“Yalan, Şark’ta ayıp değildir” sözünü ZEYTİNDAĞI kitabının giriş kısmına yazan usta gazeteci/yazar Falih Rıfkı ATAY sosyolojik bir gerçekliğe işaret ediyordu.
Bu toprakların kültür genleri yalan mayası taşımakta. Genelde ahlaksal açıdan kötü kabul edilse de… bazen zorunluluk gereği dini açıdan yalan söylemekte bile beis yoktur.
Yalan söylenecek zamanları birkaç durumla sınırlayan yüce dinimiz, aslında yalanı büyük günahlardan saymakta.
Fakat müslüman toplumların üzerinde hemfikir oldukları konu “düşmanı aldatmak” için yalan söylemenin gerekli olduğu şartıdır. Çünkü yalan; yanıltmak amacıyla yapılan bir eylemdir. Onlar için “harp hiledir”!.. Dolaysıyla düşmanı alt etmek için yalan söylemek cihadın parçası kabul edilir.
Bunu neden yazdım; çünkü siyasal İslamcılar laik hukuktan çok, şer’i kuralları dikkate alır da ondan.
Şimdi asıl konuya gelelim; aldatılacak DÜŞMAN KİM?
Ya da şöyle soralım; TOPLUMA YALAN SÖYLENİR Mİ?
Ne yazık ki; topluma doğru bilgi verilmiyor!
Eksik bilgi veriliyor.
İnsanlar yanıltılıyor ve yönlendiriliyor.
Özellikle medya aracılığıyla sanal algı yaratılıyor.
Peki… Devlet kurumları yalan söyler mi?
Hayır, söyleyemez! Söylerse “suç işler” ve güven kaybeder.
Fakat yapılan araştırmalar, halkın ciddi oranda kurumlara karşı güven kaybı yaşadığını gösteriyor. Özellikle yargı erkine karşı son yıllarda müthiş bir güvensizlik söz konusu. FETÖ’cülerin yürüttüğü kumpas davalarıyla başlayan bu süreç, yargının itibarını toplumsal düzlemde ağır bir erozyona uğrattı. Hatta eski Yargıtay başkanı İsmail Rüştü Cirit, yargıda yaşanan bunalımı bir anket araştırmasıyla dile getirmiş; halkın %54,3’nün “mahkemelere güvenmediği” gerçeğinin altını çizerek ilgilileri uyarmış ve önlem alınmasını istemişti.
İşte toplumsal bunalımı tetikleyen esas nokta tam da burasıdır. Çünkü demokrasilerde 3’lü dengenin en çok ihtiyaç duyulan ayağı; yargıdır. Yasama ve yürütme siyasal partilerin/iktidarların uzantısı olduğundan halkın son umudu tarafsız yargı; yani mahkemelerdir.
Teşbihte hata olmaz… şöyle bir örnek versem; Ermenistan sınırında bulunan karakol komutanı, Genelkurmay Başkanının emrine itaat etmezse ne olur?
Olur mu öyle şey demeyin, bal gibi de olur!..
Neden derseniz, söyleyeyim; Anaysa Mahkemesinin kararını yerel bir mahkeme reddediyorsa benim sorum neden abes olsun ki!
Durum benzerliği üzerinden konuşursak; birinci soruyu “akıl dışı” sayanlar, ikinci soruya burun kıvıramaz.
Birinci örnekteki soruya herkes aynı cevabı verirken, AYM-Yerel Mahkeme örneği üzerinden toplum neden ikiye bölünmüş durumda? Oysa toplumun her iki duruma da aynı tepkiyi verip “olamaz” demesi gerekirdi. Ama demiyor. Çünkü topluma medya vasıtasıyla eksik, yalan, yanlış bilgi verilerek psikolojik algı operasyonu yapılıyor.
Kısacası, yalanı medya besliyor ve toplum mühendisliği yapmaya kalkışıyor. Doğaldır ki; yalanı her kesimin yutması mümkün olmadığından “toplumsal yarılma” kaçınılmaz oluyor. Toplumun bir parçası diğer yarısıyla giderek zıtlaşıyor. İktidarı destekleyenler ve iktidara karşı olanlar, aynı zamanda devlet kurumlarına duydukları güven bağını da bu yönde oluşturuyor.
Nihayetinde iktidar-devlet ayrımı ortadan kalkıp tekleşirken; muhalif kesimin güvensizliğine mukabil, hükümet yanlılarının kayıtsız şartsız bağlılığı birbirlerini karşılıklı besliyor.
“Yalan rüzgârıyla(!)” ömrünü uzatmaya çalışan ‘siyasal islam’ın geleceğe bırakacağı en kötü mirasın “halkın, devlet kurumlarına karşı örselenmiş duygu ve düşünceleri” olacaktır.
Bir düşünsenize;
TÜİK’in rakamlarına güven kaldı mı?
Sağlık Bakanlığının açıkladığı covid-19 verilerini kim ciddiye alıyor?
Ya da mahkemelerin tam bağımsızlığına kaç kişi inanıyor?
Lise, üniversite ve devlet memurluğu sınavlarda “bir kesime” kopya verildiği iddiası arşa çıkmışken; “yok öyle bir şey” diyenlere, şimdi kim inansın?
Milli piyangonun bile hile yaptığını düşünen bir kesim vardı, özelleştirildi de sıkıntı bitti. En azından devlet kurumu değil artık.
İktidarı bırakmamak için düşmanı yanıltma politikası dinbazların yöntemi olsa gerek. Bu ülkenin samimi müslümanları/dindarları, 1 asır önce düşmanı İzmir’den denize döktüğünü çok iyi biliyor.
Cengiz Aytmatov’un “mide beyinden akıllıdır; çünkü mide kusmayı bilir, beyin her pisliği yutar” sözü kısmen geçerli bu topraklarda.
Ne zaman beynimiz midemizin önüne geçerse, işte o zaman; şark’ta yalan ayıp sayılacak!