2015 Yapımı Özcan Alper filmi. Senaryosunu Ahmet Büke ile birlikte yazmışlar.
Oyuncular Onur Saylak, Sofis Khandemirova, Mustafa Uğurlu, Menderes Samancılar.
Ermeni bir gazeteci ve ressam Aram’ın hikâyesi. 6-7 Eylül olaylarına benzer bir toplu saldırı sonrası gazetesini ve İstanbulu terk etmek ve kaçmak zorunda kalacaktır. Film bu öyküyü ekrana taşımış.
Adeta bir sessiz film. Tarkovski tarzı belirgin bir şekilde gözleniyor. Özeniyor demeyelim, çünkü kendine has anlatımı var. Yani bir görüntü filmi. Kamerada Andreas Sinanos var. Senaryo ve oyunculuk sanki olmasa da olur kıvamında. Konuşma yok denecek kadar az, müzik yok seviyesinde. Yönetmen bunu tercih etmiş. Doğayı anlatımının ana öğesi olarak kullanmış.
İstanbul’dan kaçan Aram (Onur Saylak) Gürcistan sınırında bir Karadeniz kasabasına gelir. Hayatını kurtaran Mustafa Uğurlu (Mikhail) onu evine alır.
Kaçış öyküsü olduğunu anlayınca özellikle izlemek istedim. İlk kitabım, 12 Eylül’de ülkesini terk eden devrimcilerin kaçış öykülerini anlattığım “Firar Röportajları” idi. Sel Yayınları’nın da ilk kitabı olmasıyla övünürüm hep. Önsöz yüzünden uzun kavgalarımız da olmuştu sahibi İrfan Sancı ile. Çeşitli sol örgütlerden arkadaşların kaçış hikâyeleri için yaptığım röportajlardan oluşmuştu. Ancak Aram’ın öyküsü ile bir benzerliği yokmuş bizim öykülerin.
Karadeniz denince yağmur ve yarattığı hüzün filme damgasını vuruyor. Anlatılmak istenen de hüzünlü bir öykü değil mi zaten. Puslu hava ile birleşince sahnelerin aydınlanması zor oluyor.
Bizim Erkan Yücel için, çekilen en karanlık sahneleri bile içeri girince aydınlattığı söylenir. Onur Saylak’ta da bu aydınlığı bir nebze de olsa gördüm ben.
Onur Saylak, filmde Troçki’yi düşünmüş ve oynamış. Benim gözlemim böyle. Yönetmen de böyle düşünmüş olabilir. Bu role hazırlanırken tel gözlük yerine, kendine yakışacak biraz daha kalın çerçeve seçmiş. Sürekli yazmak yerine resim yapmayı koymuş anlaşılan. Yanılma payım bakî kalmak şartıyla, her sahnede bu his kuvvetle canlandı gözümde.
12 Eylül firarilerinin öykülerinden farklı olarak kaçış heyecanı, tedirginliğinden ziyade keder ve hüznü var. Aram sığındığı bu sınır köyünde unutturulmaya çalışılan geçmişine zihinsel bir yolculuk yaptırıyor bize.
Doğu Perinçek, Aydınlık’ta yer alan 29 Nisan 2020 tarihli “Majestenin Ağıtçısı” başlıklı yazısında ” etnik gurupları ve mezhepleri kışkırtmak” olarak tanımlamış filmi. Türklüğe ve Türk ordusuna düşmanlık olarak yorumlamış. Final sahnesinde kayıkla kaçan Onur Saylak (Aram) ve Sofia Khandemirova’ya (Meryem) askerlerin ateş açışının canlandırılmasını da buna örnek göstermiş.
Tam tersine Perinçek’in bu bakışı, yıllardır her türlü haksızlık ve eşitsizliğe karşı yürütülen mücadeleyi, “komünist propaganda” diye tanımlayan Majestelerinin ve yerli gericilerin mantığıyla son derece örtüşmüş.
Son bir nokta; filmin tanıtımında Tuba Büyüküstün başrol oyuncusu gibi sunuluyor. Oysa Tuba, Aram’ın hatıralarında annesi olarak birkaç sahnede görünüyor o kadar. Sanıyorum bu Onur Saylak filminde, kocasına popülerliğini sunarak jest yapmak istemiş.