Bahriyeli

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Deniz Kuvvetlerine bağlı askerlere bahriyeli denir. Her denizci asker gemi ya da denizde bulunmak zorunda değildir. Ancak yinede bahriyeli olarak bilinir. Diğer kuvvet askerlerine göre daha nahiftirler. Yazlık kıyafetleri de bembeyaz olduğundan göze çok hoş görünürler, adeta kuğu gibidirler.

Gözaltına alındıktan 8 gün sonra şehir dışına çıkmama şartıyla ayağına elektronik kelepçe takılmak suretiyle serbest bırakılan başta Trabzonlu Türker Ertürk olmak üzere Amirallerimizin aramıza katılmasının sevinciyle, Yazar Emrullah Nutku’nun ‘’ İstiklal Savaşında Denizciler’’ kitabından alıntıladığım bir anıyı yazacağım.

31 yıl sadakat ile hizmet veren ve İstiklal Savaşı Gazisinin torunu olan Amiral Türker Ertürk tepkisini ‘’ Bu benim için utanç vesilesi değil bu benim için gerçekten madalya’’ diyerek dile getirmiştir. Gerçekten de yapılan muamele insanlık dışıdır ve kabul edilemez. Toplum; değerlerine sahip çıksa, hukuksuzlukları kabullenmeme refleksi yerleşmiş olsa, bu aşağılayıcı uygulamalar da şüphesiz yapılamaz, ama nerede…

Ders niteliğindeki anı şöyle: Kurtuluş Savaşında diğer memurlarda olduğu gibi subayların maaşları da düzenli ödenemiyordu. Hükümetin eline para geçtikçe, avans olarak ödeme yapıyor veya birkaç ay gecikmeyle de olsa maaşın yarısının ödenmesi gelecek aylara kalıyordu. 1922 yılı ilkbaharında Trabzon’daki Deniz Subaylarına maaş ödenmesi yine gecikmişti.

Karada görev yapan Subaylardan evli olmayanlar Akilef adındaki Rum aşçının lokantasına abone idiler. Akilef onları sıkıştırmaz, maaşlarını aldıklarında borçlarını toptan tahsil ederdi.

Maaşların geciktiği günlerdeydi. İki hafta önce Rus altını olarak bir miktar avans dağıtılmıştı. Ama bu para çabucak bitmişti. Bir akşam iki bekâr subay Ali Çavuşun kahvesinde oturmuş kara kara düşünüyorlardı. Yemek yemeye paraları yoktu. Borç veya avans istemeye de yüzleri kalmamıştı. Aşçı Akilef’de veresiye vermeyi kesmişti. O da haklıydı, bu gidişle iflas etmesi işten bile değildi. İki deniz subayı arkadaş o akşam çay ve simitle idare ettiler.

Bir yerden mutlaka borç para bulmaları gerekiyordu. Subaylardan biri, kumandanı iyi tanıyordu. Çünkü babası kumandanın öğretmeniydi. Kendilerini herhalde boş çevirmezdi. Bundan cesaret alarak kumandanın kapısına dayandılar. Kumandan bu tatil gününde konukları ile meşguldü.

Aç subaylardan üsteğmen olanı kapıyı çaldı. Çıkan emir erine kumandanı görmek istediğini bildirdi. Emir eri içeri gidip geldi ve kumandanın ziyaretçi kabul edemeyeceği haberini getirdi.  Bu üzücü bir durumdu. Üsteğmen ısrar etti. Adını vererek kumandanla mutlaka görüşmek istediğini söyledi. İçeri yeniden girip çıkan emir eri, bu kez iki subayı eve başka odaya aldı.

Bir süre sonra Trabzon Deniz Ulaştırma Komutanı Fahri Bey, bu kez iki davetsiz misafirin yanına canı sıkılmış olarak girdi. Yemekten kalkmıştı ve birazda çakırkeyif olduğu anlaşılıyordu. Genç subaylar uygunsuz bir zamanda gelerek komutanı rahatsız ettiklerini fark ettiler ve kalkmak istediler.

Bu seferde komutan kalkmalarına izin vermedi. Önemli bir mazeretleri olmalıydı ki ısrarla onu görmek istemişlerdi. Üsteğmen; ‘’ Paramız kalmadı, akşam yemek yiyemedik’’ dedi. Komutan sarsıldı. ‘’Oturun, çocuklar’’ dedi. Cebinden çıkardığı bozuk paraları iki genç subay arasında paylaştırdı. ‘’ Bu akşamlık idare edin de yarın beni dairede görün’’ dedi. Subaylar kalkıp gidecekken onlara: ‘’ Oturun’’ diye emretti. Sonra gözleri yaşararak bir anısını anlattı.

