“Pazar sohbetleri” söyleşi dizimizin bu haftaki konuk STK’sı : Trabzon Cazıları
Toplumsal algıda özellikle de Trabzon’da kötülük yapan, hilebaz, dedikoducu kadın anlamında kullanılan “cazı” ismini özellikle mi seçtiniz? Kendinizi bu anlamda nasıl tanımlıyorsunuz?
Cazı aslında köklerini çeşitli mitolojilerden alan çok eski bir kavram. Toplum cadı ya da cazı yakıştırmasını egemen olan toplumsal kuralları reddeden, başkaldıran ve hakkını arayan kadınlara yakıştırıyor günümüzde ise feminizme inanan kadınlara cadı deniyor. Biz cadılığı yadsımıyoruz. Biz de kendimize yerel dilde kullanıldığı gibi “cazı” diyoruz.
İnsanın insan olmaktan çıktığı günümüzde “insan onuruna yaraşır bir hayat için barışa ve şiddetsizliğe inanıyoruz” diyorsunuz. Trabzon Cazıları olarak bu inancınızın hayat bulması için neler yaptınız, neler yapmayı planlıyorsunuz?
Barış, dünyanın en güzel kelimesi! Barış istemekten hiç bir zaman vazgeçmeyeceğiz. Eğer vazgeçersek bu topraklara adalet hiç bir zaman gelmeyecek. Bizler barış içinde yaşamak istiyoruz, buna dair taleplerimizi de her zaman dile getireceğiz. Biliyoruz ki şiddeti kutsayanlar, nefret ve ayrımcılık dilini kullanmaya devam ettikçe kadın cinayetleri, tecavüzler, çocuk istismarları devam edecek. Biz çocukları öldürülen annelerin, öldürülen binlerce kadının, istismar edildiğinde sesi çıkmayan çocukların atamadığı çığlığı atmak, birlikte sesimizi duyurmak isteğiyle harekete geçtik. Bugüne kadar dört festival düzenledik. Bu festivallerin ülke gündeminden bağımsız olması beklenemezdi. İktidarın hayal ettiği, bize dayatmak istediği yaşam biçimi hayalini istemiyorduk Derdimiz, kadını birey olarak kabul etmeyen, erkeği kadının terbiyecisi namusu olarak gören, erkeği de o yönde sorumlu tutan bağnaz, ataerkil sistemi sorgulamaktı.
Trabzon Kadın Dayanışma Festivallerinde hem kendimizi hem de kadın sorunlarını ifade edebileceğimiz, daralan yaşam alanlarımızı genişletmek, kadınlar olarak birbirimize ve içinde yaşadığımız topluma sesimizi duyurmak amacıyla “Kadın Gibi Yaşa” sloganıyla ilk festivali yaptık. 2. Festivalimiz “Güneşe Çevirelim Bu Karanlık Günleri” temasıyla, 3. Festivalimiz “İncitme Karıncayı” temasıyla Trabzonlularla buluştu. Geleneksel hale gelen festivalimiz döndürdüncü yılına girdi ve “Ander Kalsun Sevdaluk” dedik. İki yıldır pandemi dolayısıyla festival yapamadık. Bu süreci sağlıklı bir şekilde atlatarak yeniden festivalimizi yapmayı diliyoruz. Festivallerde Trabzon’daki kadın hareketini güçlendirmek adına; hak temelli kadın savunuculuğu yapan, kadının istihdam ve üretimini destekleyen kadın STÖ’ler bir araya gelerek, toplumsal cinsiyet, medyadaki cinsiyetçi dil, kadın üretimi ve kadın kooperatifleri, tarım işçisi kadınlar, LGBT-İ olma, mültecilik, kent yoksulluğu, çevre sorunları ve benzeri başlıklar tartışılmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, Sosyal adalet, özgürlük, demokrasi, doğa, şiddetsizlik, eşitlik, barış ve ayrımcılık karşıtlığı ilkelerini savunmaktadır. Biz “Trabzon Cazıları”, ötekileştirmenin ve cins kırımının hüküm sürdüğü bugünlerde, kadın bilgeliğinin, yaratıcı gücünün kurtuluş yolu olduğuna inanıyoruz. Dünya düzeninin kadınların emekleri üzerine kurulduğunu, yazılan ve anlatılan tarihte kadınların varlıklarının gizlendiğini ve var olan sistemi kadın vicdanının değiştirebileceğine inanıyoruz.
Trabzon Cazıları olarak “Trabzon kadınının gerçekliğini göstermeye, yapabileceklerimizin en iyisini yapmaya ve zorlamaya çalışıyoruz” demişsiniz Bu kapsamda yerel kadın cazılarla ilgili bir projeniz var mı? Örnek olarak Faroz Cazıları oluşturarak onlar ile bir temas ve duyarlılık oluşturma konusunda bir çalışmanız var mı?
