvvetleri de Maçka bölgesinden Trabzon’a indiklerinde geri çekilecek olan Rusları Sürmene – Of bölgesinde imha etmek üzere hazırlık yapıyordu. Fakat cephe gerisindeki Bayburt’un Rusların eline geçmesi ile kuvvetlerimiz Köse-Kelkit istikametine çekilmek zorunda kaldılar. 21 Ağustos’ta Vakfıkebir’e giren Rus kuvvetleri, 2 Ağustos’ta Görele’ye, 21 Ekim’de de Harşit Çayı’na ulaştılar.
Rus ordusunu Trabzon’a davet eden heyet Rus işgal ordusunu sevinçle karşılayan gayrimüslimler
(Fötr şapkalı olan ABD Trabzon konsolosu Heizer)
Ermeni ve Rumlar tarafından
Trabzon Polis İdaresi’nin tabelasının indirilmesi Trabzon Rum cemaatinin işgal ordusu komutanını karşılaması
Rus İşgalinde Trabzon
İşgal, doğası gereği, tarihin her döneminde ve her bölgesinde insanlık adına büyük acılara neden olmuştur. Trabzon’un işgali de bunlardan biridir.
Ünlü tarihçi Justin McCarthy “Ölüm ve Sürgün. Osmanlı Müslümanlarına Karşı Yürütülen Ulus Olarak Temizleme İşlemi 1821-1922” adlı yapıtında Müslümanlara karşı yapılan ancak batılı tarihçilerce ısrarla göz ardı edilen tarihsel zulmü şöyle anlatmaktadır.
“Müslümanların uğradığı kayıpların tarihsel önemine rağmen, bu kayıplara ders kitaplarında değinilmez. Bulgarların, Ermenilerin ve Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders kitapları ve tarih kitapları Türklerin uğradığı aynı tür kıyımları anmamışlardır. Müslümanların başına gelen sürülme ve ölümler bilinmemektedir. Bu tarihin diğer alanlarında görülen çağdaş tutumun tam tersine bir tutumdur. Günümüzde yerli Amerikalılara karşı yürütülmüş zulüm üzerinde durulmaksızın beyaz Amerikalıların yayılmasının tarihçesinin yazılması, pek haklı olarak düşünülemez sayılmaya başlanmıştır…. Böyle iken, batıda, Balkanlardaki yahut Kafkasyalı, Anadolu Müslümanlarının çektiklerinin tarihçesi hiçbir zaman yazılmamış, anlaşılmamıştır. Balkanların, Kafkasların ve Anadolu’nun tarihi, bu tarihte rolü olanların başlıcalarından biri kimliğindeki öğeyi, Müslüman halkı anmaksızın yazılmıştır.”
Bu zamana kadar ne yazık ki üzerinde yeterince durulmamış 1916-1918 Rus işgali, insanlık tarihinin kaydettiği büyük zulümlerden birine neden olmuştur. Olayın trajik boyutunu anlayabilmek için işgal altındaki bölgelerden batıya doğru yaşanan muhacirliğe ilişkin Tasvir-i Efkar gazetesinde yayımlanan “Vilayat-ı Şarkiye’den Muhaceret Eden Müslümanların İstatistiği Tanzim Olunmuştur” başlıklı yazıdaki tespitleri aktarmak yararlı olacaktır.
“Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus ordularıyla Ermeni çetelerinin saldırılarına hedef olarak ev ve yurtlarını terk etmek mecburiyetinde kalan bedbaht Müslümanların sayısı pek çoktur. Bunlardan Sivas, Urfa, Diyarbakır, Elazığ, Konya, İzmit, Bursa, Eskişehir vilayet ve kazalarına hayatlarını kurtarmak için iltica ederek hükümetin yardımlarına ihtiyaç duyanların sayısı 902.865’e yaklaşmaktadır. Mütarekenin imzalanmasından bugüne kadar hükümetin yardımıyla Trabzon havalisine sevk olunanlar 100.000 civarındadır. 1.100.624 nüfusa sahip olan Trabzon’dan 304.142 kişi iltica etmiş, 24.999 nüfus dönüş için hazır olup 224.143 kişi de ölmüştür.”[1]
İşgal ordusunu selamlayan gayrimüslimler Rus ordusunu karşılayan din adamları
Trabzon Metropoliti Hrisantos’un Rus işgal kuvvetleri komutanı General Liyahov’a bağlılığını sunması
İşgal ile birlikte bölgenin tamamında olduğu gibi Trabzon’da da Müslümanların büyük bir çoğunluğu evlerini terk ederek yollara düşmüş ve muhacir olmuşlardı. Dolayısıyla işgal yıllarında kentte nelerin yaşandığı hakkında birkaç rapor ve anlatı dışında Türk kaynaklarında yeterli bilgi mevcut değildir. Çünkü Türk kaynakları daha çok işgalin sona ermesinden sonra kente gelen Trabzonlular ve bazı heyetlerin tuttukları notlar ve raporlardan ibaretti. Bu nedenle işgal yıllarında işgal bölgelerinde nelerin olup bittiğine ilişkin bize en ayrıntılı bilgiyi, yine Rus kaynakları vermektedir.
Kentte, 1 Kasım 1916’da yayımlamaya başladıkları Trabzon Askeri Gazetesi (Trapezuntskıy Vavenny Listok) gazetesinin ilk sayısında yer alan başmakaledeki şu ifadeler; bu kentin onlar açısından ne denli önemi haiz olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
“Masmavi denizde ve kayalık dağlarında rüyaların prensesi Trabzon serpilmişti. Birçok millet Trabzon’a hakim olmak istiyordu. Ancak bu işi, içinde bulunduğumuz yılın ilkbaharında Rus ordularının başkomutanı yüce Knyaz Nikolay Nikolayeviç başardı ve bu masal şehir Rusya’nın oldu….”
Rus Heyetinin kazılar yaptığı Yeni Cuma Camii
Rus Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Fedor İvanoviç Uspenski, kazı çalışmaları yaptığı Ortahisar Camii avlusunda
Trabzon’un askeri işgalinin ardından sıra “kültürel işgali”ne gelmişti. Buna göre Rusların işgal ettikleri yöreleri Rus Çarlığının bir parçası haline getirebilmek için bölgenin tarihi, kültürel ve sosyal açıdan irdelenmesi ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi gerekliydi. Bu nedenle işgalden yaklaşık bir ay kadar sonra Rus Bilimler Akademisi[2] tarafından oluşturulan bir bilim heyeti Trabzon’a gelmişti. Trabzon’a gönderilen heyetin başkanı Prof. Uspenski’nin 1917 yılı sonunda Rus Bilimler Akademisine sunduğu rapordaki şu ifadeler de işgalin hedefini açıkça ortaya koymaktadır.
“Bunların bir kısmı Türklerin çekilmesinin ardından Ortahisar Camisinde bırakılmış evraklardı. Rusların Trabzon’a girişi sırasında alelacele şehri terk edip kaçan Müslüman sakinlerinden kalan bürolardan, bankalardan, ticarethanelerden, özel mülkiyetlerden toplanmışlardı. Yukarıda belirttiğim gibi bu belgeler 2000 pudtan fazlaydı. Bunların 1000 pudundan fazlasını ticari ve büro evrakları oluşturuyordu. Bu dev belge yığınlarının bilimsel ve arkeolojik hiç bir değeri yoktu. Fakat, Trabzon’un Ruslar tarafından ele geçirilişinin hukuki temellere oturtulması açısından oldukça önemliydiler.”
Rusların işgal döneminde kentte neler olup bittiği hakkında en önemli bilgi, dönemin Trabzon Bölgesi Çevre Komutan Yardımcısı olarak görev yapan Mintslov’un anılarında (Trapezondskaia Epopeia) yeralmaktadır. İşgal yıllarında Trabzon’da nelerin yaşandığı hakkında Mintslov’un günlüklerinden aşağıya aktaracağım bazı pasajlar, Rus ordusunun işgal ettikleri kentte yaptıklarını anlatması için bize yeterli bilgiyi verecektir sanıyorum.
1-Arşivlerin Yok Edilmesi: “Türk hapishanelerini gözden geçirdim. Hapishane ve mahkemeler bir yerde toplanmıştı. Şimdi birinci köprü olarak adlandırılan yerin gerisinde geniş bir alana yayılmıştı. Bir tarafı bir derenin yardığı derin bir uçurumla sınırlanmıştı. Dün köprüyü geçip karşıya ulaştığımda tuhaf bir manzara ile karşılaştım. Hapishanenin altındaki derenin yamacının dibine yığılmış, her biri iki arşın yüksekliğindeki kitaplar yanıyordu. Çıkan dumanlar yamaçta bir beyazlık oluşturmuştu. Bir kaç asker arasıra gidip bu üst üste atılmış kitapları daha iyi yanmaları için bir sopayla karıştırıyorlardı Emri veren general Parsadanov, hapishane binalarının ve diğerlerinin genel temizliğe tabi tutulmasını emretmiş. Türklerin egemenliği boyunca bölgeye ve mahkemeye ait bütün belgeler bu dere yatağına yığılıp ateşe verilmişti.”
