En Güzel İş

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye’de en güzel iş sizce nedir? Hiçbir dönem değeri azalmaz, hep artar ve hep el üstündedir. Gerçi kısa sürelidir ama belirli aralıklarla bu şerefli ve itibarlı işini ifa ederken yine hep saygındır. Ve o kısa süreli görevi ona ciddi maddi ve manevi kazanımlar elde ettirir ki diğer uzun aralığı beklemeye değerdir. Bilemediniz mi?

Delege Ağalığı, yani delegeleri yazanlar yani bu işi kendinde hak görenler, başkalarının hakkını gasp edenler. Yani muktedirler, yani demokrasi timsalleri! Nasılsa Ağalık sistemine uzak bir ülke değiliz. Ağa önemlidir, bir filmde de sahnelendiği gibi, ‘’ağanın pokunun üstüne yapılır mı?’’ derecesinde…

Suç onda mı yoksa onu bu işe teşvik edenlerde mi? Fransız anayasa hukuku uzmanı ve siyaset bilimci Maurice Duverger’in, ‘’Tüzük ve Yönetmeliklerde özellikle boşluklar bırakılır ki yazanlar tarafından bu boşluklardan yararlanılsın’’ ifadesini okuyunca sanki bizim ülke için yazılmış diye düşündüm. Bana göre suçun baş sorumlusu müdahil olması gerekirken karışmayarak belki de karışarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, oy çalıcılar…

Gerçekten, yazanlar ya böyle düşünmüş ya da yoruma açık bırakılan kuralların, ahlaki değerler ile doldurulacağını düşündüğünden, bazı boşluklar veya yoruma açık kısımlar bırakılmış. İdeal olan tüm hususların düşünülerek, herkes tarafından anlaşılır, sade ve açık ifade edilen yazılı kuralların olmasıdır.

Delege şöyle tarif ediliyor: ‘’Bir kongreye katılmak üzere seçilmiş olan partili.’’ Cümlenin dikkat çeken önemli ve sihirli kelimesi ‘’seçilmiş!’’ İyi de seçilmiş demek, eline tutuşturulan kâğıdı oy sandığına atanlar tarafından seçilmiş mi?

Daha açacak olursak, üyelerin, bizi bu arkadaşlar temsil edebilir demesi gerekir. Yani daha da açık ifade edersek kendini mahallenin üstünde gören ve mahallenin sahibi sanan birkaç kişinin yazdığı liste değil. Açık, şeffaf, yarışmacılığın olduğu ve katılımcı demokrasinin tecelli ettiği şekilde seçim olursa herkes sorumluluk taşır ve yetkisini özgürce kullanır.

Trabzon Eski Belediye Başkanı (1973-1980) Sefer ÖZGÜR Karadeniz Gazetesinde ‘’Siyasi Partiler ve Politika’’ başlıklı ve 24 Ağustos 1998 tarihli köşe yazısında şöyle yazmış:

‘’Egemen Milletten kaynaklanan demokrasi içinde yer alan seçimlerde delege sistemi bir nevi milletin yetkisini kısıtlama gibi bir durum oluşturur. Delege sistemi hizipleşmeleri artırır ve dolayısı ile parti disiplini de daha zayıflar. Ayrıca delege sistemi bazı menfaat grupları tarafından da kullanılabilir.’’

Babamın yazısının noktasına virgülüne dahi katılarak altına 23 yıl sonra imzamı atıyorum.

Aslında yeni bir şikâyet konusu değil Delege Ağalığı. Kralın çıplak olduğunu herkes görüyor ama değiştirme yetki ve kudretinde olanların da gördüğü husus devam ede geliyor, sanırım asırlar boyunca da süregelecek, seyretmeye ve yakınmaya devam, oğlum Sefer’de bunları yazarsa şaşırmam.

Hadi bu kötü delege ağalığı sistemi var, bari onu kurallara, tüzük ve yönetmeliklere uygun yapalım desen, kim kitap okuyacak diyen çok bu seferde. Ya da boş ver tüzük ve yönetmeliği, işimize geldiği gibi yapalım diyen de azımsanmayacak kadar çok. Tabii Avrupa’da okuma oranı yüzde 21, bizde binde bir. Haklılar tabii ki kim okuyacak… Ama birisi; okumalı, bilmeli ve uyulmalı dese; boş ver kuralı, en çok ben çalıştım, en çok ben hak ettim, en iyi benim diyen demagoglar çok bu kez de.

