Müttefik olmamıza rağmen, garantör ülke sıfatıyla adaya barış getirmek maksadıyla, kara, hava, deniz işbirliğiyle askeri ders niteliğinde icra edilen 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında, Amerika Türkiye’ye hukuksuz bir askeri ambargo uygularken aslında bilmeden yardım etmiş oluyor, arayışlara itiyor ve savunma sanayimizin millileşme ruhunu da canlandırıyordu. Bir çeşit, fitili ateşliyordu.
İşte uyanan bu milli ruh sayesinde aynı yıl, emekli askerlerce Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı kuruldu. Bu vakıflar, bağışlar sayesinde ASELSAN, ASPİLSAN, HAVELSAN gibi işletmeler kuruldu. Bir süre sonra bağışlar ile yürütülememesi üzerine devlet inisiyatifi ile çağdaş teknolojiye dayanan savunma sanayine de geçiş adımı atılmış oldu.
5 Şubat 1975 yılında başlayan ve üç yıl süren silah ambargosu ile Türkiye büyük zarara uğrarken, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar ile Deniz Kuvvetleri’ne bağlı muhrip ve denizaltıların yedek parça sıkıntısı nedeniyle faaliyetleri kesintiye uğradı. Amerika’nın payendeleri (destekçi) Almanya ve İngiltere de ABD’nin yaptırım kararı doğrultusunda hiç gecikmeden Türkiye’ye yardımı kesti.
Savunma sistemlerimizi güçlendirmek üzere S-400 hava savunma sistemlerinin Rusya’dan satın alınması üzerine F-35 savaş uçaklarının teslim edilmeyerek ABD Ordusuna dâhil edilmesi, İngiltere’nin 1911 yılında Osmanlının siparişi üzerine ürettiği ve bedelinin büyük kısmı milletin bozdurduğu altınlar ile ödenen, ancak teslim etmediği iki zırhlı gemileri (Sultan Osman ve Reşadiye) hatırlatması açısından da manidardır.
1975’ten günümüze geldiğimizde güçlünün hukuku istemeden de olsa milli savunma sanayimizin oluşmasına ve gelişmesine neden oldu.
Uluslararası ittifak güçleri, güçlüden yana taraflı, keyfi tavır ve karar alarak, aldıkları kararlar doğrultusunda çifte standart uygulaya gelmişlerdir. Böyle de devam edeceklerdir.
Bunu önlemek için her birey ülke sorunlarının geçmişini, kaynağını, sebebini ve de çözümünü çok iyi bilmelidir. Milli birlik ve beraberliğe zarar veren tavır ve hareketlerden kaçınılmalıdır. Dolayısıyla; bizde mevcut olan ve yıllarca dış mihrakların kaşıdığı ve medet umduğu etnik, mezhepsel, dinsel ayrımlar doğuştan gelen bir özellik olarak görülmeli ve kimsenin kimliği üzerinden sorgulama yapılmayarak kültürel zenginliğimiz olarak algılanmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.’’ sözü çok şeyi anlatmaktadır, iyi okunmalı, değerlendirilmeli ve anlayarak özümsenmelidir.
Birbirini yok sayan anlayışla sorunların çözümü olası değildir. Bu, birinin diğerini yok saydığı zihniyet kadar tehlikeli bir güruh daha var ki onlar da tarafsız kalarak izleyenlerdir. İtalyan yazar Dante; bu şekilde tarafsız kalanlar için ‘’cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanlarında tarafsız kalanlar içindir’’ demekle ne kadar haklıymış.
Ülke sorunlarında tarafsızlık ve umursamazlıkla birlikte bilgisizlik de affedilemez. Toplum yaşamına katılımcı yaklaşımlarla etki yapmak yani bilinçli toplum olunma hedefine ilerlenmelidir.
Milli konularda siyaset üretmek de ortak çıkarlarımıza zarar vereceğinden tek ses tek yürek olmanın yolları zorlanmalı ve birlikten güç doğacağı unutulmamalıdır. Milli duyguyu tabii ki dini duygu ile değil insani duygu ile yan yana düşünmek ve hissetmek gereklidir. Zira milli olmak ortak din, mezhep, etnisite, cinsiyetten değil ortak ülküye bağlanmaktan geçer. O ülkü ye ulaşmak için de; Milletin ortak çıkarlarının olması, adil paylaşım, eşit birey olmak, kederde tasada sevinçte birlik olmak gereklidir.
Amerika ve Emperyalistlerin bize sağladığı faydadan demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden Amerikanın seçimlerine geleyim.
Demokrasi; ‘’demos’’(halk), ‘’kratos’’(egemenlik) kelimelerine dayanır ve halkın egemenliği anlamına gelir. Demokrasilerde egemenliğin kayıtsız, şartsız hâkimi birey yani millettir. Tarif şahane, icraat? Amerikan seçimleri demokrasinin ütopik bir kavram olarak sözlükte durduğunu göstermesi açısından önemliydi. Güçlünün demokrasisi ve hukuku olduğu açık görüldü. Maksadım; derin devlet ve Amerikan bürokrasisinin demokrasiye sahip çıkıp çıkmamasından ziyade yapılan oylamanın şaibeli olmasına dikkat çekmek. Seçim sonuçlarında hile yapıldığını iddia edenlerin neredeyse yarıya yakın olması dikkate değer bir olgudur. Hani demoskratos?
Milletin egemen olması kavramını Ülke seçimlerini bir kenara bırakın, uygulaması daha kolay olan parti içi seçimler hatta dernek seçimlerinde hissedebiliyor muyuz? Mesela delege seçimleri yapılıyor mu? Yoksa güçlü olduğunu iddia edenler veya kaba kuvvet sahipleri veya ağalar mı yazıyor? Dernek seçimlerinde uygun seçim ortamı sağlanmış mı? Yoksa örneğin yine güçlülerin hukuku mu hâkim? Ne dersiniz? Benim şahit olduklarımda demoskratos yoktu. Ya sizin? ‘’Hayır, ben öyle bir usulsüzlük görmedim, tanık olduğum seçimler de demokrasi her haliyle hâkimdi,’’, diyorsanız şanslısınız, eğer hiç haberim yok, bana ne diyorsanız, o zaman siz hiçbir şeyden şikâyetçi olmayın, uyumaya devam edin…
Posta ile oy kullanılır mı? Mühürsüz oy pusulaları geçerli sayılabilir mi? Görevden alınan Başbakan, Bakan, Belediye Başkanları demokrasinin hangi tanımında var. Meclis Üyeliklerinin genel merkezlerce atandığı kratosun demosu nerede? Ülkemizde yüzde yirmi kararsız seçmenin olması da bu anlamdaki kaygıdan kaynaklanmaktadır, ‘’sen halksın, sen asılsın, senin dediğin olur diyen partiye olan susamışlığın göstergesidir bu kararsızların varlığı, demokrasiye açtır Onlar, hem de ölesiye aç ve susuz, çölde mahzur kalmış gibi…
Sağlıcakla kalın, saygılarımla