OZANLARMIZIN VE PADİŞAHLARIMIZIN DİZELERİNDE DİLİMİZ

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Şiir, duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden vb. süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, ozanların, sözcüklerin sözlük anlamlarına kimi zaman değişik anlamlar da yükleyerek, dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturdukları, imgelerden, simgelerden, söz sanatlarından, ritimden, uyumdan vb. yararlanarak ortaya koydukları, okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünü. Şiirin bu anlamından yola çıkarak aynı dönemde yaşamış ozanlarımızın ve padişahlarımızın şiirlerindeki dil kullanımlarına dikkat çekmek istiyorum.

1240 yılında doğduğu ve 1321 yılında öldüğü sanılan Yunus Emre’nin kullandığı dil Türkçemiz için çok önemlidir. Dünya hayatından 700 yıl önce ayılmış, ancak halkın gönlünde hala yaşamakta olan halk insanı, halk ozanı, düşünür Yunus Emre’nin bugün söylemiş gibi sade, ustalığı tartışılmaz, güçlü bir anlatıcının, saptayıcının ve betimleyicinin şu dizelerini, bir kere daha Türkçeyi aşağılayanlara inat büyük bir aşkla okuyalım:

 

Taştın yine deli gönül                       

Sular gibi çağlar mısın?

Aktın yine kanlı yaşım

Yollarımı bağlar mısın[1]?

 

Aynı yıllarda yaşamış Osmanlı İmparatorluğunun İlk sultanı Osman Bey,   1299-1326 yılları arasında 27 yıl saltanat sürdürmüş, henüz bozulmaya yüz tutmuş Türkçesi ile şöyle sesleniyor:

 

Her nerede işidesin ehl-i ilim,

Göster ona rağbet-i ikbâl ü hilm!

Asker ve mal ile gurur eyleme!

Şer’i şerif ehlini dûr eyleme[2]!

 

 

Aramızdan 577 yıl önce ayrılan halk şairi, ozanı, Kaygusuz Abdal, yeryüzü isteklerinden kurtulup gerçek seviye, inanca ve Tanrının buyruklarını yerine getirmeye çalışmanın yolunun görgülü olmaktan geçtiğini söyleyerek bu düşüncesini de şu dizelerle dile getiriyor:

 

Gaflet içinden uyan

Edebsiz olma ey cân

Edebdir asl-ı îmân

Var edeb öğren edeb[3]

 

Kaygusuz Abdal ile aynı yüzyılda yaşamış ve ’Avni’’ mahlasını şiirlerinde kullanmış olan Fatih Sultan Mehmet, kendisi İstanbul’un, sevgilisi de Galata’nın şahı olduğunu, ancak Galata şahının İstanbul şahına boyun eğeceğini söyledikten sonra son iki mısrada sevgilisi uğruna İstanbul’u da,  Galata’yı da bağışlayabileceğini söylüyor. Sözcüklerini Farsça ve Arapçadan seçtiği için, o gün de şiirini halk değil kendisi ve kendisi gibi sarayda oturanlar işitip anladı. Okuyup görelim:

 

Bağlamaz Firdevse gönlünü Kalata’yı gören

Servi anmaz anda serv-i dil-arayı gören

“Avniya” kılma gürnan kim sana ram ola nigar

Sen Sitanbul şiihısın ol da Kalata şahıdur

Eger an gebr-i Efrenci be-dest ared dil-i mara

Be-hal-i hinduyeş bahşem Sitanbul u Kalatara[4]

 

  1. Yüzyılda yaşamış, ancak yüzyıllardır yaşamakta olan ve de bu gidişe bakılırsa daha nice yüzyıllar yaşayacak olan halk ozanı Pir Sultan Abdal’ın şu sade şiirini okuyalım:

 

Pir Sultan Abdal’ım kırklar yediler

Bu yolu erkânı anlar kodular

Allah verdiğini almaz dediler

Bana verdiğini aldı n’yleyim[5]

 

Şimdi de Pir Sultan Abdal ile aynı yüzyılda yaşamış ve Osmanlı İmparatorluğu’na 46 yıl padişahlık yapmış, ‘’muhibbi’’ takma adını kullanan Kanuni Sulta Süleyman’ın şiirini Türkçeye yapılan kıygının(zulmün) nasıl doruk noktasına ulaştığını anlamak için okuyalım:

 

Deyr-i hüsnünde gören bakışların kec-ra didi

Egrilik olsa ‘aceb mi kâfiri mihrabda

Ey Muhibbi ‘ışk bir gevherdür eksük olmasun

Kıymetin bilür anun yok kimse şeyh ü şabda[6]

 

Göçebe Türkmen obalarında yetişen doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmeyen Karacaoğlan,  saltanat sahibi II. Ahmet döneminde yaşadığı sanılan bir halk ozanımızdır. 17. Yüzyılda yaşamış bu halk ozanının deyişleri bugün söylenmişin tazeliğini taşıyor. Sözü uzatmadan Karacaoğlan’ın aşağıdaki dizelerini okuyalım:

 

Karacaoğlan eğmelerin

Gönül sevmez değmelerin

İliklemiş düğmelerin

Gezer Elif Elif diye[7]

 

  1. Ahmet, 17. Yüzyılda yaşamış, 21. Osmanlı Padişahıdır. Aynı zamanda şair olan II. Ahmet, ‘’Ahmet’’ takma adı ile şiirler yazmıştır. Kullanılan dil, tavan ile taban arasındaki anlama ve anlatma ayrımını ortadan kaldırmıyorsa kıygı aracıdır, diyorum. Yazdığı dizelerden bazıları şöyle:

 

Canlar oda atmasun yazukdur ol sayyada din

Yüzün açun kim ola can u gönül hayran ana

Ahmedi çün cevrini çekmez der imiş müdde’i

Ol seni candan sever yaraşmaz ol bühtan ana[8]

 

19 yüzyılda yaşamış halk ozanı Erzurumlu Emrah’ın Türküsü yapılan  “Gönül Gurbet Ele Gitme” türküsünün son kıtasını okuyalım:

 

Emrah der ki düştüm dile

Bülbül figan eder güle

Güzel sevmek bir sarp kale

Ya alınır ya alınmaz[9]

 

Erzurumlu Emrah ile aynı yüzyılda yaşamış ve Erzurumlu Emrah’tan 21 yıl önce ölen, mutlu azınlığın ve benliğin doruğunda bulunan, alışkanlığın kucağında saltanatın dil değerleriyle büyüyen ‘’Adli’’ takma adlı II. Mahmut bir gazelinde şöyle sesleniyor:

 

Hemân birine erişir elim o günceşk-veş

O bûm-ı hâne-harâbım ki kem-nasîb olurum

Nabız-girift-i dil Adlî helake teşne iken

Yine firîşte-i ülfet-i tabîb olurum[10]

 

2021 yılı göz önüne alındığında 700 yıl önce aramızdan ayrıldığı sanılan Yunus Emre’yi ve 695 yıl önce aramızdan ayrılan Sultan Osman Gazi’yi, 577 yıl önce yitirdiğimiz Kaygusuz Abdal’ı, 431 yıl önce yitirdiğimiz Pir Sultan Abdal’ı, Karacaoğlan’ı, 161 yıl önce aramızdan ayrılan Erzurumlu Emrah’ı ilk okuyuşta anlıyoruz. Ancak aynı yıllarda ölen Padişahlarımızın yazdıklarını neden ilk okuyuşta anlayamıyoruz?

Çünkü Kendi koltuklarından, yeğlemelerinden, Arap’a ve Acem’e öykünmekten başka düşüncesi olmayan çoğu Sultanlar,  mutlu bir azınlığın anladığı ve yazdığı bir dilin – Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı Osmanlıcanın yaratıcıları ve uygulayıcıları olarak halkla aralarında beton duvarlar örmüşlerdir. Çünkü o mutlu azınlık, Türklerin alın teri, emeği, çabası kokan ana dillerini yazılı anlatımda yüzyıllarca kullandırtmadı. O mutlu azınlık, anlaşılmaz olmayı, ulaşılmaz olmayı büyüklük sanmıştır. O mutlu azınlık, Ülkeyi Arap, Fars ve Avrupa dilleri uçmağına –cennetine-; Türkçe savunucularının da tamusuna –cehennemine- çevirmek istedi.

