Türk Devrimi ve Aydınlanması’nın en önemli ve büyük günü 3 Mart 1924 tarihidir. Her ne kadar 29 Ekim’deki Cumhuriyet’in ilanı öncüllense de ‘dananın kuyruğu’ 3 Mart’ta koptu!..
Pekâlâ, bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak devam edebilirdik; o büyük devrimci olmasaydı.
İşte o gün, üstün lider aklı devreye girdi. Zaten yol haritası hep vardı, ilmek ilmek dokuyacaktı, asla tesadüfe bırakmayacaktı ülkesinin kaderini. Cehalet, bağnazlık, yobazlık, geri kalmışlık ve bilumum “kötülüklerin kaynağını” mezara gömdü; 3 Mart 1924’te.
Şimdilerde kabrinden hortlamaya çalışsa da artık beli kırılmıştır. Türk Ulusu kabuğunu çatlatmış, aydınlanma filizi toprağa kök salmıştır. Ne kadar kırılıp-budansa da kuruması hiç mümkün değildir.
Peki, o gün ne oldu?
Türk Devrim Kanunlarından 429, 430, 431 numaralı yasalar TBMM’de kabul edildi.
- 429 Sayılı Kanun; Şeriyye ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin Kaldırılmasına Dair Kanun. Bu düzenlemeyle DİN ve ORDU siyasetin dışına çıkartılmıştır. Siirt milletvekili Halil Hulki Efendi ve arkadaşlarınca verilen önergede yasanın gerekçesi şöyle açıklanıyordu: “…din ve ordunun politik akımlarla ilgilenmesi pek çok sakıncalar doğurur. Bu gerçek bütün uygar milletler ve hükümetler tarafından bir temel ilke olarak kabul edilmiştir.”
Amaç; toplumun iki hassas noktasında bulunan kurumları politikadan uzak tutmaktı. Dünya tarihi göstermektedir ki; siyasallaşan din ve ordu toplumsal bütünlüğe karşı en büyük tehdittir. Osmanlı döneminde ve Kurtuluş Savaşında ‘cahil din adamlarının şerrinden’ çok çekmiş bir milletin artık ‘yurtsever ve aydın’ din adamları yetiştirmesi hedeflenmişti.
Bu kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı hükümetin icraatı dışına çıkartılmak suretiyle “siyasetin içinden gelen” bakanlar tarafından yönetilmesine izin verilmemiştir. 429 sayılı kanunla siyasetin din ve asker ayağı kopartılmış, cami ve kışla bağlantısız kılınmıştır.
- 430 Sayılı Kanun; Tevhid-i Tedrisat Kanunu. Öğretim Birliği Kanunu ile ülkedeki “ne idüğü belirsiz” eğitim kurumlarının kapatılmasına ve tek çatı altında toplanmasına karar verilmiştir. Saruhan (Manisa) milletvekili Vasıf Çınar bey ve arkadaşlarının önergesine göre yasanın gayesi: “Bir devletin genel eğitim ve kültür politikasında, milletin duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için öğrenim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş, ve her yerde yararları ve güzellikleri görülmüş bir ilkedir. Bir milletin bireyleri ancak bir/tek eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tamamen yok eder” şeklinde ifade ediliyordu.
Bu kanunla; modern, akla ve bilime dayalı, planlı-programlı ve hedefleri önceden belirlenmiş sistematik bir eğitim-öğretim tipine geçildi.
- 431 Sayılı Kanun; Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Sınırları Dışına Çıkartılmasına Dair Kanun. Urfa milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşlarının verdiği kanun önergesinin maksadı zaten başlığında açık-seçik yazıyordu; Halifelik kaldırılacak, Osmanlı Hanedanı ülke dışına sürülecekti. Özellikle Halife Abdülmecit Efendinin TBMM’den bağımsız şekilde uluslararası girişimlerde bulunmasına ve giderek Ankara-İstanbul merkezli “ikibaşlılık” görüntüsünün ortaya çıkmasına daha fazla müsaade edilemezdi. Ve ayrıca hanedanlık mensuplarının, bulacakları ilk fırsatta ‘milletin egemenliğine’ kast edecekleri düşünüldüğünden bu kanunla ülkeyi terk etmeleri sağlandı. 431 Sayılı Kanunun en önemli özelliği ‘Laiklik İlkesi’nin anayasa’ya girmesi yolunda atılmış büyük bir adım olmasıdır. Kamuoyunda Siyasal İslamcıların sürekli gündemde tuttuğu Hilafetin İlgası olayı sanıldığının aksine, TBMM’de ezici bir çoğunlukla kabul edilmişti. Sadece Gümüşhane mebusu Zeki Efendi’nin red oyu verdiği yasa, 157 vekilin onayıyla kabul edildi.
