Yahudi inancında, “..Âdem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e verdi.” Yahudi itikadının devamı olarak kabul edilen Hıristiyan inancında, “Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı” denirken; İslam inancında ise, bu iki inancın aksine, “Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O’dur…”[1] denilmektedir. Ancak, tarikatların büyük bir bölümü bu buyruğa uymayıp zincirlendikleri küflenmiş düşüncelerini kutsallaştırıp din diye yutturmaya devam ediyorlar.
İslam inancında üstünlük, Tanrı buyruklarına karşı olandan, dince suç sayılandan, öteki dünyada cezayı gerektiren iş ya da davranışlardan kaçınan ya da sakınan kişilerdedir, eski deyimle takvadadır; sadece kadında ya da sadece erkekte değildir. Yeryüzünü insanlık için elverişli duruma sadece erkekler mi getirdi? Hayır. Durum böyle iken, kendi amaçlarını, düşüncelerini İslam’ın amaçları, buyrukları gibi dayatan, kadına ‘saçı uzun aklı kısa!, ‘okuması caiz değildir’, ‘Namaz kılsa bile, oruç tutsa bile kadın sorundur’ diyen tarikat liderleri ve bunların buyruğundan çıkmamak için kendi özgürlüğünden ve onurundan vazgeçenler, İslam’ı da Türkiye Cumhuriyeti’ni de kirletmekte ve yaralamaktadır.
Günümüz Türkiye’sinde aileler, hala “aslan ailesi” gibi pastanın çoğunu erkeğine ayırmaktadır. Bir taraftan “cennet annelerin ayakları altındadır,” diyen bir yalvacın –peygamber- iyesi olacağız; diğer taraftan pastanın çoğunu erkeklere yedireceğiz! Ulu önder Atatürk, Nisa Suresini ve Kur’an’daki 80 belgünün- ayetin- kadınlara ait olduğunu ve bunların anlamlarını bilerek, “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın,” demiştir.
Kadın sevecenliğin, sevginin, güzelliğin, estetiğin, sıcaklığın, huzurun, acımanın ve de doğurganlığın ifadesi olarak yüce Tanrı’nın bir yansıması gibidir. Bu olumlu yanları görmeyenlerin hakla kazanmayı ve ölçülü harcamayı belgi –şiar- edinmemiş kişilerden oluştuğunu görürsünüz. Olumsuz kavramlardan uzak olmaya özen gösteren kadın, mutluluğu, eşinin, çocuğunun ve de insanların olumlu yöndeki isteklerinin gerçekleşmesinde görür. Böyle bir ruhun iyesini ateşlenmiş sevgi ile kucaklamak varken; onu, yaşamın sahnelerinden zor ve zorunluluğu kullanarak uzaklaştırmak, hayattan koparıp dört duvar etrafında hapsetmek ve bu yönde isteklerde diretmek insani bir davranış değildir.
Dünyada kadınına değer verip aldığı ödülün tadını çıkaramayan bir inananın, öteki dünyada görmek istediği ödülün yanından geçemeyeceği inancındayım. Hıdır’ı, aksakallı betimleyip kadını yok sayarak anlatanlar, meleklerin sadece erkeğinden söz edenler yüce Tanrı’nın “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık,”buyruğunu görmezden, duymazdan gelmekte ya da bilerek günahların en büyüğünü işlemektedirler.
Kadınını işyeri sergeninde cam kavanoza konulmuş turşu, pekmez gibi görüp değerlendiren anlak, kadının yeteneğini, sevgisini, özverisini ve analığını övmeden, anlamadan, hissetmeden yaşam sürdürmektedir. Kadının bugünün Türkiye’sinde istenildiği gibi özgürleşmemesinin en büyük sorumlusu özellikle“kediyi tavada döndüren”,başkalarının ayağını kaydırarak yaşam sürdüren tarikat ve anlak iyeleridir.
‘İnsanın yarısı, insanoğlunun anası’ konumundaki kadının önemini anlamayanlar; kadının aşağılanmasını, itilmesini, kakılmasını, bir nesne gibi kullanılmasını kader sayan toplumlar, gece araba farının ışığı etkisinde kalmış tavşan gibi olduğu yerde donup kalırlar.
[1] Musa KAVAL, İLAHİ DİNLERDE KADIN’IN KIYMET PROBLEMİ, Yrd. Doç. Dr., Hakkari Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi,01.03.2021https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/383350, AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ Sayı: 55 Mayıs – Haziran 2016, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi