Atalarımızın Türkçe’yi Rumca’ya karşı yaşatma çabası

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tarih bizlere bölgedeki Rumların, bölgeye yerleşmeye çalışan Türkmenlerle savaşmayı değil, daha çok onlarla akraba olmak için, belgi de aynı dinin iyeleri oldukları için birlikte yaşamayı yeğlediklerini gösteriyor. İşte bu nedenledir ki Türkmenler de bu en eski, etkin, yetkin ve baskın ekinin etkisinde kalıp Rumcayı, sözlü ortamda(!) isteğini anlatacak kadar öğrenmiş olduklarını söyleyebilirim.

Rumlar, 14. Yüzyıl sonlarından itibaren  sadece sur içinde var olan güç haline gelmişlerdi.. Trabzon surlarının önüne kadar gelip yağma yapan Türkmenlere karşı bir şey yapamayan imparatorlar, .. Son çare olarak çevrelerindeki her Türk siyası teşekkülüne kız veren “Komnenos[1]”lar, onlarla –Türkmenlerle- akraba olmak suretiyle varlıklarını devam ettirmişlerdi[2].

Bölgeye beşerli, onarlı,  gruplar halinde gelip yerleşen Türklerin, Rumcayı neden bu kadar ileri düzeyde öğrenmek durumunda kaldıklarını Psikolog Stanley Milgram,    “İnsanların yeni bir ortamdayken yeni kuralları daha çabuk kavradıklarını, şaşırtıcı bir biçimde yeni bir amaca hizmet edebilmek uğruna, farklı bir otoritenin verdiği emirlere uyduklarını[3] deneyi ile daha güzel ortaya koymuştur.

Rumların sanatta, zanaatta, edebiyatta, felsefede ve diğer bilimlerde etkin oluşu, dünyayı etkilemiş oluşu, M.Ö.’ ye dayanan bilgi ve belgeleri o günün dünyasına ve bugünün çağdaş dünyasına, kullandığı alfabe ile taşıması, Türkleri bu dili sözel alanda öğrenmeye zorlamıştır. Öyle ki 3. Ya da 4. Kuşak, Almanya’daki 3. Ve 4. Kuşak Türklerin bazıları gibi kendi dilini unutmuştur. Rumcayı, sözlü ortamlarda (!) isteğini anlatacak kadar öğrenmiş olması bazılarına, “benim ana dilim Rumca mı?” sorusunu sordurdu. Oysa gerçek olan bugün Almanya’da çalışan 3. ya da 4. kuşak Türklerin Türkçeyi unutmuş olması gibidir.

Etkin, yetkin ve baskın olan ekine –kültüre– rağmen Türkçe, bu topraklarda ama öyle, ama böyle yine de yaşatılmıştır; aşağıda sözü edilen Türkçe bütünün parçalarından her biri, bugün Rumcayı konuşanların Rumlukla hiçbir ilgilerinin olmadığını açık bir şekilde göz önüne seriyor düşüncesindeyim. Şöyle ki:

Hint-Avrupa dillerinin çoğunda “hala”, “teyze” ve “yenge” için tek terim kullanılır. Teyze, hala ve yenge akrabalık terimine İngilizler “aunt”, Almanlar “tante”, Fransızcada “tante”  der.  Bölgemizde konuşulan ikinci dil olan Rumca da Hint-Avrupa dillerinden olduğu için “hala” ,“teyze” ve “yenge” akrabalık terimlerini tek bir sözcükle “thiya- θεία“ olarak ifade eder. Ancak Rumcayı konuşan bölgemiz insanının çoğu, annenin kız kardeşiniθεία-thiya” değil “teyze”  olarak adlandırmıştır ve hiçbir konuşmasında da teyzeyi “θεία- thiya” olarak kullanmamıştır.

Rumca babanın erkek kardeşine ve annenin erkek kardeşine Hint-Avrupa dillerinde amca ve dayıya İngilizler “uncle”, Almanlar “onkel”, Fransızlar “oncle” dedikleri gibi ikisine birden “θείος-Thiyos” denir. Oysa bölgemizde Rumca konuşanların çoğu annenin erkek kardeşine “θείος-Thiyos” dediği duyulmamıştır. Türk ekininde akrabalık adları ayrı ayrı verildiği gibi Rumca konuşan Türkler de bu geleneği devam ettirilerek annenin erkek kardeşine “θείος- thiyos” değil de  “dayı” diyerek Türk geleneğini ve dilini yaşatmıştır.

