Milletimiz !

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

15 Mayıs 1919 günü İngiltere, ABD ve Fransa’nın ortak kararı neticesinde Yunan Krallığı tarafından işgal edilen İzmir’in durumu tüm vatanseverleri derin bir üzüntüye düşürür. Bu duruma dayanamayanlardan birisi olan Mehmet Akif ailesini damadı Ömer Rıza’ya emanet ederek Ankara’ya gider. Oradan milli mücadeleye karşı ayaklanmaların olduğu Konya’ya görevlendirilir ve gider gitmez, olup bitenleri anlatarak vatandaşları aydınlatmaya çalışır.

Konya’da durumun vahim hali, bazılarının ‘’Biz Selçukluyuz, bizden olmayan hükümetin yıkılmasından bize ne?’’ sözlerinden anlaşılır. Bu söz, millet olamayıp ümmetçiliğin yaptığı tahribatın düşünce yapısına yansımasıdır. Aydınlatma işlevini kâh bizzat yanlarına giderek kâh düşünceleriyle dolu dergisinde halka ulaştırır.

Emperyalistlere ve dâhili hainlere mücadele verilirken İsmet Paşa, İnönü Zaferinin ardından milli birlik ve beraberliği sağlamada etkisi olacağına inandığı İstiklal Marşı isteğini dile getirir. Beste ile güfte için yarışma düzenlenmesini ve her biri için beşer yüz lira ödül verilmesini Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’ ye bildirir. Mehmet Akif ödülü kabul etmeyeceğini bildirerek hemen işe koyulur. Sokakta, evde, yürürken, yemek yerken, yatarken kısaca duygu ve düşüncesinin her anında adeta onunla yaşarcasına, marşı kafasında yazmaya başlar.

Bu duygu ve düşünce yoğunluğu sonucunda, ‘’Kahraman Ordumuza’’ ithaf ettiği marş son şekliyle 17 Şubat 1921 günü Sebilürreşad dergisinde yayınlanır. 12 Mart 1921 günü Mecliste 10 kıta ve 41 mısralık şiir Hamdullah Bey tarafından okunduktan sonra oy çokluğu ile kabul edilir. 21 Mart’ta Resmi Gazete’de yayınlanır. Mehmet Akif ölmeden önce; ‘’ O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Yazmak için o günleri görmek, yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. Milletin malıdır. Allah bir daha bu Millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın!’’ der.

Şairin o günleri yaşamak lazım demesi derin mana içerir. Yakın tarihteki bir yaşanmışlığa bu anlamda büyüteç tutalım. Kıbrıs’ta savaş ve mezalim görenler ile hiç savaş görmemiş Türk toplumunun Annan planına verdiği oy yarı yarıya adeta ortadan ayrılmış gibidir. Annan Planı için yapılan referandum Kıbrıs Türklerinin yüzde 65 (bunlar savaş görmeyen gençlerdir) kabulüne rağmen Kıbrıs Rumlarının yüzde 75 ile reddi üzerine gerçekleşememiştir. Aslında Kıbrıs Türklerinin zenginleşerek daha refah içinde yaşamasını sağlayacak olmasına rağmen yüzde 35’in (ileri yaşlılar) hayır demesinin nedeni işte şairin de belirttiği ‘’yaşamak lazım’’ cümlesinde gizlidir ve açıklaması sayfalara sığmaz. Her şeyi ekonomik olarak değerlendiren ve maddiyattan gayri bir şey göremeyenler maneviyatın da hazzını ve değerini duyumsayamazlar.