2-Rus işgal kuvvetlerinin kentte yaptığı yağma: “Türklerin terk edişlerinin ardından, iki gün sonra bizim askerler şehre girdiğinde, şehri Rumlar tarafından yağmalanmış olarak buldular. Lyahov; yağmadan dolayı morallerinin bozulmaması ve yağmacı halka zarar vermemeleri için askerlerini şehirde hiç durdurmadan geçirdi ve şehrin kenarında mevzilendi. Şayet şehir Rumlar ve bizim denizciler tarafından yağmalanmamış olsaydı, bu düşünce ve uygulama şüphesiz akıllıca idi. Deniz filosu, atak davranarak önce şehri bombalamış, ardından da kara birliklerinden önce terkedilmiş şehre girmişti. Bu aptalca bombalama yüzünden şehrin bir kısmı yıkılmış, çok sayıda insan yaralanmıştı.”
3-Kentte yapılan tahribat: “Trabzon şimdi kederli ve acılı bir görünüme bürünmüş durumda. Dolambaçlı sokaklarında yürürken, sanki ölü Pompey’de dolaşıyor gibi oluyor insan. Bütün evlerin camları kırılmış, çerçeveleri kapıları dağıtılmıştı. Evlerin bahçelerinde her türlü rezalet sergilenmekteydi. Her şey pisletilmiş, parçalanmış, dağıtılmış, kırılacak ne varsa kırılmıştı. Bu durum, şehre Petro Amuyenskiy’in doldurduğu yağmacılar ve kıta gerisi askerlerin işiydi. Özellikle hemen fark edilen denizciler, ellerinde çuvallarla hızla şehre doğru koşturuyorlardı Bakır kalemleri, ispanyoletleri kırıp söküyorlardı. Değerli ne bulurlarsa derhal çuvallarına dolduruyorlardı. Yağmacılar ise anlamsızca ortalığı yıkıp dağıtıyorlardı.”
4-Kentte yapılan katliam: “Pulathane’yi ziyaretimde; savaş öncesi Kazan vilayetinde yerel başkanlık görevinde bulunmuş olan Voronov’un evinde öğle yemeği yedim Ona Türk okullarının duvarlarında asılı resimler bulunduğunu ve bu resimlerde Türk köylerini istila eden Rus askerlerinin, kılıçlarla çocuk ve kadınları kesmelerinin canlandırılmış olduğunu anlattım.Bana şu cevabı verdi.: Siz bu resimlerin gerçeklikten uzak olduğunu mu düşünüyorsunuz ? Sizin resimlerde gördüklerinizi, biz yaşadık. Pulathane’ye geldiğimizde burada katliam başlamıştı. Buradaki herşeyi yağmaladılar. Bir kısmını, bir kaç tekne ile Of’a gönderdiler.”
5- Akçaabat tütün depolarının yağmalanması: “Pulathane’de Türkler tarafından terk edilen depolardaki tütünün askeri bölüklere bedava dağıtılması organize edildi. Bu iş merkez komutanına devredilmişti. Benden birkaç kez bu işin nasıl yapılacağını sorarak elindeki belgeleri gösterdi. “30 kişi için 30 pud, ya da 4 subay için 40 pud tütün verilmesini istiyorum” dedi. En çok talep ise bahriyelilerden gelmişti. Sonuç olarak, bu tütünlerin bölüklere ulaşıp ulaşmadığı, ya da hangi ölçüyle ulaştığı konusunda kuşkularım var. Çünkü bunların büyük bir çoğunluğu gemilerle Batum’a gitti ve arkasında hiçbir iz bırakmadan kayboldu.”
6-Kentteki yol ağının yaygınlaştırılmasının nedeni: “Türklerin bizim sınırlara ayak bastığı duyumları gelmişti. İki Türk bölüğünün cepheleri zorlayarak içeri girdikleri ve Trabzon’un 45 verst ötesine kadar ilerledikleri duyulmuştu. Eğer bu doğruysa, donanmanın acilen toparlanması gerekli. Aksi halde Trabzon, sokaktaki lastik ayakkabı gibi anında geri alınır. Tertibat konusundaki endişeler doğru. Bu durum çoktan yazılmıştı ancak şu ana kadar tek bir tatbikat bile yapılmadı. Cepheler öyle yapılmıştı ki, topçulara sorulursa ancak ellerini sallarlar. Teçhizat, cephelere taşınmamıştı. 400 adet teçhizat, toplarıyla birlikte Şvartz’ın evinin bahçesinde duruyor. Sadece 40 tanesi yerlerine nakledilmişti. Buradakilerin tamamının cephelere taşınması en az iki hafta alır. Bunları çekmek için halat lazım. Ancak insan gücüyle dağları aşarak taşıma yapılmak zorunda. Bugün halat istendi ancak bulunamadı.”
