Biliyorum, çok kızacaklar…
Bazıları alınacak, kimileri kırılacak…
Haksızlık ettiğimi, abarttığımı düşünenler olacak…
Ama yine de çekinmeden, sakınmadan yazacağım…
Çünkü sürekli irtifa kaybeden, yoksullukla ezilmişlik arasına sıkışmış, çaresizliğe hapsedilmiş öğretmendir söz konusu olan.
Öğretmen; insanı biçimlendiren, toplumu dönüştüren ve geleceğimizi emanet ettiğimiz kişidir, rehberdir, sanatçıdır, felsefecidir. Atatürk’ün dediği gibi; “eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.” İşte bu kadar önemli olan eğitimi teslim ettiğimiz öznedir öğretmen.
Peki, kendi varlığını savunmaktan aciz, öz benliğini kaybetmiş bir zümre; bu yüksek beklentileri nasıl karşılayacak? FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR NESİLLERİ hangi kafa yetiştirecek, merak ediyorum doğrusu?
Baştan belirteyim; avuç içi kadar bir grup hariç, neredeyse öğretmenlerin tamamı sönmüş, sinmiş ve çürümüş durumda.
Toplumun en aydın kesimi olması beklenen, yarının toplumunu inşa eden eğitimciler “ıssız ve sessiz” bir çökmüşlüğün içinde debeleniyor. Debelendikçe batıyorlar, boğuluyorlar ve dahası toplumu da boğuyorlar!
Osmanlının son döneminde olsun, kurtuluş ve kuruluş devrinde olsun CUMHURİYET’İN HAMURUNU YOĞURAN bir meslek grubu nasıl bu kadar sönümlenmiş ve silikleşmiş olabilir? İçersinden Tevfik Fikret, Halide Edip, Mustafa Necati, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Rıfat Ilgaz, Fakir Baykurt, Gültekin Gazioğlu, Niyazi Altunya gibi mücadele insanları çıkartmış bir camiadan bahsediyoruz.
Son yıllarda parmakla gösterilen, takdir edilen tek bir öğretmen neden yok?
Her dönem topluma yol gösterip, önderlik eden öğretmenlerin içine düştükleri acziyet, dikkat çekici doğrusu. Ülkenin derdine derman arayan öğretmenden, kendi problemini çözemeyen öğretmen tipine nasıl geçildi, aklı ve bilimi önceleyen sistem neye dönüştürüldü; anlamak ve anlatmak zorundayız.
Daha da önemlisi ortaya çıkmış bu biçare öğretmene nasıl güvenip çocuk teslim edeceğiz?
Kimse kusura bakmasın; …ekonomik, sosyal, siyasal, iş ve özlük haklarını geliştirip/savunamayan bir meslek grubundan 21.yy’a insan yetiştirmesi beklenemez! Ayrıca hakkını arayamayan, hukukunu koruyamayan, ekonomik bakımdan sürekli ezilen öğretmenin örnek kişi olması da imkânsızdır!
Gelişmiş ülkelerde, sınıfına ve çevresine rol-model olamayan kişiye öğrenci teslim edilmesi zaten mümkün değildir, ama burası Türkiye… Hiçbir şey olamazsan, öğretmen olursun mantığı halen egemen görüş. Hatta bir ara, iş bulamayan üniversite mezunu herkesi öğretmen yapmış bir ülke burası. Şimdi, onların bazıları EĞİTİM YÖNETİCİSİ, koltukta oturuyor!
Aslında bu çürümüşlüğü en iyi öğretmenler biliyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, ekonomik ve sosyal gerekçelerle çocuklarının öğretmen olmasını istemiyorlar. Kendi mesleğini çocuğuna yakıştıramayan bir kişinin, öğretmen rolüyle toplumsal saygınlık beklemesi, haliyle abesle iştigal oluyor.
Dolaysıyla öğretmen çuvaldızı önce kendine batırmalı; işini, kimliğini, kişiliğini gözden geçirmeli. Ve her şeye rağmen mücadele etmeli; şartlara teslim olmamalı. Her daim hak, hukuk, adalet, eşitlik ve özgürlük kavgasını sürdürmeli, ÖRNEK ve LİDER bir karaktere sahip olmalı. Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, laik ve üniter yapıyı, demokrasi ve insan haklarını, aklı ve bilimi savunmalı. Yaşamı, doğayı, kültürü öncelemeli. Donanımlı, başı dik ve saygın bir duruş sergilemeli.
Var mı böyle öğretmen?
Evet var. Yazının girişinde belirttim; bir avuç kadar!
Bakarsanız eğitim sendikalarının üye dağılımına gerçeği bütün çıplaklığıyla görürsünüz.
Çoğunluğu “dinci ve yandaş” sendika şemsiyesine sığınmış durumda. Çaresizce bekleşiyorlar; imamdan bile düşük olan maaşlarına şükredip, işsizlik korkusuyla teselli buluyorlar.
Peki… bu duruma nasıl geldik?
Cumhuriyetçi ve halkçı öğretmenden, “imamlaşan öğretmene” bilerek ve isteyerek, planlı ve programlı şekilde “yeşilkuşakçı devlet” eliyle getirildik!..
Sonuçları ortada;
Eğitimi, siyasal islam’a hizmet sayan…
Milleti, ümmet gören…
Bilimi, ilim ile sınırlayan…
Özgürlüğü, biata dönüştüren…
Aklı, imana indirgeyen…
İnancı, yozlaştırıp tarikatlaştıran…
Dini, mezheple çevreleyen…
Çağdaş hukuku, şer’i pencereden yorumlayan…
Kaderciliğe ve şükürcülüğe teslim olmuş, öğretmenlerin ağırlığı söz konusu artık!
Özetlersek; Köy Enstitüsü düşmanlığıyla “milliyetçi-mukaddesatçı” öğretmen yetiştirme hamlesinin bozucu/yıkıcı ürünleridir bunlar.
1950’liden sonra başlayan “toplumsal gericileştirme” politikasının, 1980 darbesiyle Türk-İslam sentezini sahaya sürerek yetiştirdiği öğretmen kadrosu ile Atatürk Cumhuriyet’inin çağdaş/modern bir konuma yükselmesi elbette beklenemezdi. Keza, emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin adım adım, ilmek ilmek dokuyarak ülkeyi getirdiği noktadır burası; dincileşen ve Araplaşan toplum…
Artık öğretmen, takke-cübbe-takunya karşısında hizaya geçmiş esas duruşta beklemekte!
Toplumbilimci Şerif Mardin’in dediği gibi “imam, öğretmeni yendi” metaforu özetliyor aslında her şeyi; ÖĞRETMENİN ESARETİNİ ve SEFALETİNİ!..
Not: Yenilgiyi kabul etmeyip, mücadeleye devam eden bir avuç muallime selam olsun!