Kıygıya –zulme- başkaldırmak yüce Tanrı’nın ve betiğimizin emridir. Atatürk’ün sayesinde okuduğumu anladım, düşündüğümü yazabildim; kıyıcının –zalimin- yükünü sırtımda taşıyamam; çarkını döndüren hiç olamam.
Ey kutsal değerleri sahiplenenler, ancak onun tersine işler ve işlemler yapanlar!
Gereksiz tüketim yapmak, aldatmak, haddi aşmak, aşırı gitmek, doğrudan şaşmak; ölçü ve tartıda hile ve eksik yapmak, hakkını eksik vermek, hakkını eksiltmek, haktan sapmak, ölçüsüz hareket etmek, engel olmak, nimet ve bollukta azmak kıygıdır. Kibirlenmek, zorbalık yapmak, bir malı hile ile ve gizlice çalmak; düşünmeden hareket etmek, hakkın zıddını yapmak, verilen sadakayı başa kakmak, yeminden dönmek, adaletsiz davranmak yüce betiğimizde “kıygı”-zulüm- olarak nitelenen kavramlar olduğunu biliyor musunuz?
Adaletin, hakka, hukuka uygunluk; adil olma durumu olduğunu bilip; konuşmalarında adaletsiz cümle kurmayan; ancak adaletsizlikte hiçbir sınır tanımayan, adaleti küçültüp, suçluları büyüten kişi ya da kişiler kıyıcıdır. Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde; adaleti, hakkı ve hukuku kötürüm bir duruma getirtip, yapılan yemine uymadan yürütmenin, yasamanın ve yargının tek elde toplamasını isteyen; kamu malını çalan, rüşvet alan, ihaleye hile karıştıran, ihale de adam kayıran, mevki ve makamı kullanarak çıkar temin eden adaletsizdir. Ülkeye adaletsizliğin salgınını yaşatan da kıyıcıdır –zalimdir-. Kıyıcılara, yüce Yalvacımızın sözleriyle, ‘yetmiş yıllık ibadetin yerini tutacak bir günlük adaleti göstermek için’ düşüncelerimle, yazılarımla başkaldırıyorum.
Söz geçirme gücü olanların mal varlıklarının, yurtiçi ve yurtdışı transferlerinin takibini sağlayan yasanın çıkartılmasını engelleyenler, haksız, haram ve ahlaksız kazancın; bir malı hile ile ve gizlice çalmanın önüne kırmızı halı seriyorlar. İslami ve insani değerlerden uzaklaşıyorlar. Şiddet yanlısı örgütler kuracaklarını, mafya uygulamalarıyla siyaseti tasarımlayacaklarını, Cumhuriyetin kurumlarını ve değerlerini aşağılayarak kullanacaklarını göstermiş oluyorlar. Bu da haktan sapmaktır, hakkın tersini yapmaktır, yani kıygıdır.
Bunun gibi yasaları çıkartmayanlar, düzmecilik –sahtecilik- ve kara para aklayan Rıza Sarraf gibilerinin, haram servet ile neşe ve şenlik içinde yaşamalarına göz yumacaklarını, elini kolunu sallayıp yurtdışına çıkmalarına, köylünün tavuğuna çarık giydirip, ekili arazisine daha çok zarar versin için domuza “hilti” verebileceklerini göstermiş oluyorlar. Dini konularda, “Sineği süzerek ayırıp, deveyi havuduyla yutacaklarını”, kısacası kıygıyı –zulmü- helal mal gibi kullanacaklarını göstermiş oluyorlar.
Yaklaşık 280 bin polis, 1 milyon 100 bin öğretmen, 110 bin hemşire ve 110 bin din görevlisi olmak üzere toplamda 1 milyon 600 bin kişiyi rahatlatacak ve maliyeti yaklaşık 3 milyar Türk lirası olan iyileştirmeyi söz verildiği halde yapmamak; yüce betiğimizin “aldatma” ve “yalan söyleme” kavramına girer. İşçiden, memurdan, köylüden, esnaftan, çiftçiden kısacası çalışandan, üretenden kısıp üç beş yükleniciye vermek, işçinin hakkını eksiltir, yüklenicilerin hak etmediği ücreti yükseltir; bu da kıygıdır.
Aldatmak da, yalan söylemek de kıygının bir çeşididir. 1 milyon 600 bin kişi için para yok derken, çiftçiye kanun maddesinde verilmesi emredilen milli gelirden %1 destek verilmezken, bir liralık bir iş için ağzı bozuk bir yükleniciye –müteahhite- 1000 lira vermek, üç beş yüklenicinin milyonlarca borcunu silmek, asgari ücretliyi, çiftçiyi, köylüyü ağlatmak haktan sapmaktır, ölçüsüz hareket etmektir. Bu da insanlığın, yüce Yaratanın ve betiğinin tek ve en büyük düşmanı kıygıdır. Ben de bu tür kıygılara ve kıyıcılara inandıklarını söyledikleri ancak gerçekte inanmayanlara, Müslümanlıkla hiçbir ilgileri olmayanlara düşüncelerimle, yazılarımla başkaldırıyorum.
Bu gibilere baktığımda:
Malını, mülkünü artırmak, makamını sağlamlaştırmak için İslami değerleri av gereci olarak kullananları ve büyük günahlardan biri olan ikiyüzlü sıfatı taşıyanları görüyorum. Aklın, mantığın ve duyguların süzgecinden geçirilmeyen bakokulara -prompterlara- baş kıyıcılarına yaranmak için aktarılan yalan-yanlış yazıları, düşünceleri okuyanları, dillendirenleri görüyorum. İnsanların güçsüz noktalarını keşfedip onlar üzerinden yarar sağlayanları görüyorum.
Düzmeciliği –sahtekârlığı- yapanları onur kürsüsüne çıkaranları, yabancı sermaye iyelerine, Türkiye’de ucuz iş gücü var, gelin yatırım yapın, diyerek asgari ücreti düşük tutup emekçi ile alay edenleri görüyorum. Vatandaşın karnına bir dilim ekmek giriyorsa aç değildir diyen utanmazları, bütün olumsuzluklara karşın yüzü hiç kızarmayanları, üç dört diplomalı işsizler iş ararken sahte diplomalı kişilerin üç dört yerden maaş aldığını görüyorum.
Vatanın bütünlüğü, esenliği için ölmek bir gül bahçesine girmektir. Özellikle İslami değerlerin arkasından dolananlar, bu değerleri kendi çıkarları için av gereci yapıp, büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet kazanımlarını ateş altına alanlar ve açıktan açığa düzmecilikten –sahtekârlıktan- , bir bakıma yapılan yolsuzluklardan onur duyanlar, onları destekleyenler kıyıcılardır –zalimlerdir- .
Yüce Tanrı’nın ve betiğinin en büyük düşmanı “kıygıya” başkaldırmak; “kıyıcıları” kargışlı –lanetli- en büyük terörist olarak, köylünün ürününe zarar veren ve sürek avına tabi tutulması gereken yaban domuzu gibi görmek insanlığın ve Müslümanlığın gereğidir. En gerçekçi yol, başı dönmüş, bunamış, aklın ve mantığın çırpısından çıkmış iktidarın ve güç iyesinin kıygı kaynağı olabileceğini bilmek, ona göre davranmaktır.
Bu gerekçeleri göz önüne alarak; devletin malını çalanı öven, sorgulamayan cahil ve sorgulatmayan kıyıcı olmamak için yazılarımla ve düşüncelerimle “kıygıya” ve “kıyıcıya” başkaldırıyorum.