Biz yaptığımız festivallerde sadece şehirde yaşayan kadını baz almadık. Yeşil yola karşı mücadele veren, Sürmene çöplüğünün sorunuyla boğuşan, yerel tohuma sahip çıkan, üreten pazara getiren, mülteci sorunlarıyla ilgilenen, sanatta kendini var etmeye çalışan, akademik alanda mücadele veren, kısaca yaşamın her alanında olan ve olmaması gerekenin karşısında duran, insana, doğaya, yaşama saygılı, mücadeleci kadınlarla buluştuk. Onların görünürlülüğü ile gurur duyduk. Bu anlamda yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalıştık ve kendimizi daha iyisini yapmak için zorladık. Bu kapsamda yeni projemiz yeni bir festival yaparak daha çok kadınla temas içinde olmak onların deneyimlerinden yararlanmaktı. Pandemi ne yazık ki buna engel oldu. Faroz cazıları derken sanırım o mahalle örneğinden yola çıkarak diğer yerleşimlerdeki daha iyi yaşam için emek ve mücadele veren kadınları söylemek istiyorsunuz ki biz en son festivalimizde Faroz’un aynı zamanda Trabzon’un da ilk kadın muhtarını konuk etmiştik. Hangi konuda olursa olsun haklı mücadelelerinde kadınlarla dirsek temasında olmayı seviyoruz. Her birimizin kendi özel alanı; orada ve sivil toplum kuruluşları içinde çalışmaları var ki, bunun da temas ve duyarlılık oluşturmak için azımsanmayacak bir çaba olduğunu düşünüyoruz.
Ötekileştirme kavramına karşı olduğunuzu ortaya koyuyorsunuz. Peki sizler Trabzon Cazıları olarak ötekileştirilme yaşıyor musunuz? Yaşıyorsanız bunlarla nasıl mücadele ediyorsunuz?
Bizler dini inancı, sınıfı, eğitimi, ırkı ne olursa olsun ötekileştirme yaşamayan kadın olmadığına inanıyoruz. Bazı kadınlar sahip oldukları avantajlarla bu ötekileştirmeyi daha yumuşak süreçlerde yaşasalar, tüm kadınlar ötekileştirme düzeylerinde eşit olmasalar da bizler bütün kadınların ötekileştirildiği ataerkil bir düzende yaşadığımızı hiç aklımızdan çıkarmıyoruz. Pandemi sürecinde ara vermek zorunda olduğumuz festivalimizde, festival esnasında bizler de Trabzon basınının hakkımızda hiçbir haber yapmaması suretiyle ötekileştirildik. Festival programlarımız dolu doluydu, çok tanınan misafirlerimiz vardı, üzerinde durduğumuz konular çok can alıcıydı ancak bunların bir tanesi bile yerel basının dikkatini çekmedi. Trabzon Cazıları’nın etkinliğini haberleştirmediler, programımızı duyurmadılar, yokmuşuz gibi kabul ettiler. Oysa festivalin duyurulması esnasında olsun, festival sonrasında olsun ulusal basında pek çok haberimiz çıktı. Ulusal ve yerel haberler ile Trabzonspor’la sayfalarını dolduran yerel gazeteler, bizden pul haberle bile bahsetmediler.
Rejimin ve siyasal iktidarların kadına bakışını nasıl görüyorsunuz? Kadın siyasetin neresinde olmalı?
Ne yazık ki mevcut siyasal iklim kadınların insan haklarının korunamadığı, kullanılan dil ve adaletsiz hukuki kararlarla kadınların mağdur edildiği bir görünüm çiziyor. Kadına yönelik şiddet bu iklim içerisinde günbegün artıyor. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin iptali ve kadın haklarının her gün tartışmaya açılması kadının toplum içerisindeki statüsünü gittikçe zayıflatıyor.
Erkek egemen toplumun kadına biçtiği roller pekiştiriliyor ve kadınlar kamusal alandan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Ancak hangi siyasi görüşten olursa olsun kadınların kendilerine biçilmek istenen bu rolleri kabul etmeyeceğine ve hakları için dayanışma içerisinde mücadele edeceklerine biz yürekten inanıyoruz.
Kadına şiddet arttıkça toplumun tüm değerlerinin yozlaştığını görüyoruz. Kadına şiddet çocuğa, hayvana, doğaya şiddeti körükleyen bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Kadına şiddet ve kadın cinayetleri konusunda neler söylemek istersiniz?
Aslında toplum yozlaştıkça kadına şiddet artıyor demek daha doğru olur. Erkek egemen ,şiddet ve tahakküme dayalı bir toplum inşasının olduğunu görüyoruz. Bunda geleneksel bakış açısının etkisi büyük. Kadınlar, çocuklar, çevre, erkek tahakkümünde onun baskısı altında ezilen gruplar haline geliyor. Bu tahakkümü kırmak ancak ezilen grupların haklarının güçlendirilmesi ile mümkündür ancak her geçen gün değil hakların güçlendirilmesi temel hakların dahi tartışmaya açılması söz konusu oluyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılacağı ilan edilmişken, yine 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi yasası ve hatta Medeni Kanun’daki haklar tartışmaya açılabiliyor. Marjinal gerici gruplar Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dahi kaldırılmasını talep edebiliyorlar. Üstelik bu tartışmalar üzerinden toplum kutuplaştırılıyor. Yaşanan onca kadın cinayeti aslında bu bakış açısının bir neticesi haline geliyor çünkü failler bu söylemlerden güç alıyorlar.
Gelişmiş tüm ülkelerin, kadın erkek eşitliğini gerçekleştirmek için olağanüstü çaba sarf ettiklerini görmemiz, zamanın ruhunu yakalamamız ve toplumların daima bir evrim içinde olduğunu geri gidemeyeceğini bilmemiz hep birlikte kadınların insan hakları, çocuk hakları ve doğa için mücadele etmemiz gerekmekte.