Nutuk, 1919’dan 1927’ye dek Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı ve diğer çalışmalarının Mustafa Kemal Atatürk tarafından 15-20 Ekim 1927 günlerinde Cumhuriyet Halk Fıkrası ikinci büyük kongresinde genel başkan sıfatıyla, 36,5 saat süren konuşma metni, Cumhuriyet tarihi açısından çok önemli bir eserdir.
23 Ağustos 1921 tarihinde başlayıp, 13 Eylül 1921 tarihinde son bulan ve Atatürk tarafından çok büyük ve kanlı savaş olarak adlandırılan Sakarya Meydan Savaşı devam ediyordu. Anadolu’nun evlatları bir bir şehadete yürürken 61 yaşındaki Osmanlı Hakanı Sultan Vahdettin, 1 Eylül 1921 günü Yıldız Sarayı’nda görkemli bir düğün ile 18 yaşındaki Nimed Nevzad Hanım ile 5. Evliliğini yapıyordu!
26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz başarıyla sürüyordu. 30 Ağustos Başkomutan Meydan Muharebesi zaferle sonuçlanmıştı. 31 Ağustos 1922 sabahı, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa savaş alanını gezdiler. Binlerce silah, araç, çok sayıda yaralı ve ölü vardı. Sıhhiyeciler yaralı ve ölüleri topluyor, veterinerler ağır yaralı hayvanları acı çekmesinler diye vuruyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, yerde bir Yunan sancağını görünce: “Yerden alınız” der. Yaver Muzaffer, sancağı yerden alıp bir topun üzerine bırakıyordu[1].
Yunan Ordusu geri çekiliyordu. 2 Eylül 1922’de, Yunan general, subay ve erlerinin bir bölümü Uşak’ta teslim olmuştu. Esir alınanlar içinde Yunan Ordusu Komutanı ve Başkomutanı Trikopis vardı. Trikopis’i Mustafa Kemal Paşa’nın yanına getirdiler. Gazi Paşa, esir generalleri ayakta karşıladı. Birer çay ısmarladı, sonra Trikopis’e sordu: “Bu iş nasıl oldu?” Trikopis başını önüne eğdi. Mustafa Kemal: “Üzerinize düşen vazifeyi yerine getirdiğiniz için rahat olunuz. Artık bizim misafirimizsiniz. En büyük komutanlar için de esirlik mukadder olabilir”, diyordu[2].
İki ay on beş gün sonra padişah Vahdettin’in ülkesinden 17.11.1922 günü ayrıldığını, sığındığı İşgal kuvvetleri komutanı General Harigton’un, “padişah bugünkü durum sonucunda hayat ve hürriyetini tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz koruyuculuğunu ve İstanbul’dan başka bir yere götürülmesini istemiştir. Padişahın isteği bu sabah yerine getirilmiştir,” demeciyle bütün dünyaya duyurdu[3]. Burada Tolstoy’un, “kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan ‘en kötü’ insandır,” sözünü hatırladım. “Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz,” diyen yüce Atatürk, böyle bir insan için su sözleri haykırıyordu Nutkunda:
“Asil bir milleti utanılacak duruma düşüren alçak(sefil).. Vahdettin gibi hayat ve hürriyetini milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahlûkun, bir dakika dahi olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne acıdır! Teşekküre değer bir şeydir ki, bu alçak, babadan oğula geçen saltanat makamından millet tarafından indirildikten sonra alçaklığını tamamlamış bulunuyor..
Aciz, adil, duygu ve düşünceden yoksun bir mahlûk, kabul eden herhangi bir yabancı devletin koruyuculuğuna girebilir. Fakat böyle bir mahlûkun, bütün Müslümanların halifesi sıfatını taşıdığını söylemek elbette uygun değildir. Böyle bir değerlendirmenin doğru olabilmesi, öncelikle bütün İslam kitlelerinin esir olmaları şartına bağlıdır. Hâlbuki dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve bağımsızlığa sembol olmuş bir milletiz. Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, alçakça(sefilce) sürükleyebilmek için, her türlü alçaklığı uygun gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabileceğimizi gösterdik. Bu şekilde devletlerin, milletlerin birbirleriyle ilişkilerinde şahısların, mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, şahsi durum ve hayatlarında başka bir şey düşünemeyecek pespayelerin önemi olmayacağı gerçeğini bir defa daha ortaya koyduk[1]..” Evet, bunun gibi yalnız kendini düşünenler, ‘kendi esaretine zincirlenmiş bir köle gibi’ hayat sürdürüp yok olmuşlardır, Vahdettin gibi.
Çok büyük ve kanlı savaş olan Sakarya Meydan Savaşı devam ederken 5. Evliliğini yapan; Başkomutanlık Meydan Savaşında Mustafa Kemal Atatürk, Yunan ordusu komutanı ve başkomutanı Trikopis’ i çadırında esir olarak ağılarken; Padişah Vahdettin, işgal kuvvetleri komutanı General Harington’ a teslim olup ülkesini ‘canı tehlikede olduğu’ için terk ediyordu.
Sadece vatan topraklarımızı değil, Türk kuşağını ve dilini de kurtaran Atatürk’ün Nutuk’ta vatanı, teslim olduğu düşman askerinin gemisiyle terk eden Vahdettin için söylediklerini az buluyorum. Atatürkçü aklın, aydının, Türk varlığına ihanet edenlere, düşman kapımında-işgalinde- ülkenin anahtarlarını kapımcılara teslim edenlere, Türk ekinine sırt çevirenlere, özellikle 16. Yüzyılda arap ülkelerinden getirtilip, saray ve medrese çevrelerine konuşlandırılan Arap Milliyetçisi sözüm ona çelebilere ve onlara inanan yerli Arap hayranı Türk insanına tepkilidir; tarihine, tarihi kişiliklerine, ekinine – kültürüne- değil, diyorum.