Bana göre özgürlük, zorun ve zorunluluğun olmadığıbir ortamda, kişinin istencine ve düşüncesine göre karar vermesidir; sosyal, ekonomik ve ekinselortamlarda da etken duruma gelmesidir.
Özgürlüğü bizlere başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından hediye edilen bir araba olarak düşünelim. Bu arabanın lastiğini, motorunun yağını, eskiyen cıvatasını vb. değiştirmeden, tükenen mazotunu ya da benzinini komadan, frenlerini, vites kolunu, motorunu vb. zaman zaman kontrol etmedenne kadar binebiliriz, gücünden ne kadar yararlanabiliriz?
Aylığını verip tuttuğunuz şoför arabanızın, yükünü hesap etmeden, frenlerini kontrol etmeden, makaslarının durumunu düşünmeden, kasışlarda yavaşlamadan geçmesine, yüklü iken yokuşta arabayı durdurup küçük ya da büyük abdestini yapmaya kalkışmasına ne kadar dayanç gösterebilirsiniz? Yanıtlarınızı duyar gibiyim…
Özgürlük candır. Yüce Yaratanın bizlere verdiği canı korumakta, kollamaktaki ihmallerimizin bedelini, hastalıklarla, salgınlarla zaman zaman da canımızla nasıl ödüyorsak; özgürlüğümüze kasteden durumlara,ya da kişilere karşı vurdumduymazlığımızın, nemelazımcılığımızın bedelini ya bir Nazi, ya bir Taliban-İşit ya da bir Oligark yönetiminin köleleri olarak ödemek zorunda kalırız.
Peki, ne yapmalı?
Bizleri yönetenlerde;
Kendime bir yer edeyim bak sana ne edeyim deyiminki gibi, özgürlüğün yol ve yöntemleriyle mal iyesi, mülk iyesi, makam iyesi ve iktidar iyesi olduklarında, özgür düşünceyi kendileri için yük vetehlike gördüklerini; halk için değil ama kendi güvenlikleri için neredeyse meleklere bile koruma özgülediklerini (tahsis etmek) anladığında;
İnsan haklarını kendileri için engel ve sapkınlık olarak, özellikle laik düşünceli aydınları kendi vahşi özgürlükleri için tehdit saydıklarını, dini siyasete alet edip kutsalından uzaklaştırdıklarını, insanlığın veya bir ulusun kurtuluşunun bir kişide olabileceğini savunduklarını anladığında;
Yasamanın, yürütmenin ve yargının ayrılığını ve bağımsızlığını bozmayı, muhalefetin sesini kısmayı, adil yargılanmayı ortadan kaldırmayı, zorun ve zorunluluğun egemen olduğu bir yönetim oluşturmayı, bazı durumlarda hem savcı hem avukat olmayı istediklerini anladığında;
Halkı, kendinin dışındaki amaçlara boyun eğmek durumunda bıraktıklarını, büyük bir çarkın küçük bir dişlisi durumuna getirmek için uğraştıklarını, haksızlığa karşı gelmeden dayanmanın yol ve yöntemlerini önerdiklerini, bazı vaizlerin kof öğütleriyle yetinmeye zorladıklarını anladığında,gördüğünde;
Aşırı gurur, acımasızlık, güvensizlik, kaygı, huzursuzluk, nefret, dikkatsizlik, plansızlık, güçlüyü sevme, güçsüzden nefret etme –sado-mazoşist– , karşı düşünceyi tehdit etme, tarihi bozma, toplumsal düzensizlikler yaratma, sevgiyi, görevi ve vicdanı kılıf olarak kullanma gibi belirtiler ayrımsadığında, gördüğünde;
Türkiye Cumhuriyeti’nin Devrimlerine ve Atatürk İlkeleri’ne kural dışılıkla saldırıldığında, değişik konularda Anayasa’nın ve yasaların hükümleri yerine getirilmediğinde, sapkın cemaatlere saygınlık kazandırıldığında, ses çıkarılmadığını, harekete geçilmediğini öğrendiğinde, anladığında;
Hem laik hem Müslüman olunmaz deyip de, hem hırsız hem Müslüman gibi davrananların, elinde Kur’an, dilinde yalan ve kursağında haram ile dolaşanların korunduğunu, kollandığını, haksızlığın ve mantıksızlığın kol gezdiğini, “sızlanma” sözcüğünün ezilenin kursağına itildiğini gördüğünde;
Bilim insanının ve sanat insanının kenara itildiğini, kakıldığını; çalışanların eşya gibi değerlendirildiğini,haklarının yenildiğini, verilmediğini, ezilenin kıdemlisinin sevildiğini, çıkarı her konuda öncelediğini, kısacası kendilerine verilen yetkinin kıyıcı aracı gibi kullanıldığını gördüğünde;
Anadili güçlendirerek nitelikli bir eğitimi vermekten vazgeçip, özellikle Arap dilinin ve ekininin güçlendirilmesine çalışıldığını; milletimizi bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yüceltmeyi değil de ulusal değerlerine saygısızlık yapıldığını gördüğünde;
Kuruluşumuzun ve kurtuluşumuzun mimarı Atatürk’ün devrim ve ilkelerini, yenilmeyen düşmanlarına cesaretle karşı koyup sonuç alan kişiliğini yadsıdığını, yasaya rağmen hakaret etmektebir sakınca görmediğini söyleyen bazı kişi ve cemaatlere arka çıkıldığını gördüğünde;
Özgürlüğün ve geleceğin ateş altında olduğunu, hapsedilmek istendiğini; Onlara inanmaman, onlara güvenmemen gerektiğini unutma!
Vatan, bayrak, bağımsızlık; hak, hukuk, adalet; din, iman gibi kutsal kavramlar bu gibilerin ağzında zehirlenir; zehirlenmiş kavramları kullananların arkasından gidenler, zehirlenmiş kavramları kullananların destekçileri, Almanya yönetimini ele geçiren Nazilerin SS’lerine ve SS’lerden daha acımasız olan Kapolara –bizdeki mankurtlara– dönüşür, unutma!
Özgürlük; evrensel, ekinsel, insani, dini ve milli değerlerin bulunduğu bir atmosferde büyür ve kendini güvende hisseder; bu değerlerin olmadığı ortamlarda ise zayıflar ve yok olur.
Ezilenlerin geçidini daha çok seyretmeden bizlere, özellikle gençlerimize düşen görev: özgürlüğümüzün teminatı olan Atatürk’ün devrim ve ilkelerini, kurum ve kuruluşlarını kötürümleştiren, çalışanlarını ‘duygu yitimine’ – apatiye– uğratan, yukarıda tanımladığımtiran ruhlu kişilerden korumak, kollamak;özgürlüğümüzün yakasını kurtarmaktır.