Küresel Dünya, halkların kardeşliği, özgürlük, ülkeye barış getirme gibi laflar mükemmel sözlerdir, ama gerçekte maalesef slogan olarak kalır ve kılıf oluştururlar. Afrika’da bebekler açlıktan ölür, Avrupa’nın ortasında, Uzak doğuda katliam, soykırım yapılırken işte bu slogancılar kulaklarını tıkarlar. Emperyalist Ülkeler kafatasçılık düzeyinde milliyetçiliğin doruklarına çıkarlar ama sizin Türk Milleti ifadenizi sakıncalı bulurlar. Ve bu dayatma sizin siyasetçilerinize de sirayet eder, Türk Milleti diyemezler. İnanmıyorsanız, siyasetçilerin taziyelerine vb. bakınız…

Tarihçi Bernard Lewis, türkçe konuşan Anadolu’ya Türkiye adının 11. Yüzyılda Avrupalılarca verildiğini belirtmişti. Atatürk ‘’Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir’’ sözüyle milliyetçiliği açıklarken etnik ve mezhebi ayırım yapmamış ve kimseyi kimsesizleştirmemiş ve ötekileştirmemiştir.

Ancak, her dönem, işgalcilikten beslenen odaklar etnik ve mezhepsel farklılıkları hep kaşıyarak bundan yararlanmışlardır. Kendilerine yardım eden dâhili bilinçli hain ve bilinçsiz saf insanı bulmakta da hiç sıkıntı çekmemişlerdir. Sanki işgal ettikleri her yerde vahşice yerli halkı katletmemişler gibi, bunlar demokrasi havarisidirler ve sizden iç sorunlarınızda güvercin olunmasını ister, ama iş kendi iç sorunlarına gelince en yırtıcı şahindirler.

Atatürk Devrimi, Anadolu’daki bin yıllık Türk gerçekliğine karşın, milliyet olgusuna biyolojik olarak bakmayarak ırkçılığı hiçbir zaman benimsememiştir. Irkçılık temelindeki milliyetçilik daha çok irticai unsurların işine gelmiş ve arkalarına gizlenmişlerdir.

Milliyetçiliği etnik köken, ırk ve dine dayandıran zihniyet komünizmle mücadele kisvesi altında milliyetçiliği köpürtürken irticai düşüncesini hep saklamıştır. 15 Temmuz darbe girişimi de işte böyle saklanarak günümüze gelmiştir. Son zamanlarda saklanma ihtiyacı da duymamışlardır.

Milliyetçiliği din ile aynı kefeye sığdıran Milliyetçiler Derneğinin 1950 sonlarında yayınladığı bir bildiride ‘’Biz minare müncileriyiz (kurtarıcıları)’’ ifadesinin, bir İstiklal Savaşı Gazimizde çağrıştırdığı anı oldukça acıtıcıdır.

‘’1920 Haziranında Zile isyanında kendilerine halife adını veren eşkıyalar Zile kalesindeki Piyade Taburuna evlerin pencerelerinden, bahçe duvarlarından, minare mazgallarından ateş yağdırıyordu. Zile camisinin minare mazgalından atılan bir kurşunla Bölük Komutanı Amasyalı Yüzbaşı SaMimi Bey şehit oldu. Bu minare mazgalı birçok Mehmetçiğin de hayatına mal oldu. Onlar da o zaman minare müncileri olduklarını iddia ediyorlardı.’’

İstanbul Üniversitesi İnkılâp Tarihi bölümünden hocam olan Sabahattin Özel’in kitabından alıntıladığım gerçek olay milliyetçiliğin laik karakterinin korunarak vatanseverlik esasına dayandırılması gerekliliğini çok iyi anlatmaktadır.

‘’Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamağa çalışıyoruz’’diyen bir Mustafa Kemal Atatürk ve onu unutturmaya çalışanlar arasındaki büyük fark, Milletine adanmışlık ve kişisel çıkarlarına düşkünlüktür.

Günümüzde tercih edilen Popülist siyaset çok zararlı bir tercihtir, samimi değildir, tribüne oynamak, nabza göre şerbet vermektir, oy kaygısı taşır, aldatır. Keza matematik hesabı da siyasette, tutmaz bir dayanaktır, evdeki hesap gibidir hiçbir zaman çarşıya uymaz.

Doğru ne ise onu yaparsan toplumun güvenine mazhar olursun, gerisi mi, gelir mutlaka… Eğrilere alıştırılan toplumda doğruları yapmak zor olsa da hak ettiği değeri er geç bulacak ve kazanacaktır, yeter ki vazgeçip eğrilere uymasın…

Sağlıcakla kalın, saygılarımla…

Milletimiz !

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!