Hint-Avrupa dillerinde olduğu gibi Rumcada da babanın, annenin kız kardeşlerine; kardeşin, amcanın ve dayının hanımlarına birlikte  “θεία- thiya” denirken; Rumcayı konuşan bölge Türk insanı kardeşin, amcanın ve de dayının hanımına “θεία- thiya” değil, “yenge” demiştir. Sözlü anlatımların hiçbirinde  “yenge” terimini “θεία- thiya” olarak kullanmamıştır.

Bölge insanımızın bazıları Rumcayı çok iyi konuştuğunu sanıyor. Konuşmaya derinlik, anlam ve güzellik katan ve ekinimizde önemli bir yeri olan şu ölçülü sözü dikkatlice inceleyelim:

Hay aitika hala                                     

Hapsiya me ta çofala  

Ölçülü sözün Türkçesi:

İşte böyle haller

Başlarıyla hamsiler        

Ölçülü sözün, 1914’te Gümüşhane’den giden Rumlardan olup Selanik’te oturan Aleksanra adlı öğretmen, ülkemizi ziyaretinde bana bu ölçülü sözün aslının aşağıdaki gibi olduğunu söyledi:

Ar aşka hale

Hapsiya me ta kefale

Bu örnek bizlere Rumcayı konuşan Türklerin sözcükleri, deyimleri, atasözlerini, ölçülü sözleri ve bilmeceleri kolayına nasıl geldiyse öyle söylemiş ve öyle de öğretmiş olduğunu gösteriyor.

Bölge insanının bazı ölçülü sözlerin yarısına Türkçe, diğer yarısını Rumca, Türkü mısralarına Türkçe sözcükler yerleştirerek Türkçeyi baskın dile karşı yaşatmaya çalıştı. Örnek:

Açıp bakmadığın çuvalı             

Dekseris tok kovali

Açıp bakmadığın çuvalı

Ne taşır bilemezsin

Rumca 

Narhundan so hularis                

De biçes ta truşiya                      

Parakalo ton Robbi                      

Na meşis sindişiya[4]  

              Türkçesi

Yaptuğun truşilarla

Senun kaşuğun dolsun

Yalvarurum Allah’a

Sindişin hiç olmasun

Rumcanın etkin, yetkin ve baskın pozisyonuna rağmen,  Rumca olduğunu sandığımız, uyutulmuş, uyuşturulmuş ve unutulmuş Türkçe sözcüklerin küçük çaplı bir inceleme ile bölgede çok olduğunu görürüz.

“Gudal[5] ya da “kutal” sözcü de bunlardan biridir. Bu sözcüğü Türkler, çırpıcı anlamında Rumca;  Rumlar ise “κουτλη-kaşık”  anlamında kullanmıştır. Türkler hiçbir zaman kaşık sözcüğünün Rumcasına “kudal” dememiştir ve o anlamda hiçbir cümle kurmamıştır.

Küçük bir inceleme yaptığımızda “kudal” sözcüğünün Türki devletlerinin çoğunda sosyal alanda yeni bir akrabalık terimi olarak kullanılan “guda”, dünür anlamından geldiğini ve Türkçe olduğunu anlıyoruz. Sosyal hayattaki yeni oluşum “guda”ya benzer, fiziksel alanda en az iki ya da daha fazla maddeyi çırpıcı gibi karıştırıp yeni bir madde ortaya koyan aracın adına “kudal” diyoruz. Bu “kutal” aracıyla Karadeniz yöresinde “yağlı kuymak”, ”sütlü kuymak”, “peynirli kuymak”,  “haşil” ve “lahana çorbası gibi yiyecekler yapılmıştır, dağ köylerinde hala da yapılmaktadır.

Rumca olduğunu sandığımız “Halaz” sözcüğü, yağış türlerinden olan “dolu” sözcüğünün yöremizdeki karşılığıdır. Bu sözcük, Kıpçak Türkçesi konuşan Peçeneklerde  “talaz” Fırtına-

olarak kullanılmıştır.[6]  Çaykara ilçemizde Rumca olduğunu sandığımız “kolimp”sözcüğü, Divanı Lukatit Türkte, aynı anlamda, kuşların indiği su birikintisi, gölcük olarak belirtilmiştir[7]. “Çiçen”, “avdan”, “çonoş”, “kudiçi”, “kaşka” gibi Türkçe sözcükler bunlardan bazılarıdır.

