Çöküş

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Çok talihsiz bir dönemden geçiriyoruz, pandeminin bunu tetiklediği gerçeğini de inkâr etmemek lazım. İnsanı, diğer canlılardan ayıran özelliklerden olan; akıl, düşünme, vicdan, empati, sevgi, dürüstlük gibi çok değerli kavramların anlamsızlaştırılarak değersizleştirildiği bir dönemdeyiz.

Bilinen tüm paradigmalar çöktü. Pandeminin etkisiyle hızlı şişirilen dijital dönüşüm rüzgârının yelkenleriyle de eninde sonunda gireceğimiz ‘’yalnızlaşma ve içe kapanma’’ limanına erkenden girmiş olduk.

Bozulma her alanda ve davranışta kendini gösterirken değerli bir özelliğimiz olan empati kabiliyetimizin de yok oluşu kaçınılmazdı. Bir gün herhangi konuda aynı düşündüğünüz kişi ile ertesi gün farklı düşündüğünüzde ki çok normaldir, sanki her konuda birebir aynı düşünmek zorundaymışsınız gibi, kırılganlık, tahammülsüzlükle birlikte derin kopuşlar yaşanılabildiğine ve düşmanlaşıldığına sanırım siz de rastlamışsınızdır.  Bu da bence yalnızlaşma veya içe kapanma davranışının önemli bir göstergesidir.

Eskilerin büyük insanlarının mütevazı davranışlarıyla inatlaşırcasına, bazılarında da öyle bir ego oluşmuş ki ‘’ben bilirim, en büyük benim, en iyi ben konuşurum, en iyi yerlere ben layığım, en çok benim hakkım’’ havasında sanki kibir havuzunda yüzer gibiler.

Biraz empati yapsalar herkesin bir değer olduğunu görecekler, farklı yeteneklerin olduğunun farkına varacaklar. Ama onun baktığı ayna kendisini dev, başkalarını cüce gösteren cinsten.

Uzun yıllar muhtarlık yapan, yerel gazetede köşe yazarlığı yapmış Trabzon eski belediye başkan yardımcısı Gürsel Gençsoy ile bir gün sohbet ederken ‘’ömür boyu unutamayacağım’’ dediği anısını duygulanarak anlatmıştı. ’’ CHP yeniden açılınca kayıt olmak için Parti binasına gidip CHP Merkez İlçe Başkanının makamına girdiğimde, küçücük masada koskoca Sefer Özgür’ü görünce çok şaşırmıştım.’’ Şimdinin burnundan kıl aldırmayan Siyasilerine ithaf olsun.

Ülkemiz son yıllarda bu yetersiz ve kendinden habersiz insanların artması, liyakatin yok olması ile çok kritik bir dönemeçten ve sınavdan geçiyor. Umarım sonumuz Çöküş olmaz.

Amirallere yapılan hukuksuz uygulama ve saçma darbe bildirisi suçlamasıyla ayaklarına takılan elektronik kelepçe, nerede olduğu bir türlü açıklanamayan 128 milyar dolar olayı, bir bakanının kendi şirketinden kendi bakanlığına malzeme satışı, bir elin verdiğini diğer el görmesin atasözü muhteşem güzel anlamıyla ortada dururken hükümet yetkililerin şov yaparcasına patates, soğan dağıtması gibi olaylar, bu mübarek Ramazan ayında Yurttaşların vicdanlarında derin yaralar açarken öfkesini artırmış ve adalet isteğini daha yüksek sesle dillendirmesine sebep olmuştur.

‘’ Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakirde olsalar, adaleti dimdik ayakta tutacak Allah için tanıklık edenlerden olun. Allah ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip, büker yahut çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.’’(Nisa Suresi 135)

Anlaşılmayan bir şey var mı? Her ne pahasına olursa olsun adaletin, hak ve hukukun tarafında olunmalı, çekimser bile kalınmamalıdır, bir gün herkese lazım olacaktır.

‘’Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz’’, diyen Mustafa Kemal Atatürk, 1930 yılında bu günleri nasıl tasavvur etmiş ki?

Yani esas mücadele dindarlarla değil dincilerledir. Dine en çok zararı da dinciler vermeye devam etmektedir. Z kuşağı arasında artan deizmin sebebi de dincilerin dini istismar etmesidir.

Televizyondaki ‘’Güzel Kuran okuma’’ yarışması da bu yönden değerlendirilmelidir. Dinin magazinleştirilmesi günah değil midir? Güzel okumaktan ziyade anlatma ve anlaşılmaya çalışılması daha doğru olmaz mı?

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’de yarışmayı eleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:        ‘’Kuran, ses yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap değildir. Kuran bir hayat kitabıdır.’’ Katıldığımı ifade ederek üstüne üstelik Kuran’ın yarışma şeklinde okutulmasının manevi hazdan ziyade maddi bağlamda kullanılmasının da zararlı olduğu gün ışığı kadar aşikârdır.

Hadi insanları yarıştırdın diyelim, bari sonunda manevi bir takdir belgesi versene, 50 tam cumhuriyet altını vereceğine… Altın ve Kuran bir arada durur mu? Bir de Diyanet İşleri Başkanının, Güzel Kuran Okuma Yarışması Birincisine 50 tam cumhuriyet altınını takdim ederken sanki insanlığa örnek bir davranış sergilermişçesine gazetecilere poz vermesi de tam bir akıl tutulmasıdır.

Bütün bu sorunların aşılması, adaletin sağlanması ve demokrasinin tüm kurumlarıyla birlikte gelişimiyle mümkün olabilecektir. Tek adam idarelerinde milletin refahı ve hukukun üstünlüğü sağlanamaz. Demokrasi; bireysel sorumluluk olmakla beraber, kurumsal tüzel kişiliklerin de demokrasiyi içselleştirmesi ve uygulaması ile toplumun her katmanına ve bireyine kolayca ulaşmasıyla sağlanır.

Demokrasinin gelişmesi anlamında halkın tek seçici ve belirleyicisi olabilmesi maksadıyla Partiler de sağlıklı olmayan yönlerini düzelterek mutlaka en demokratik yolları açmalı ve uygulamalıdır. Her yerde kılcal damarlarına kadar hissedilir ve yaşam biçimi haline getirilirse çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılır ve daha mutlu, müreffeh yaşanılabilir.

Çöküşten kurtulup birlik beraberlik içinde, adalet, demokrasi, ahlak ve kardeşliğin hâkim olduğu, kimsenin ötekileştirilmediği günlere doğru koşarcasına gidebilmek dileğiyle…

Sağlıcakla kalın, saygılarımla…

Çöküş

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!