‘’Yıllar önce Yemen’in iskelesi Hudeyde’de bulunuyordum. (Üsteğmene hitaben) Senin baban kumandanımızdı. Bir Ramazan günüydü. Yüzbaşı bir akranım ziyaretime gelmişti. O zamanlar üç ayda bir maaş alır, çok para sıkıntısı çekerdik. İftar vaktini bekliyorduk. Cebimdeki para ikimizin iftar etmesine yetmeyecek kadar azdı. Misafirimi lokantaya götürüp yemek ısmarlayacak, kendim ise rahatsız olduğumu söyleyerek bir şey yemeyecektim.

Kumandanlık binasındaki bir kahvede oturuyorduk. O sırada kumandan yaveriyle birlikte yanımızdan geçti. Ayağa kalkarak onu selamladık. Sonra da lokantaya doğru yürüdük. Birkaç dakika sonra sol koluma birinin dokunduğunu hissettim. Koluma giren komutandı. Kulağıma eğilerek şunu fısıldadı.   ‘’ Cebine bir cankurtaran simidi koydum. Misafirine iyi ikramda bulun!’’ dedi.

O ayrılınca elimi cebime attım ve bir altın liranın sıcaklığını hissettim. Deniz Komutanı sözlerini şöyle sürdürür; ‘’ Üzüntüm bundan. Onun yaptığını ben yapamıyorum. Eskilerle farkımız bu. Onlar istemeden verirlerdi. Siz istiyorsunuz da veremiyorum…’’ İki genç subay komutanlarının yanından manen doymuş olarak ayrılırlar…

Vatan, millet, bayrak sevgisini her şeyin üzerinde tutan ve bunu alışkanlık haline getirenlerin heyecanını bu vasıflardan eksik olanlar anlayamaz. Onlar; anlayamadıkları gibi, bu duyguları küçümser, aşağılar ve evrensel bulmazlar.

104 Amiralin refleksleri tam da bu sebeptendir, yani ülkesine ve milletine olan sevdası ve sadakatindendir. Çünkü hepsi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’ Zabit ve Kumandan ile hasbıhal’’ kitabını okumuş ve ‘’ bir subayı diğerlerinden üstün kılan en büyük niteliği; bilimde ve eyleme geçmedeki yetkinliği, kendi kendine iş görmeye hevesli ve tutkun olmasıdır. Kendiliğinden iş görme ve eyleme geçme yetkisi, inisiyatif denilen bu nitelik, subay ve komutanın başkalarından farklılaşmak ve kendini göstermek için en ayırıcı özelliğidir’’  satırlarını hatırlamışlardır.

Rahatını bırakıp ülkesi için dertlenenlerin heyecanını, manevi haz duyamayanların anlayabilmesi olası değildir. ‘’Rütbelerini sökelim, korumalarını alalım, lojmandan atalım’’ ifadeleriyle fütursuzca ve bencilce çıkışlar işte bu ruh halini yansıtır, O gibiler anlayamaz, içselleştiremez ve bu olağanüstü sevdadan korkarlar. Bilmezler ki vatan, millet, bayrak sevdalıları omuzlarındaki rütbelerden değil milletin vicdanından güç alırlar.

Değiştirilse de değiştirilmese de bu duyuru çok açıktır ki, vesvese değil, zevzeklik hiç değil ülkenin geleceğine duyulan endişedir, korkudur. Mağdur edebiyatı yaparak aslında yıllarca darbelerden fayda sağlayan zihniyet bu olaya da can simidi olur düşüncesiyle balıklama atlamış ama zokayı da yutmuştur, çünkü Millet Ak’ın değil Bembeyazın yanında yer almıştır.

Türkiye darbeler tarihi çok açıktır. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesinin ortak özelliği Muvazzaflar tarafından ve emir- komuta zincirinde(1960 hariç) yapılmış olmasıdır.  En belirgin diğer ortak özellik ise Denizcilerin ana aktör olmamasıdır ki olamaz da, çünkü imkân kabiliyeti yetersiz ve ülkenin mevcut coğrafik konumu hiç uygun değildir. Bu duyuru karacı generaller tarafından yapılmış olsa, yine de çok zorlama düşünceyle bir kulp takılabilirdi belki…

Neyse ki serbest bırakıldılar. Ancak bu süreçte şunu gördük ki; parayla tutulmuş sözde yorumcular televizyon ekranlarından salyalarını akıtarak Millete kin ve nefret tohumu saçmaktan hiç geri durmadılar. Neymiş ‘’ Yüce Türk Milleti’’ ifadesi darbeyi çağrıştırıyormuş, çok zavallısınız…

Ramazan ayının huzur, barış ve mutluluk getirmesini dileyerek; sağlıcakla kalın, saygılarımla…

Bahriyeli

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!