Bölgede etkin, yetkin ve baskın olan Rum ekinine karşın Türk ekini fazla öne çıkarılamıyor, ancak yine de kardelen çiçeği gibi zaman zaman kendini dil konusunda gösteriyordu.

“Gorgoras”, “Paçan”, “Saraho”, ve “Şur-Siro”[8], “Çoroş” gibi eski köy adlarıyla; “Barma”, “tahto”, “kuber” gibi katıksız Türkçe yer adlarıyla; “bıldır”, “haçan”, “haneka”, “sindişi”, “çik”, “senek” gibi sözcüklerle;  Avşar Türklerinin de kullandığı “ma”, “me”, “mah”, “meh”, gibi hayret bildiren ve “kı”, “ka” gibi sözcüklerle; “Sarantekurça”, “şahinofol”, “koftali”, “krebiyatağı”, “kopalyatak”, “Niyazraşi”, “filartaş” gibi yarısı Rumca yarısı Türkçe yer adlarıyla yaşatılmaya çalışılmıştır.

Bölgede Türkçenin yaşatılması çabası sadece bunlarla sınırlı değildir:

“Tendiriz”, “boba”, “cemaet”, “örtesi” gibi Karaman; “ajluk”, “kofa”, “evle”, “sevgü” gibi Kıpçak; “cahal”, “tene”, “sebab”, “emce”, “kı”, “ka” gibi Avşar; “endir”, “alda”, “sına”, “suvuk” gibi Karaçay-Malkar; “Alime”, “Aslihan”, “Alibek”, “Bayramali” gibi Nogay Türlerinin ağızlarıyla yüzlerce sözcüklerle de yaşatılmaya çalışılmıştır[9].

Bölge insanı, etkisinde kaldığı Rumcanın alfabesini bilmediği için bugüne kadar ne yazısını yazabildi ve ne de Rumca yazılan bir metni okuyabildi; Rumcanın sayı düzeninde “bir-ena-ένας”, “iki-diyo-δύο”, “üç-triya-τρία”, “dört-tessara-τέσσερα”, “beş-pente-πέντε” olmak üzere 5’e kadar küçük gereksinimlerini karşılayacak rakamları öğrendi. Sıfır, altı, yedi, sekiz ve dokuz rakamları ile hiçbir sayının okunuş, yazılış bilgisinin iyesi olmadı, bu zamana kadar. Oysa aynı yıllarda Anadolu’nun en güçlü Türk beyliği olan Karamanoğulları Beyliği(1250-1487) Rum-Yunan harfleriyle, Rumca konuşmadığı halde Türkçe okuyor ve Türkçe yazıyordu. Ayrıca şunu söylemek en doğrudur diye düşünüyorum:

“Rumca benim ana dilim,” deyip de bu dilin yazısını okuyamamak, bu dille söyleneni yazamamak, bu dille istenen rakamı, sayıyı okuyamamak, yazamamak bu dilin gerçek iyelerine yapılmış en büyük saygısızlıktır. Çünkü bu dilin gerçek iyelerinin ataları, M.Ö’ sine varan düşünceleri yazıya döküp günümüze ulaştırabilen, tıpta, felsefede, sosyolojide, edebiyatta ve sanatta, kısacası dünya ekinine ışık tutan bir ekin –kültür- geleneğinin içinden gelmektedirler.

[1] Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos, 1081-1118

[2] İbrahim Tellioğlu, Komnenosların Karadeniz Hakimiyeti Trabzon Rum Devleti, 1204-1461,serander Yay. S.14

[3]   Tiothothy Snyder, Tiranlık Üzerine-Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders-, Olvido Yay,2019, İst, s.18-19, Çev: Zeynep Ene

[4] Yılmz Keskin, Çaykara’da Söz Varlığı-1,Can Yay.553,, 2019, İstanbul, s.,118-119

[5] Yılmaz Keskin, A.g.e. s.105

[6] Yılmz Keskin ,A.g.e.s,103

[7] Yılmaz Keskin A.g.e.122

[8] Yılmaz Keskin. A.g.e

[9] Daha Ayrıntılı Bilgi için A.g.e

 

 

 

Atalarımızın Türkçe’yi Rumca’ya karşı yaşatma çabası

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!