Öğrenci memnun değil,
Veli memnun değil,
İşveren memnun değil,
Dahası Saray da memnun değil!..
Eğitim-Öğretim sisteminden herkes şikâyetçi. Anaokulundan üniversiteye kadar ‘dört dörtlük’ hiçbir okulumuz yok. En çok rağbet edilen Fen Liseleri bile istenilen düzeyde değil. Özellikle ortaöğretim düzeyindeki “mesleki eğitim”de tam bir çuvallama söz konusu. 4 yıl emek harcanıp, yatırım yapılan gençler meslek lisesi mezunu olduktan sonra işsizler ordusuna katılıyor.
Buradaki asıl soru şu; nasıl oluyor da geleceğimiz olan bu gençleri “işe yazamaz” yetiştiriyoruz?
Sorumlu kim?
Ortada bir bit yeniği yok mu?
Bazı yetkililer çıkıp, sayfalarca gerekçe sıralayıp, ikna edici raporlar yazabilir. Fakat bu kafayla sorun çözülmez ve dolaysıyla sonuç da değişmez; işsizler ordusu büyümeye devam eder.
Öyleyse biz neyi yanlış yapıyoruz, mesleki eğitimde kangrene dönüşmüş kronik problem nedir?
Sanırım bazı bölümler ve sayılar üzerinde biraz yoğunlaştığımızda durum ortaya çıkıyor.
Örneğin, meslek liseleri arasında en fazla bulunan alanlardan bir tanesi ‘Çocuk Gelişimi’ bölümü. Bu alanda (yüksek öğretimi de ilave edince) yüz binlerce kız öğrenci eğitim alıyor. Peki, mezun olunca ne yapacaklar derseniz; evlenip kendi çocuklarına bakacaklar! Çünkü ‘iş alanları’ ile ‘mezun sayıları’ arasında korkunç bir arz-talep dengesizliği var.
Belki de siyasal İslamcı eğitim politikamız, kızları “evinin kadını” olsun istiyor!
Milli Eğitim Bakanlığının 2016/17 istatistiklerine göre (güncel verilere ulaşamadım) Türkiye’de 1.967.232 öğrenci, mesleki ve teknik eğitim okullarında 53 farklı meslek alanında, toplam 11.410 bölümde eğitim almakta. Bu bölümlerin 6.852 tanesihizmet sektöründe, 4.558’i ise sanayi alanında. Ve sadece 58 tanesi tarım, 39 tanesi de hayvancılık alanında eğitim-öğretimvermekte. Tarım alanında eğitim verdiğimiz öğrencilerin diğer meslek eğitimi alan öğrencilere oranı %1 bile değil.
İşte bu rakamlar gerçeği ifşa ediyor. Mesleki eğitimin %99’u“hizmet” ve “sanayi” alanına ‘ucuz işgücü’ yetiştiriyorken,tarım ve hayvancılık alanı pas geçilmiş, uçsuz bucaksızAnadolu toprakları sanki ‘nadasa bırakılma’ mantığıyla devre dışı kalmışa benziyor.
Konya kadar olmayan Hollanda her yıl 100 milyar dolardan fazla tarım ve hayvancılık ürünü ihraç edip ekonomisine dinamizm katarken, neden biz verimli topraklarımızı terk edip büyük şehirlere yığılıyoruz? Bu eğitim/üretim planlamasını yapanlar, ülkenin demografik yapısının bozulduğunu görmüyor mu? Anadolu’nun dört bir yanına, “sanayi” ve “hizmet” ağırlıklı meslek liselerinin açılması “iç göçü” tetiklemez mi? İşte Marmara başta olmak üzere, Ege ve Akdeniz bölgesine nüfusun yığılmasının esas nedeni bu temelsiz/tabansız eğitim ve ekonomi politikalarıdır.
Son 20 yıl içinde tarım/hayvancılık alanında çalışan işgücü oranı %120 azalmış görünüyor. Bunu ben söylemiyorum; TÜİK rakamları diyor. Çünkü bu alanda çalışanlara destek değil, köstek olunuyor.
Türk ekonomisinin tekrar ayağa kalkmasının yolu TARIM ve HAYVANCILIKTAN GEÇİYOR. Katma değeri düşük ‘ara mal’ üreterek küresel ekonomiyle rekabete girmemiz mümkün değil. Öyleyse en az sanayi kadar tarım ve hayvancılık sektörü de desteklenmelidir. Bu alanlarda geleneksel üretim mantığı ivedilikle terk edilip, bilimsel ve teknolojik üretime geçilmeli. Bu yolun ilk adımı da tarım ve hayvancılık eğitimiyle başlar.
Bölgelerin üretim potansiyeli gerçekçi ve rasyonel şekilde planlanıp gerekli girişimler hemen yapılmalı. Başta Milli Eğitim, Tarım ve Orman, Hazine ve Maliye Bakanlıklarıolmak üzere ORTAK PROJE başlatılmalıdır. Ağızlara pelesenk olması gereken “yerli ve milli” en büyük proje budur; yapın ayakta alkışlayalım.
