Eğik ve cansız ışıklarıyla kendini gösterdi Güneş. Bir yandan çam ve servi ağaçlarında üç gün boyunca yağan karın oluşturduğu samulları[1] eritiyor, düşürüyor bir yandan da eğik vuruşuyla tabiatın bütün güzelliklerini gerçek doğallığı ile gözler önüne seriyordu. Ben sözlerimi bitirince bana dönüp:
“Bugünlerdeki görevim, sizin bulunduğunuz coğrafyaya ışınlarımı eğik göndermek ve sizlere daha bir utangaç bir yüzle gülerek sizin bütün güzelliğinizi gözler önüne sermektir. Bu nedenle biraz olsun “duldada[2]”, Karadeniz ekinindeki deyişle “köhide[3]” kalacaksınız; ama bu günleri fırsata çevirip yaşam kalitenizi artırabilirsiniz,” dedi.
“Güzelliğimizi mi gözler önüne sereceksiniz?” dedim.
“Evet, fiziki güzelliğinizi; ışınlarımı sizlere tepeden vurduğumda değil doğduktan biraz sonra ve batmadan biraz önce gönderdiğimde tabiatın ve sizlerin fiziki bütün güzelliğinizi gölgesiz görebiliyor, gösterebiliyorum,” yanıtını verdi. Aklıma çocuklara tepeden bakıp bağıran, azarlayan öğretmenlere iletmem gereken şu düşünce belirdi:
“Değerli meslektaşım, öğretmenim; sen bir güneşsin! Çocuklarının sana olan güvenini ve sevgisini kazanmak istiyorsan, başarılarının uzun olmasını istiyorsan yere yaklaşmış gibi gözüken güneş ol. Tepeden çalan güneş çocuklarının gerçek güzelliğini gölgeleyerek gösterir. Sen güneş olarak onların göz seviyesine eğil ve onların konuşmalarını dikkatle dinle ve söyleyeceklerini de ondan sonra söyle. Onların ruhunu gölgeleyerek, zorun ve zorunluluğun ortamında yapmacık bir kişiliğe büründürerek yetişkin ve yönetici olmalarına izin verme. Görevini bu doğrultuda yaptığında; ne kadar çok sevilen, ne kadar çok aranılan, ne kadar çok beğenilen ve ne kadar çok başarılı bir öğretmen olduğunu o zaman daha iyi görecek ve anlayacaksın.” İçimden geçenleri susturduktan sonra Dünya söze girdi:
“Sahi sen Hz. Süleyman’ın bütün canlılarla konuştuğu gibi bizimle konuşabiliyorsun. İyi de bizim size söylediklerimizi sizin dilinizi konuşamayan insanlara nasıl ileteceksin?” dedi. Ben de:
“Anladığım Güneşçeyi, Dünyacayı ve Aycayı Hz. Süleyman’ı taklit ederek benim gibi konuşanlara anlatacağım; onlarda bu anlattıklarımı başka dillere çevirip dilleri farklı insanlara ulaştıracaklar. Anlama ve anlatma konusunda bu nedenle hiçbir sorun yaşanmayacak. Siz düşüncelerinizi sunmaya devam edin,” dedim. Dünya:
“O zaman dinle! Sizler, yüce Tanrı’nın insanlar görmesin, kullanmasın için derinlerime gömdüğü madenleri değişik yol, yöntem ve tekniklerle yeryüzüne çıkartırken hem kendinizin hem de atmosferin dengesini bozdunuz. Çoğuna egemen olayım diye birbirinizi öldürdünüz, Hiroşima’da, Nagazaki’de, birinci ve ikinci Dünya Savaşlarında; yerleşim yeri yapmak için canlıların oksijen kaynağı olan ormanları yaktınız. GDO[4]’ lu ürünler ürettiniz, ürünün soyaçekim özelliğini insan eliyle yok ettiniz, benim doğallığımı öldürdünüz. Canlı bir organizma olduğumu unuttunuz, her tarafı betonladınız, asfaltladınız, bana nefes alacak bir ortam bırakmadınız, ben sizi nasıl kucaklayayım, kötülüklerden koruyayım.” dedi. Ay da söze katıldı:
“Bu anlatılanlar beni korkuttu ve sonra da çok sevindirdi! Üzerimde 1969 yılından beri insanoğlunun izleri var, insanoğlu beni de Dünya gibi mahvedecek diye çok korktum. Sevindim, insanoğlu henüz benim karnımı deşecek bilgiye, beceriye ulaşmadı şimdilik. Güneş, anlattığını anlayacak bir insanoğlunu karşısında bulmanın mutluluğu ile tekrar söz aldı:
“Ben aynı yerimde ve sizlere aynı uzaklıkta duruyorum. Güneş olarak Dünyayı aydınlatma, ısıtma ve ona hayat kaynağı olma görevimi hiç aksatmadan yerine getiriyorum. Boşa bana darılmayın, bana küsmeyin. Dolayısıyla benim yakıcı ve ısıtıcı olan ışınlarım, sizleri ve diğer canlıları üzmesin için yüce Tanrı tarafından oluşturulan “perdeyi” yırttığınız için sizlerle birlikte birçok canlının yaşamını daha çok etkilemeye başladım,” dedi. Benim yere çivilenmiş gözlerimi kaldırıp aklıma takılan soruyu Güneşe sordum:
“ Diyaloğumuzun başında ‘Birazcık duldada kalacaksınız, ancak bu günleri fırsata çevirip yaşam kalitenizi artırabilirsiniz,’ dediniz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?” dedim. Güneş:
“Sizin yerinizde olsam, dilekleri gömüp bilgisizliği ortadan kaldırmak için harekete geçerdim. Çatılardaki yağmursularına varıncaya kadar depo etmek için elimden gelen ne varsa seferber ederdim; her apartmanın yanında ya da kör cephesinde, binanın estetiğini bozmadan su depoları oluştururdum, vurdumduymaz tavrınızdan gönüllü olarak vazgeçerdim. Bozdunuz atmosferin dengesini, yakıcı ve ısıtıcı ışınlarım Kuzey Kutbundaki buzulları eritecek, mevcut deniz seviyelerini bu erine neticesinde yükselteceğini bilmenizi istiyorum. Perdesiz Dünyaya ulaşan ışınlarım, büyük paralar ve emek harcayarak yaptığınız barajlarınızı, su kaynaklarınızı kurutacak; zehirli balıkları türetip denizlerdeki hayatı olumsuz etkileyecek, Korona gibi hastalıkların çoğalmasına, dünyanın üçüncü kez yerle bir olacağı sürecin başlamasına, acı dolu duygular ve durumlar yaşanmasına neden olacaktır. Doğayı insan gücüne boyun eğdirmek için uğraştığınız kadar, insanlığı alçaltan, küçük gören insanlarla da uğraşın,” dedi.
Okuduklarım, anlatılanlar ve seyrettiklerim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Son yıllarda kışı kış gibi yazı da yaz gibi yaşamadığımızın nedeni canlıların topluca öleceği yeni bir Permiyen[5] dönemi yaşayacağımızın habercisi mi acaba? Bu durumda bizlere insan olarak düşen görevler nelerdir? diye düşündüm:
Tek başına bir ülkenin, tek başına bir topluluğun ve de tek başına bir insanın alacağı önlemlerle bu işin üstesinden gelinemez. Kitlelerin bilgisizliği, bana neci tutumu, alışkanlıkları din değerinde görmeye başlaması, benmerkezci –narsist- olması, ahlakı değerleri derin dondurucuya koymuş olması ve yeryüzündeki hayatın düşmanı durumunda olması ne yazık ki, dünyanın yeni bir Permiyen dönemi yaşamasını hızlandırıyor.
Toplumu, çıkarı ve zenginliği kendine belgi edinen olarak değil, kendine yeteni ayırıp ötekini paylaşan; başka canlıların yaşam hakkına saygı gösteren, bir yerlere ulaşmak için değil, sağlıklı ve mutlu yaşamak için mücadele eden, yeni Permiyen havasının kokusunu koklayan ve hisseden olarak eğitmek gerekir. İşte o zaman bu kötü gidişin hızını azaltmış, yaşam kalitemizi artırmış, yaşam süremizi uzatmış ve uzaya adımızı kazımış oluruz.
[1] Samul: Yağan karın özellikle çam, servi gibi ağacının dalları üzerinde birikmiş hali.
[2] Dulda: yağmur, güneş, rüzgâr ve soğuğun etkisinden uzak, kuytu, korunaklı yer
[3] Köhi: Bir yerin güneş olmama durumu.
[4] Genetiği değiştirilmiş organizma
[5] Birinci çağın son dönemi ve bu dönemde oluşmuş olan (yer katmanları).