Yağmacılık, Tahrip ve Tarihi Eser Kaçakçılığı
Rus işgalinin Trabzon’da yol açtığı en önemli gelişmelerden biri de tahrip, yağma ve kültür varlıklarına yönelik saldırıdır. Her ne kadar Trabzon vilayet yönetimi 16 Nisan 1916 tarihinde, yani Rus işgalinden iki gün önce şehri terk ederek Ordu kazasına nakledilmiş olsa da şehre giren ilk Rus birlikleri tarafından ciddi bir yağma hareketi gerçekleştirilmiştir. İşgal kuvvetleri komutanlarından Mintslov’un anılarında aktardığı üzere, Rus polisleri tarafından yakalanan soyguncuların bahriyeli askerler olması,[3] Pulathane tütün depolarının Rus askerlerince yağmalanıp satılması,[4] sanat değeri olan kıymetli halıların camilerden toplanması,[5] Türklerden kalan kıymetli bakırların toplanıp satılmak üzere Batum’a götürülmesi[6] gibi pek çok yağmalama hareketi bu olayların sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Hatta işgal kuvvetlerinin Trabzon’da asayişi sağlamakla görevli generallerinden Dınga ve Parsadanov hırsızlık yaptıkları için tutuklanmışlardır.[7]
Öte yandan çar tarafından görevlendirilen Rus Bilimler Akademisi Heyetinin Trabzon’da yaptığı çalışmalar hakkında heyet başkanı Uspenski tarafından akademiye verilen raporda, Ortahisar Fatih Camisi’nde toplanan kentin tarihi, demografik ve ekonomik kayıtlarının işgalin sona ereceğinin anlaşılması üzerine Batum üzerinden Rusya’ya götürüldüğü anlatılmaktadır. Arasında Kur’an-ı Kerimlerin de bulunduğu 497 adet kıymetli el yazması ile kiliselerden alınan fresk ve mozaikler, Hatuniye Vakfı’na ait fermanlar, Ahi Evren ve Çarşı Camilerine ait sancaklar, ait oldukları mekanlardan koparılarak götürülmüştür.[8] Sözkonusu heyet tarafından Trabzon’da yapılan çalışmalar aslında bir ilmî işgal niteliği taşımaktaydı.[9] Aşağıdaki kareler de bu duruma işaret etmektedir.
Rum eserlerini ihya etme bağlamında restore edilen bir kilise
Trabzon’dan Rusya’ya götürülen tarihi eserlerin iadesi için
Trabzon’dan götürülen elyazması eserlerin listesi Maarif Nezareti’nin yazdığı yazı
Muhacirlik: Bir Neslin Dramı
Göç, 19. yüzyıl Osmanlı tarihinin kaydettiği olayların başında gelen en önemli olgudur. Osmanlı’nın Balkan topraklarında yaşanan Türklere yönelik etnik temizlik amaçlı göçler, Kırım Harbi, 93 Harbi ve Balkan Harbi ile dramatik boyutlara ulaşmış, yüz binlerce Müslüman Türk Anadolu topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır.
Tıpkı bu dış göçlerde olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgaline uğrayan bölgelerden, işgale uğramamış bölgelere doğru yapılan iç göçler de yeterince bilinmemektedir. 93 Harbi’nde “Moskof” imgesiyle tanışan Türkler, Erzurum’un işgale uğramasından sonraki süreçte toplumsal hafızada yer alan Moskof imajıyla bir arada kalmamak için doğdukları toprakları ve evlerini terk ederek işgal tehdidi altında bulunmayan Batı Anadolu vilayetlerine doğru göç etmek zorunda kalmışlardır. Bir yandan soğuk kış şartları ve açlık, öte yandan salgın hastalıklar ve Rus bombardımanı altında aylarca süren yolculukta yaşananlar muhacirliğin, halk takviminde yeni bir başlangıç, yani milat olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Belleklerde derin iz bırakan muhacirlikte Trabzon, Erzurum, Erzincan, Bitlis ve Van vilayetlerinden Sivas, Urfa, Diyarbekir, Mamuretü’l- Aziz, Ankara, Konya, İzmit, Bursa, Eskişehir vilayât ve livalarına göç eden Müslüman nüfustan 701.166 kişinin zayi’ olduğu belirtilmiştir.[10] Bu rakamlar bize, muhacirliğin trajedisini açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Bayburt ve Gümüşhane muhacirleri
Trabzon muhacirleri
İşgalden sonra Ordu’ya taşınmış olan Trabzon Vilayeti yönetiminin, yüzbinlerce insandan oluşan bu kalabalık muhacir kitlesinin sevk ve iskânında ne denli büyük sorunlarla karşılaştığı Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan ve dönemin Valisi Cemal Azmi Bey’in yaptığı yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır.[11] Bu kadar insanın yerleştirilmesi, barındırılması, güvenliklerinin sağlanması, iaşe ve ibatelerinin temini, kendisi muhacir olarak Ordu’ya taşınan Trabzon Valiliği için oldukça zor bir görevdi. Kaldı ki Valiliğin asıl görevi; Harşit Nehri’nin batısında Rus ordusunun ilerlemesini önlemek amacıyla kurulan cephenin sevk ve idaresiydi.