Bir de adeta kansız kan davası var süregelen. Bir dönem önce haksızlığa uğrayan bazıları öbür dönem aynı hukuksuzluğu bu defa kendisi yapınca ‘’ Ne yapalım geçen dönem de onlar yapmıştı’’ diyerek kendilerini haklı çıkarıyor. O yaparsa tu kaka, sen yaparsan oh ne ala. Kokuşmuşluk diz boyu yani. Sana yapılınca haksızlık, sen aynısını yapınca adil… Kokuşmuşluk öyle böyle de değil, adeta çürümüşlük, hani çürümüş bir şeyi elinizle tutmaya çalışırsınız da her taraftan dağılır ya, işte öyle bir çürümüşlük…

Partilerin içinde iki grup var, birisi gerçekten parti ilkelerini okumuş, özümsemiş ve ona göre davranan, ahlaki ilkeler çerçevesinde partiyi ileri götürme çabasında olanlar ile partinin ilkelerini bile bilmeyen, çıkar, iş, ihale vb. kişisel menfaatleri peşinde koşan ve fikir sahibi olmayanlar. Kim mi kazanıyor? Sizce?

Bir de çok duyulan şu atasözü var, imdatlarına yetişiyor,’’Kol kırılır yen içinde kalır.’’ Bunu diyenler çıkarı bozulacak olan istismarcılar aslında. Ama masum ve saf partili de ona kanar, takım tutar gibi. Ya da inanır gözükerek, ‘’bu gerçekten yanlış, bu kişi gerçekten doğru söylüyor, öyle yapmayın’’ diyecek olsa hemen dışlanıp, muhalif, partili değil vb. sığ sözlerle haşlanacağını biliyor, mahalle baskısına da direnmek istemiyor.

Birbirine yakın insanların arasında olabilecek sorunların yine bir bütünlük içerisinde konuşulması ve halledilmesi gerekliliğini belirten atasözümüze katılmıyorum. Kol yen(elbise) içinde kalırsa bir daha kaynamaz, kangren olur. Hâlbuki kırılan kol, doktora gidilip tedavi edilmelidir. Kol öyle kalsın diyenler size esasında zarar veriyordur. Asıl olan duyulmasını istemediğiniz yani utanacağınız işleri yapmamaktır. Tam da tersine duyulmalı ki, yapanlar cezalandırılarak bir daha yapılmasının önü kapansın, yapanlar rezil rüsva olsun ki bir daha yapmasınlar. (Yazdıklarım tüm partilerin ortak sorunlarıdır).

Kurumsallık olmadan kişisel gayretlerle başarılı olunamaz. Kurumsallık da kurallara uymaktan ve keyfi yönetimin olmamasından geçer. Keyfi yönetimin olmaması için de, yazılı kurallara uymakla birlikte kontrol ve denetim mekanizması da çalıştırılmalıdır. İtimat kontrole mani değildir. Gönüllü demek istediği kadar çalışmaktan ziyade, daha çok, var gücüyle çalışan demektir, çalışıyormuş gibi yapan demek değildir. Başarının anahtarı buradadır, planlamak, çalışmak, kontrol etmek, gönül vermek ve kurallara disiplinli bir şekilde uymak.

1950’li yılları değerlendiren Politikacı Orhan Erkanlı ‘’Politikacılar; parti çalışmasının ve seçim mücadelesinin oy almaktan ibaret olduğunu, kanuni, medeni ve vicdani sınırların bu maksatla aşılabileceğine inanıyordu’’ diye analiz yapmış, yani kısaca diyor ki kazanmak için her haltı yiyebilirsin, sanırım bir şey değişmemiş.

Bütün bu sorunların, ahlakın toplumda gelişemeyip körelmesinden kaynaklandığı aşikârdır. Dinden, mezhepten, kimlikten, etiketten, cinsiyetten bağımsız bir meziyet olan Ahlak toplumda ne kadar gelişirse siyaset de kirlilikten o kadar arınacaktır. Ahlak geliştikçe de toplum değer yargılarıyla beraber her alanda gelişecek ve ülke daha yaşanabilir bir hale dönüşecektir.

Bazı atasözlerine sığınan ve insanların umudunu kıran ezbercilerden olmamalı ve ezber bozulmalıdır artık çok geç olmadan. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytana dönüşecektir. Dante ile bitireyim. ‘’ Cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.

Sağlıcakla kalın, saygılarımla…

En Güzel İş

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!