Bugün ‘nesilleri kesilmiş, duaya muhtaç’ durumda olan ve bir türlü ulus dili olamayan, olması da mümkün olmayan, mutlu ve seçkin bir azınlığın dili olan Osmanlıcayı diriltmeye çalışmak en büyük haksızlıktır. Vicdani mecburiyet karşısında öğrenilen bazı Arapça, Farsça ve Osmanlıca sözcükleri eski Türkçe gibi göstermek,  Türk insanını yeniden o karanlık günleri yaşatmaya çalışmakla eş değerdir.  Osmanlı egemeni veya mutlu azınlığı, Türk insanına ne Arapçayı, ne Farsçayı ne de Osmanlıcayı öğretememiş, öğretmek de istememiştir. Neden?  Çünkü özellikle dini kurumların başına koyduğu kişiler dini bilgilerini bile parasız aktarmıyordu da ondan. Bu mutlu azınlık, kendisi gibi Osmanlıca okur-yazar olmak isteyen Türk halkı için Arapça, Farsça ve Türkçe dil okullarını bitirmesini bağlı kılarak, var olan aradaki engelleri büyüttükçe büyütmüştür. Kısacası bu mutlu azınlık, dil konusunda halkının kötü durumuna sevinen, iyi durumuna ise kederlenen bir yapıya dönüşmüştür; halkın dilini konuşanın halkın gönlünde sonsuza dek yaşayacağını hiç bilmeden.

Halkın diliyle anlamanın, anlatmanın ve yazmanın önünü açmak için bir an önce onun kullandığı, doğurduğu öz sözcüklerle tanışmalı; Farsça, Arapça ve diğer batı dilleri sözcüklerine karşılık bulunan Türkçe sözcükleri çocuğumuz ve yeni türetilecek sözcükleri de torunumuz gibi sevmeli diyorum.

[1] Prof.Dr. Doğan Aksan, Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını, Bilgi Yay.7.Basın,2012, İstanbul, S.51

[2] gulceedebiyat.net/konu-siirbaz-sultanlar-1-sultan-i-osman-gazi-27568.html

[3] Doç. Dr. Mustafa SEVER, . Gazi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Fotoğraf ve Video Bl. Ankara. KAYGUSUZ ABDÂL’IN MENÂKIBNÂMESİNE VE ŞİİRLERİNE GÖRE İNSANIN MANEVÎ EĞİTİM, Karadeniz Yıl 5, Sayı 17,s.63, Ulaşılan adres: file:///C:/Users/user/Downloads/5.000.046.842-5.000.063.943-1-PB%20(1).pdf

 

[4]   Prof. Dr.. Günay KUT, Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakütillesi Tiırk Dili ve Edebiyatı Bölumti, PAYİTAHT İSTANBUL’UN SULTAN ŞAiRLERİ (SEYF VE’L KALEM SAHİPLERİ), UlaşılanAdres:file:///C:/Users/user/Downloads/283-856-1-PB%20(1).pdf

[5] Doç. Dr. Salahaddin BEKKİ, PÎR SULTAN ABDAL, Ulaşılan adres: http://turkoloji.cu.edu.tr/pdf/salahaddin_bekki_pir_sultan_abdal.pdf

[6] Fatma Meliha ŞEN, KANUNi SULTAN SÜLEYMAN (MUHİBBİ) ve BAKİ, OSMANLI ARAŞTIRMALARI, XXVID (2006). S.186, Erişim Adresi, file:///C:/Users/user/Downloads/5000116407-5000172673-1-PB.pdf

[7] Prof. Dr.Fikret TÜRKMEN, TÜRKMEN EDEBÎ GELENEĞİNDE YUNUS EMRE, KARACAOĞLAN, MAHTUMKULU ÇİZGİSİ, Ulaşılan Adres: http://kulturevreni.com/104.pdf

[8] Prof. Dr.Günay KUT, PAYİTAHT İSTANBUL’UN SULTAN ŞAiRLERİ (SEYF VE’L KALEM SAHİPLERİ), Erişilen Adres: file:///C:/Users/user/Downloads/283-856-1-PB%20(2).pdf

 

[9]Ulaşılan adres, http://www.siirdefteri.com/?sayfa=siir&siir_id=5854

[10] Habibe Yastıkçı, Ulaşılan Adres: http://susdergi.weebly.com/ii-mahmut.html

OZANLARMIZIN VE PADİŞAHLARIMIZIN DİZELERİNDE DİLİMİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!