Kuşkusuz, tarihin çeşitli evrelerinde buna benzer olaylar yaşanmış, insanlar yurtlarından uzaklaştırılmış ya da buna zorlanmış, çok vahim sonuçlarla karşılaşılmıştır. Ancak, şunu açık yüreklilikle ifade etmek zorunluluğundayız ki; tarihin kaydettiği bu tür olaylardan hiç biri, Rus işgali sırasında bu bölgede yaşananlar kadar üzeri küllenmiş, adeta yok sayılmış olsun. Yaşanmış diğer göçlerin hemen hepsine ilişkin kapsamlı araştırmalar yapılmış, hatıralar kaydedilmiş ve külliyatlar oluşturularak konu tarihin sahnesine konulmuştur. Ne yazık ki, 1916-1918 Rus işgali sırasında yaşanan muhacirlik hakkında, birkaç yayın dışında hemen hiç bir çalışma yapılmamış, olay adeta unutulmaya terk edilmiştir.
Oysa, yörede yaşayan hemen her ailede muhacirlik anılarının günlük yaşamın önemli bir olgusu olduğu ortadadır. Birçoğumuz çocukluğumuzu, ninelerimizden ve dedelerimizden dinlediğimiz dramatik öykülerle geçirdik. Yörede hemen hiçbir ev yoktur ki; yaşlılarından birinin yolda ölüme terk edildiğini, açlık, yokluk ve sefalete dayanamayarak kundaktaki bebeğin ormanda nasıl bırakıldığının anlatıldığı hatıralara tanıklık etmiş olmasın. Hatta birçoğumuz ninelerimizden;
Trabzon’dan çıktım başım selamet
Çavuşlu’ya vardım koptu kıyamet
Anam ile yarim hakka emanet
Ah bu muhacirlik şimdi büküyor belimi
Kahpe Urus yaktı, yıktı evimi
ağıtını dinleyerek büyüdük.
Muhacirlik yıllarında aileler parçalanmış, çok sayıda insan kaybolmuş; daha da önemlisi bu süre içinde yaşamlarını yitirenler ya öldükleri yere veya daha sonra Kimsesizler/Muhacirler Mezarlığı diye tanımlanan kabristanlara defn edilmiştir. Hayatta kalma mücadelesi veren aileler, kaybettikleri bireylerinin mezarlarını arkalarında bırakarak yollarına devam etmek zorunda kalmışlardır. Bu durum, ölmeden hayata tutunabilenlerin kaybettikleri yakınlarının yalnızca bedenlerini geride bırakmalarına neden olmamış, ruhlarının yarısını da ölülerinin yanında bırakarak yaşamlarını ızdıraplar içinde sürdürmelerini de beraberinde getirmiştir. Bugün Ordu’daki “Bekirli Köyü Kimsesiz Trabzonlular Mezarlığı” ve Samsun’daki “Muhacir Mezarlığı“; burada yatanların yazıları silinmiş ve kırılmış mezar taşları ile adeta yitik insanlar müzesini andırmaktadır.
Ordu, Bekirli Köyü Kimsesiz Trabzonlular Mezarlığı
Rusya’da Bolşevik İhtilal ve Rus Ordusunun Trabzon’u Terk Etmesi
Savaşın uzaması ve 1916/17 kışında kayıplarının çok olması Rusya’da karışıklıklara neden olmuş ve 7 Kasım 1917’de Bolşevikler bir ihtilalle yönetimi ele geçirmişlerdi. 18 Aralık 1917’de Ruslarla yapılan Erzincan Mütarekesi’nden sonra Rus işgalindeki yerlerin geri alınmasına başlandı. Miralay Hamdi Bey komutasındaki 37. Tümen Giresun’dan harekete geçerek kıyı boyunca Trabzon’a doğru ilerledi. 15 Şubat’ta Vakfıkebir’i, 17 Şubat’ta Akçaabat’ı geri alan Albay Kazım Özalp komutasındaki Türk ordusu Akçaabat, Soğuksu ve Kindinar sırtlarından şehre girdiler.Yaklaşık iki yıla yakın süren işgal söna ermiş ve Türk ordusu 24 Şubat 1918’de Trabzon’da kontrolü ele almıştı. Kazım Özalp yayınladığı bildiride, halkın işiyle gücüyle uğraşmasını isteyerek asayişi sağlamak için şehre devriyeler çıkardı. Şehirdeki Rus askerleri limanda bulunan iki Rus vapuru ile Batum’a sevk edildi. İşgal sırasında Türklere kötülük yapmış olan Rum ve Ermeniler de Ruslarla birlikte şehri terk ettiler.
