Sılaya duyulan özlemi sloganlaştırıp dağlara taşlara kazıdık. Öyle ilginç yerlere yazdık ki saymakla bitmez…
Halen saklarım; ziyaretimde görüp video ve fotoğrafını çekmiştim, Köln’deki tarihi Dom Katedralinin sağ kulesi üst kısmında duvara yazılmıştı; BİZE HER YER TRABZON cümlesi. Tarihi binaya verilen zarara mı yansam, yüreğindeki memleket hasretini kuleden haykıran gurbetçiye mi üzülsem karar verememiştim.
Hatırladıkça, hissettiğim burukluk ve irkilmeyi halen yaşarım; bedende acı, yürekte sızıdır Karadeniz.
Karadeniz ve Trabzon’a duyulan büyük hasretin kökeni fakirlik ve yoksulluktur. Nafaka peşinde başka diyarlara sürüklenen insanımızın zorunlu yolculuğudur, özlemi oluşturan.
Bir gün geri dönme hayaliyle, yaşama direngenliğidir memleketi.
Yaban ellerde ölürse, cenazesinin köyüne gömülmesidir vasiyeti.
Bitmeyen gurbet, dağları delen hasret; ilelebet memleket…
Gençlerimiz; 20’li yaşlara geldiğinde… gurbet oluyor, mecburi istikameti.
Yıllar geçiyor nüfus artmıyor, göç sürüyor.
2000 yılında Trabzon’un nüfusu yaklaşık 720 bin. Yirmi yıl sonra, bugün yaklaşık 810 bin. Artış oranı %12 gibi. Bu süre içinde ülkenin nüfusu %27’den fazla artmış; 65 milyondan 83 milyona çıkmış. Aradaki %15’lik fark, belli ki başka illere taşınmış.
Anlaşılan o ki; İl dışında yaşayanlar, Trabzon’da yaşayanlardan fazla.
Dedik ya; gurbetçilik mecburiyeten yaşamımıza giriyor. Geçim derdine düşüp, karnımızı doyuracak yere atıyoruz çulu. Marmara bölgesi başta geliyor, hatta İstanbul’daki bazı semtler Karadenizlilerden oluşuyor.
Hasreti gurbete taşıyoruz; horon, kemençe, mısır ekmeği, lahana, hamsi, kuymak ayrılmaz parçamız.
Fasulyeden turşu kurmayı biz öğrettik memlekete!
Peki, bu gidişata dur demenin bir yolu yok mu? Binlerce yıldır, bu topraklarda doyan insanlar neden göçmek zorunda kalır ki?
Yok mu bir çözümü!
Var elbette… Bölgeye yatırım yapmak, tek çare.
Çay, fındık, balıkçılık ve hayvancılık başlıca kaynaklarımız. Özellikle çay ve fındık stratejik ürünlerimiz. Eşi benzeri hiçbir yerde yok. Fındıkta dünya tekeliyiz, çayda ülke tekeli. Rakibimiz bile yok. Bu eşsiz kaynaklara sahipken bölge insanı nasıl fakir ve yoksul olur; akıl-sır ermiyor!
Frenklerin, Karadeniz gibi “özel” bir bölgesi olsa çoktan abat olmuştu.
Ama biz yapamıyoruz, belki de yapmak istemiyoruz.
Önerim şu; devletimiz yapamıyorsa milletimiz yapar. Yeter ki sahip olduğumuz zenginliğin farkında olalım.
Unutmayın ki; çölde tarım yapıp dünyaya tohum satan İsrail beceriyorsa biz de yapabiliriz.
Başta, eğitimli ve bilinçli insanlarımızın hareket geçip “birlik ve bütünleşmeyi” sağlaması gerekiyor. Yani örgütlü ve koordineli bir mücadele şart.
İlk adım; Tarım kooperatifleri kurmak. Devamında, bilimsel üretim ve teknolojik donanıma sahip olmak.
Bunun yanında özellikle devlet ve belediyeler aracılığıyla “endüstriyel tarım alanları” oluşturmak ve özel destekle yatırımcı çekmek.
Böylece, ürünleri işleyen küçük sanayi bölgeleri yavaştan oluşacaktır.
Ayrıca… Şalpazarı, Düzköy, Maçka, Çaykara gibi iç kesimlerde kalan bölge insanı hayvancılık konusunda teşvik edilmeli.
Doğu Karadeniz’de ve Trabzon’da “tarım ve hayvancılık meslek liseleri” açılmalı, bu okullara kayıt olan öğrenci ve aileleri desteklenmeli.
Örneğin; hayvancılık bölümüne giren öğrencinin ailesine birkaç inek ve ahır desteği verilerek, hayvanlara bakması ve üretim yapması karşılığında velisi olan kişiye asgari ücret ödenerek teşviki sağlanabilir. Bu yöntemle kırsal kesimdeki 1 aileyi üretime katarak hem göçü engellemiş hem de hayvancılığı desteklemiş oluruz. Unutmayın ki; köyler boşalırsa aç kalırız, tarım ve hayvancılıkta daha da dışa bağımlı oluruz.
Her köyde 10 ailenin desteklenmesi göçü yavaşlatır, üretimi tetikler, kırsal yaşamı canlandırır.
Türkiye’nin ve Karadeniz’in Marmara bölgesine yığılması ve ülke demografisinin bozulması önlenir.
Dünya’da biriciktir Trabzon…
Hasret kıldı… Her yeri Trabzon yaptı, gurbet bize!