Bu üçlü devrim yasasından en önemlisi tereddütsüz Tevhid-i Tedrisat Kanunudur. Bu düzenleme hedefleri bakımından değerlendirildiğinde Cumhuriyet Devrimi’nin temelini oluşturan ana gövdelerden birisi olduğu görülecektir. Çünkü yetişen yeni nesillerin okullarda alacağı eğitim-öğretimin niteliği “devrimin ömrünü” belirleyecekti. Zaten Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının buldukları ilk fırsatta ‘alternatif eğitim’ arayışlarını İmam-Hatip okulları üzerinden hayata geçirmeye kalkışmaları, tekrar milleti duygu ve düşünce bakımından ayrışarak; bir bölümünün çağdaş uygarlık yerine Ortadoğu bataklığındaki “Arapçı yaşama özenmeleri” sonucunu doğurmuştur. Ve bu tehlike her geçen gün büyümeye devam etmiş ve halen güçlenerek sürmektedir.
Tevhid-i Tedrisat’ın kanunlaşması ve Laiklik İlkesinin Anayasaya girmesiyle birlikte;
1- Eğitim-Öğretim faaliyetleri tümüyle devletin icra ve denetiminde yapılmaya başlandı.
2- Öğrencilere; akıl ve bilim öncülüğünde, ihtiyaçlar ve imkânlar dâhilinde en üst düzeyde eğitim-öğretim verilmesi hedeflendi.
3- Okullar; planlı, programlı, sistemli, ölçülebilen ve gözlenebilen bir yapıya kavuşturuldu.
4- Ülke genelinde ortak ve paylaşılabilen bir “ulusal kültür” oluşturma üzerine yoğunlaşıldı.
5- Çalışan, üreten, başarılı, eşit, özgür bireyler yetiştirerek; modern, laik-demokratik ve sosyal hukuk devletini geliştirecek bir toplumun oluşturulması amaçlandı.
6- Her şart altında Cumhuriyeti ve üniter yapıyı savunacak, çağdaş uygarlıktan taviz vermeyecek bir sivil-bürokrat-asker devlet yapısı kurgulandı.
Nihayetinde bütün zorluklara rağmen büyük başarılar elde edildi. Öyle bir başarı ki; yoklukta kurulan bir devlet, ardından gelen 1929 Dünya Ekonomik Krizi ve hemen sonrasında insanlık tarihinin yaşadığı en büyük yıkım olan II. Dünya Savaşının tüm olumsuzluklarına rağmen; ışıl ışıl bir kuşak ve giderek güçlenen çağdaş bir devlet yaratıldı.
Üretimde, bilimde, teknolojide, sanatta, sporda, felsefede büyük yollar kat edildi.
Fabrikalar kuruldu, bankalar açıldı, yollar-limanlar yapıldı, madenler kazıldı, tarlalar işlendi… Çok çalışıldı, ağır bedeller ödendi ama göz kamaştırıcı, gurur verici sonuçlara ulaşıldı.
Uçak bile yapıp sattı bu Cumhuriyet, daha ne olsun!
Ve devamında…
Her şey o büyük insanın ölümüyle başladı; önce yavaşladık, sonra tökezledik. En sonunda yüzüstü yere serildik.
Kırılma 1950’li yıllarda başlamıştı. Özellikle 12 Eylül faşist darbesinden sonra batı emperyalizminin “yeşil kuşak” stratejisi kapsamında katlanarak hızlandı.
Geldiğimiz nokta; ABD projesi “Ilımlı İslam Cumhuriyeti!”
Sonuçta;
Devrim yasaları kâğıt üzerinde kaldı.
Tevhid-i Tedrisat’ın kanatları kırıldı.
Eğitimin niteliği çöpe atıldı.
Laik sistem rafa kaldırıldı.
Akıl-bilim terk edildi.
Artık ‘hilafet ve şeriat’ çağrıları yapılıyor.
Lakin tüm bunlar nafile arzulardır!
Çünkü her şeye rağmen tarihin çarkı dönmeye, insanlık ilerlemeye devam ediyor.
Bazen ışığı zayıflasa da Cumhuriyet Aydınlanması asla sönmeyecektir.
Mayası sağlamdır Atatürk Devrimi’nin; kimi zaman tökezleyip düşse de yine ayağa kalkıp yürüyeceğinden, hatta koşacağından kimsenin şüphesi olmasın!..