İnsan yaşamında, 2 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süre evlerinden uzakta yaşamak zorunda bırakılan Trabzonlular, geri döndüklerinde harap bir şehir buldular. İşgalin sona ermesinden kısa bir süre sonra Trabzon’a gelen iki gazetecinin kente dair verdikleri şu bilgiler, durumun vahametini açıkça ortaya koyar niteliktedir:
Abidin Daver gördüğü manzarayı gazetesindeki köşesine şu şekilde aktarmıştı:
“Uzaktan hemen hiç tahrip edilmemiş gibi bir manzara arz eden Trabzon’un nasıl harap ve perişan olduğunu anlamak için geçilen sokaklarda etrafa şöyle bir bakmak yeterliydi. Genişleme çalışması için açılan caddelerde bütün evler -maalesef hep İslam evleri- temelinden yıkılmıştı. Diğer mahallelerde ise ötede beride yine tamamen tahrip edilmiş evler bulunmakla birlikte sağlam kalabilmiş az sayıda ev ise adeta iskelet görünümündeydi. Evlerin taşınmaz kısımları böyle olunca taşınabilir kısmının başına gelenleri anlamak için fazlaca düşünmeye gerek yoktu. Trabzon çarşısı da kısmen harap olmuş ve Müslümanlara yaptıkları kötülüklerin cezasına uğramak korkusuyla yerli Rumlardan çoğu Rus ordusuyla birlikte şehri terk etmişti. Bu durumun da etkisiyle, savaştan öncekiyle kıyaslanamayacak olsa da şehirde az çok ticari faaliyet de mevcuttu.”
Ahmet Refik Altınay ise Tanin gazetesinde şunları yazmıştı:
“Evliya Çelebi’nin, “Burası gül ve reyhan ve erguvan açar” bir belde idi diye tarif ettiği Trabzon perişandı, Trabzon manen, maddeten bir harabe idi. Şehrin en muntazam, en el değmemiş binaları; kayaların dibindeki Rum kilisesi, Rum Mektebi, Rum Mezarlığı ve çoğunlukla Rum evleriydi. .. Bizans ve Osmanlı surlarının içi, bütünüyle tahrip edilmişti. Bu harabeler içinde denize paralel iki uzun yol açılarak genişletilmişti. Deniz kenarındaki mendirekle şehrin ortasından denize paralel olarak açılmış harâbe halindeki yoldan başka yeni yapılmış hiç bir şey yoktu. Her şey, her köşe, her ev, her sokak, her türbe tahrip edilmişti. Bu feci yangın enkâzı ortasında camiler çıplak minareleri, mezarlıklar kâmilen kırılmış taşları, araba çöplüğüne dönmüş meydanlarıyla kalplere elem veriyordu. Sokaklar teneke, eşya, aba, çizmeler, Rus kalpakları, araba, tekerlekleri, hayvan ölüleri, kiremit yığınlarıyla doluydu. Bir zamanlar mutlu ailelerin şen şakrak şekilde yaşadıkları bahçeler, şimdi yıkılmış duvarlar ortasında çıplak kalmış, duvarlarında yabani otlar bitmişti. Bütün bu olumsuz tabloya rağmen memleketlerine, baba yurtlarına geri dönen Trabzonlular yaralarını sarmak, ocaklarını tüttürmek için kolları sıvamışlardı. Tarlalarda genç ve dinç hiç bir erkek yoktu.”
Evleri yıkılmış, malları yağmalanmış olan halk bu yokluk içinde Türk milletine özgü yardımlaşma ve dayanışma duygusuyla hayata yeniden tutunmaya, yaralarını sarmaya çalışıyorlardı.