İktidarın temsilcileri sazı her ellerine aldıklarında “ekonomi uçuyor” ezberinden kurtulmalı, tarım ve hayvancılık başta olmak üzere akılcı ve gerçekçi politikalar üretilmelidir. Biz zaten bu girişimleri yaptık/yapıyoruz, “tarımda Avrupa birincisiyiz” söylevlerine karşı şunu sormak gerekiyor; Doğu ve Güneydoğu bölgemizde kaç tane tarım ve hayvancılık meslek lisesi var? Neden bölgelerin sosyo-ekonomik koşullarıdikkate alınmadan eğitim/üretim planlaması yaptınız/yapıyorsunuz?
Ve sorularıma devam ediyorum;
Örneğin; neden Trabzon’da tek bir tane tarım ya da hayvancılık meslek lisesi yok? Oysa Trabzon tereyağı ile meşhur bir ilimiz. Yaylalarımız, etimiz, peynirimiz, çökeleğimiz “hayvancılığın” eseri. Ama Trabzon’da bu mesleği bilimsel/teknolojik boyutta vatandaşına öğretecek tek bir meslek lisesi yok. Trabzonlu gençleri göçe zorlayan bu plan/plansızlık kimin eseri?
Diğer bölgeler ve iller için de benzer sorular sorulabilir; işsizlik ve göçü tetikleyen bu plansız/niteliksiz eğitim ve kısır üretim sisteminde niçin ısrar ediliyor?
Bu kör sistemin küçük bir mali tablosuna göz atarsak eğer; özellikle ‘işsizliğe dayalı’ iç göçün sadece ‘yerleşik yatırımmaliyeti’ bakımından yüzlerce milyar dolarlık altyapı hizmetinin heba olduğunu göstermektedir. Göç veren illerde kullanılmayan konutlar, okullar, sağlık ocakları, yollar, elektrik-telefon-su-kanalizasyon altyapıları çoktan çürümeye terk edilmişken, aynı zamanda göçerek yerleşilen yeni mahalle ve kentler için tekrar yapılan bu altyapılara ödenen paralar “kişi başı kamu maliyetini” ikiye katlamaktadır. Kısaca bu, 1kişi için Kars’ta yapılan yatırımların aynısını tekrar İstanbul’da yapmaktır; bunun adı israftır, kaynakların heba edilmesidir, akılsız ve bilinçsiz yönetimdir.
Diğer taraftan iç göçün birçok toplumsal sorunu; başta bölgeler arası nüfus dengesizliği, sosyal ve ekonomik gelişim adaletsizliği, çarpık kentleşme/gecekondulaşma vb olumsuzlukları tetikleyerek, ülke genelinde büyük tehditlerin ortaya çıkmasına neden olabileceği unutulmuşa benziyor.
Şunu vurgulayarak bitirmek istiyorum; ABD, AB, Kanada, Rusya, Çin gibi gelişmiş toplumlarda tarım ve hayvancılık asla geri plana itilmemiştir. Hatta bu ülkeler, yaptıkları ziraiüretimle dünya nüfusunu beslemekte, adeta diğer ülkelerin gıda ihtiyacını gideren ‘tahıl ambarı’ konumunda bulunmaktadır.
Türkiye’nin bu açmazı acil çözüm bekliyor.
Toprakları boşken, gençleri işsiz bırakan kafa, ya cahildir ya da hain!
BÖLGEDEN
Rize’nin Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Çervatoğluyürüttüğü halkçı hizmet anlayışı ile dikkat çeken bir siyasetçi. Özellikle inandığı doğruları kararlı şekilde savunması ve uygulaması, iktidarın tüm baskı ve yıldırma girişimlerine karşı dik duruşuyla göze çarpıyor. Herkesin gözü Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın üzerindeyken, iktidarın tahammül edemeyip yerine “kayyum” atayacağı iddiaları ile gündeme gelen bu küçük ilçenin belediye başkanı Çervatoğlu, anlaşılan bazı kesimleri çok rahatsız etmişe benziyor.
Aslında bu rahatsızlığın kaynağını tahmin edebiliyoruz. Küçük bir araştırma yapıldığında görülecektir ki; Ercüment başkan ilçe halkıyla kol kola girmiş “dayanışmacı/imece” usulü hizmet üreten bir anlayışa sahip. Bireyciliği kutsamış bir sistemin, kolektifçi yapılara tahammül etmesi elbette beklenemez.
Ercüment Çervatoğlu özellikle virüs salgını sürecinde izlediği toplumcu politikalarla kamuoyunun dikkatini çekmişti. İmece yöntemiyle çay toplama girişimi gözlerden kaçmamış ve son olarak da sahildeki çay bahçesinin tabelasını “Atatürk Parkı” olarak değiştirmesinin ardından hakkında soruşturma açılmıştı.
Sn Çervatoğlu’nun en çok korktukları özellikleri ise; eşitlikçi, katılımcı, çağdaş, demokrat, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü bir belediye başkanı olmasında ve uygulamalarında bu ilkelerden asla taviz vermediği gerçeğinde saklı.
Sosyal demokrat belediyeciliğin unutulmaya yüz tutmuş politikalarını, başarılı girişimleriyle gündeme taşıyıp kamuoyunun ilgisini çeken ve Rize’de giderek güçlenen,halkın desteğini arkasına alan Ercüment başkanı izleyip, yeniicraatlarını sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.