Hadis, yüce Yalvacımız Hz. Muhammed’ in söz ve davranışlarına denir. Yüce Yalvacımız, Tanrı’nın Resulü sıfatını alana kadar insanlarla olan iletişimde konuşmayı ve beden dilini kullanmak durumundaydı. Dile egemen olanın, sözlü ve yazılı ortamda anlatılanı anlaşılır kıldığını; toplumda özlemle aranan, beğenilen, istenen, saygın bir kişilik olarak yer edindiğini görürüz. “Toplum içinde iletişim türü olarak en fazla konuşmayı kullanan insanın, duygu ve düşüncelerini karşıdakilere sözlü olarak doğru, düzgün, açık ve anlaşılır bir şekilde anlatabilmesi gerekir. Doğru ve düzgün olmayan konuşma, yetersiz iletişime; yetersiz iletişim de anlama, anlatma ve anlaşma yetersizliğine; hepsi birden başarısızlığa neden olmaktadır. Duygu ve düşüncelerin söze dönüşebilmesi için konuşmaya bir biçim vermeye çalışılmalıdır. Konuşma; sözcüklere, cümlelere yaşam ve canlılık kazandırma çabasıdır[1].”
Yalvacımızı görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş Müslümanlardan derlenen ve günümüze kadar gelen dille ilgili bazı hadisler şöyledir:
“Ben Arapların en açık ve düzgün konuşanıyım; çünkü Kureyş boyuna bağlıyım ve Sa‘d b. Bekr oğulları içerisinde büyüdüm.’’ Yüce Yalvacımızın söz ve davranışları bir Müslüman için yol göstericidir. Bu Hadiste Yalvacımız tarafından: Arap dili, Kureyş Boyu, açık ve düzgün konuşma, Sa’d b. Bekr oğulları açık ve net bir şekilde övüldüğüne, sevdiğine dikkatinizi çekmek istiyorum. Buradan hareketle bir insanın konuştuğu ana dilini, gelişip büyüdüğü boyunu, ailesini sevmesinin her insanın en doğal hakkı olduğunu, bu davranışın insanlığın en yüce değeri olduğunu anlamamız, görmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Hz. Ali’nin, Hz. Yalvacımız Benî Nehd boyu elçilerine hitap ederken: “Sizinle aynı soydan olduğumuz halde konuşmalarınızın bazısını anlayamıyoruz,” demesi üzerine, Hz. Yalvaç: ‘’Beni Rabbim yetiştirdi ve beni çok iyi eğitti,” demek suretiyle özel eğitimden geçtiğini belirtmiştir. Yine Hz. Yalvaç: “Bana az sözle çok şey anlatma yeteneği verildi,” sözüyle esin yoluyla bir eğitim aldığını söylemiştir. Hz. Yalvaç’ın edebî yeteneğini, esinini, yetiştiği toplumdan aldığı doğuştan yetenek, zekâ ve önsezi ile sosyal çevrenin gerektirdiği şartlar olarak ele almak mümkündür.
Hz. Yalvaç, açık ve düzgün konuşmayanları şu sözleriyle uyarmıştır: ‘’Kıyamet günü bana en uzak olanlar, sözü karmaşık söyleyenler, gereksiz yere uzatanlar ve aşırı abartı yapanlardır.” Bu nedenle Ceriri’ye şöyle seslenir: “Cerîr, sözün kısa ve etkili olsun, arzu ettiğine ulaşınca zor ve karmaşık deyişler kullanma,’’ dedi.
Ünlü dilci İbn Kuteybe (276/889), Hz. Peygamber’in dil yönü ile ilgili olarak onun lafebeliğinden hoşlanmadığını belirten şu hadisini aktarır: “Allah’ın peygamberi lafebeliğini yasaklamıştır.”
Yüce Tanrı tarafından Yalvaç olarak görevlendirilenlerin, budunlarının, boylarının ya da ailelerinin ilgili olduğu dili, yani ana dillerini en açık ve en düzgün konuşanlardan olduklarını anlıyoruz. Hz. Muhammed, doğuştan yetenekleri ve yüce Tanrı’nın kendisine verdiği esinin dışında, yetiştiği toplumun düzeyini ve kendisine etkisini şöyle anlatıyor: “Ben Arapların en açık ve düzgün konuşanıyım, çünkü Kureyş boyuyla ilişkiliyim ve Sa‘d b. Bekr oğulları içerisinde büyüdüm,” diyerek, ailesini, ait olduğu budunu övüyor. Bizlere de kişinin yetişmesinde bu iki kurumun dışında yetiştiği çevrenin de etkili olduğunu işaret ediyor.
Dili yabancı dillerin kapım atmosferinde olan bir ülke insanın, yukarıda sözünü ettiğimiz edebi sanatları yerine getirmesi için kapım sözcüklerinin her birinin kök bilgilerini ve nerede, hangi anlamlara geldiğini çok iyi bilmesi gerekir. O dillerin edebiyat fakültelerini bitirmesi gerekir ki, açık ve düzgün konuşabilmek için sözcüklerin söyleniş şekli eksiksiz ve kusursuz olsun; sözcükleri tonlamaya, vurguya dizeme uygun söylesin; sıralasın, yorumlasın ve konuları biri birleri ile iyi ilişkilendirsin.
Ayrıca ilk Müslümanlardan ve Hz. Yalvacımızın seçkin arkadaşlarından biri olan İran asıllı Selman Farisi, namaz sırasında ‘’Fatiha Suresi’nin’’ özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine ‘’Fatiha’nın’’ Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırktaşlarına bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha’yı Farsçaya çevirerek kendisine başvuran kişilere göndermiştir(bk.Serahsi; Mebsut, 1736-37)[2].
Buradan hareketle, yaptığı ve söylediği ile özdeş olan yüce Yalvacımızın yolundan giderek Arapça ‘’kavim’’ sözcüğü yerine Türkçe karşılığı bulunan ‘’budun’’, ‘’kabile’’ sözcüğü yerine ‘’boy’’ ve Farsça olan ‘’Peygamber’’ sözcüğü yerine Türkçe ‘’Yalvaç’’ sözcüğünü kullanıp, anadilimize hizmet etmeyi erdemlerin en büyüğü olarak görmeliyiz. Bu tür bir tavırla ilgili olduğumuz kutsal Betiği daha iyi anlamış; aileye, boya ve buduna yüce Yalvacımızın yaptığı gibi değer vermiş oluruz; hem de yeni kuşaklarca daha iyi anlaşılır ve bu kuşaklara isteğimizi daha iyi anlatmış oluruz.