Yeni Bir Mücadele, “Milli Mücadele” Başlıyor
Ancak, Trabzonluların yurtlarına dönmelerinden ve elbirliği ile yeni bir yaşam kurmaya başlamasından 8 ay gibi kısa bir süre sonra 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesini imzalayarak I. D. Savaşından yenik olarak çekilmişti. Bu kez ülkenin durumu daha tehlikeli bir sürece girmiş, bölgenin Rus işgalinden kurtulmasının sevinci yeterince yaşanamadan daha tehlikeli bir döneme girilmişti. Mütareke ile ülkenin kaderi tam anlamıyla İtilaf devletlerine terkedilmiş, bölge üzerinde emelleri olanlar yeniden faaliyete geçmeye başlamıştı. Ülkenin ve bölgenin içinde bulunduğu bu tehlikeyi en önce fark edenlerin başında yine Trabzonlular gelmiş ve Aralık 1918 başlarında, alt başlığında ilk kez “Türk gazetesi” ifadesinin kullanılan Faik Ahmet Barutçu idaresindeki İstikbal Gazetesi yayımlanmaya başlanmıştı. Nihayet İtilaf devletleri 1919 yılının Ocak ayında Paris’te, adı “barış” konferansı olmakla birlikte işlevi Osmanlı Devleti’ni paylaşma olan konferansı toplamışlardı. Konferansta Osmanlı Devleti’nin temsilcileri yer almazken, Osmanlı içindeki gayrimüslimlerin temsilcileri, bağımsız devlet kurma taleplerine ilişkin hazırladıkları raporları başta ABD başkanı Wilson olmak üzere Beşler Konseyine sunmaya başlamışlardı. Ülkenin değişik bölgelerinde olduğu gibi Doğu Karadeniz Bölgesinde de Sömürgecilerin desteğini alan gayrimüslimler tarafından bir yandan bağımsız bir Pontus devleti, öte yandan Ermenistan devleti kurulması için dışarıda diplomatik girişimler başlatılmıştı. Öte yandan İtilaf devletlerinden aldıkları destekle, bölgenin demografik yapısını değiştirmeye yönelik çalışmalar başlatılmış; dışarıdan Rum ve Ermenilerin getirilerek bölgeye yerleştirilmesine çalışılırken diğer yandan silahlı çeteler aracılığıyla Türklere yönelik yıldırma ve katliamlarla göçe zorlama girişimleri başlatılmıştı. Bunun üzerine Trabzonlular bir kez daha bir araya gelerek Şubat 1919 başlarında Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’ni kurarak bölge illerinde örgütlenmeye başlamışlardı. Cemiyet, bölge halkına yönelik bilgilendirme çalışmalarını sürdürerek muhtemel tehlikelere karşı birliktelik sağlamaya çalışıyordu. Dışa yönelik faaliyetlerini de sürdüren Cemiyet heyetler oluşturarak Hükümet ve Padişahla görüşmeler yapıyor, Paris konferansında bölgeye yönelik sürdürülen ayrılıkçı girişimlerin kabul edilmeyeceği uyarısında bulunuyordu.
İzmir’in işgali bardağı taşıran damla olmuş, Cemiyet olağanüstü bir kongre ile durumu değerlendirmiş, alınması gerekli tedbirler üzerinde durmuştur. Nitekim, öncelikle İzmir’in işgalini protesto amacıyla bölge illerinde telin mitingleri düzenlenmiş, ayrıca Erzurum’daki Cemiyet ile birlikte Temmuz 1919’da ortak bir Kongre düzenleme kararı alınmıştır.
Bu süreç içinde İstanbul’dan kötü gidişe müdahale etme olanağı bulunmadığına karar veren Mustafa Kemal de 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Anadolu direnişinin meşalesini yakmıştı. Nitekim, Samsun’dan İstanbul Hükümetine gönderdiği telgrafta, bölgedeki durumun giderek Türklerin aleyhine geliştiğini, asayişin sağlanmasının özellikle ayrılıkçılık faaliyetler yürütmekte olan Rumların kontrol altına alınmasıyla sağlanabileceğini belirtmişti. Mustafa Kemal ile Trabzon MHC yetkilileri arasında bu dönemde gerekli irtibat kurularak işbirliği başlatılmıştı. Nihayet bu süreç 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresinde, birlikte hareket ve eyleme dönüşmüş, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın sonuna kadar da omuz omuza sürmüştür.
Mustafa Kemal’in 15 Eylül 1924 tarihinde Trabzon’a yaptığı ilk ziyarette, Belediye Başkanı Hüseyin Kazaz tarafından onuruna verilen yemekte yaptığı konuşmada Trabzonlular için söylediği “Beş sene önce ilk kez Samsun’a ayak bastığım zaman bana kalp gücü veren vatandaşlarımın ilk sırasında Trabzonluların bulunduğunu asla unutmayacağım. Sakarya büyük kanlı savaşına Üçüncü Tümen ile yetişen Trabzon evlatlarının savaş alanında gösterdikleri özverili çabaların kıymetli anısı, bilincimde sürekli canlı kalacaktır.” sözleri, tesadüfen söylenmiş sözler değildi. Sevr Anlaşmasının hayata geçirilerek Anadolu’nun paylaşılmasını sağlamak isteyen İtilaf Devletleri, maşa olarak kullandıkları Yunan ordusuna tam destek vererek Anadolu hareketi üzerine saldırtmışlar, Eskişehir-Kütahya muharebeleri ile Türk ordusunu Sakarya’nın doğusuna kadar itmişlerdi. Bu durum aynı zamanda Anadolu’ya geçmek üzere planlar yapan ve bu gerilemeyi uygun fırsat olarak değerlendiren Enver Paşa’nın da harekete geçeceği an olarak değerlendirilmişti. İşte böylesine yaşamsal bir anda, başka bir ifadeyle varlık-yokluk anında Trabzonluların Sakarya savaşına katılarak Yunan ordusuna vurulan darbede önemli katkı sağlamaları Mustafa Kemal’in dimağında her zaman “menkuş” kalacak bir gelişme olmuş, Trabzon’daki konuşmasında da bu durumun altını çizmiştir.
Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım’la birlikte ziyaret ettiği Trabzon’da .
(Bugünkü Trabzon Müzesi bahçesinde. 15 Eylül 1924)
Aynı yemekte yaptığı uzun konuşmanın bir kısmında, Trabzon ve bölgenin yaşadığı tehdit ve tehlikelere şu ifadeleriyle işaret etmiştir:
“Vatanın birliğini, özgürlük ve bağımsızlığını sağlayan ulusu-muzu Cumhuriyet idaresine ulaştıran devrimlerimiz; ekonomik bollukla mutluluğumuzu ve dünya uygarlığında kendimize yaraşan düzeye erişmemizi sağlayacaktır. Halkı zeki, üretken, girişimci ve çalışkan olan Trabzon’umuzu; kısa bir süre sonra ülkenin iç kesimlerine demir-yolu ile bağlanmış, güzel bir rıhtım ve limana kavuşmuş olarak görmek en önde gelen dileğimdir. Trabzon; Türk camiâsında Cumhuriyet’in zengin, sağlam ve duyarlı en önemli güven kaynaklarından biridir. Cumhuriyet’in bu niteliklere sahip bir kenti, hiç kuşkusuz bayındırlık ve gelişmeyi sağlamak için gerekli araçlara sahip olacaktır.”
1911 ile 1922 yılları arasında büyük acılar yaşayan Türk milletini bu acılardan kurtararak bağısız bir ülkenin yurttaşı olarak yaşamasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve minnetle anarken; onun “en büyük eserim” diye nitelediği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Anayasası’nda tanımlandığı üzere “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” olarak ilelebet yaşayacağını belirtmek isterim.
[1] Tasvir-i Efkar, 11 Mayıs 1919.
[2] Prof. Fedor İvanoviç Uspenski başkanlığında oluşturulan Rus Bilimler Akademisi Arkeolojik Araştırma Heyeti’nin raporları. (Heyette; Prof. A.E. Krımskiy; İlahiyatçı Prof. N.D.Protasov, N. E. Makarenko, Mimar N.B.Baklanov, Ressam N.K.Kluge yeralmaktadır.
[3] Mintslov, a.g.e., s. 135.
[4] Mintslov, a.g.e., s 184.
[5] Mintslov, a.g.e., s 73.
[6] Mintslov, a.g.e., s 136.
[7] Mintslov, a.g.e., s 262.
[8] Usta, a.g.m. Bu eserlerin geri getirilmesi için 1924 yılında taraflar arasında bazı girişler yaşanmış olmakla birlikte sonuç alınamamıştır. 2009 yılından itibaren bu girişimler yeniden başlatılmış olup bu eserleri ait oldukları mekana geri getirmek için çalışmalar sürdürülmektedir.
[9] Halit Dündar Akarca, “İlmi İşgal: Rus Bilim Adamlarının Trabzon ve Civarında Birinci Cihan Harbi’nde Gerçekleştirdikleri Arkeolojik Faaliyetler”, Doğu Karadeniz’de Rus İşgali ve Muhacirlik, ed. Veysel Usta, Trabzon 2016, Serander Yayınları, s. 251-262.
[10] “Müslüman Muhacirler”, Tasvir-i Efkar, 11 Mayıs 1919.
[11] BOA.DH İUM. Nr. E-24/29 ve E-20/22. Trabzon Vilayetince 332 senesi Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları zarfında re’sen mülhakatla icra kılınan tebligat-ı umumi defteri. Vali Cemal Azmi Bey’in yaptığı yazışmaları içeren bu defter Yüzyıl Önce Karadeniz: Muhacirlik Defterleri adıyla kitap haline getirilmiştir.