İsrail Üzerine-1

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Biliyorum, herkes çok tepkili. İsrail polisi Mescid-i Aksa’ya baskın yaptı. İbadet eden suçsuz insanlara saldırdı. Dolaysıyla müslüman Türk halkı da Ramazan ayında yapılan bu vahşete kızgın.

Böylesi bir gaddarlığa sessiz kalmak elbette mümkün değil.

Ama yine de sakin düşünüp, etraflıca analiz etmek gerek.

Yiğidi öldür ama hakkını teslim et’ der bir atasözümüz. Dolaysıyla kimse yanlış yorumlamasın, sadece ‘gördüğüm gerçeği’ paylaşacağım. Amacım, kafasını kuma gömenleri uyandırmak ve geleceğe dönük tahminlerde bulunmak.

Art arda birkaç yazı yazarak ‘İsrail olgusuna’ işaret etmeye çalışacağım. Bazılarının duygusal düşünüp bu yazıyı eleştireceğini de tahmin edebiliyorum.

Fakat gerçekle yüzleşme vakti çoktan geçti…

Şunu da özellikle belirtmek isterim ki; amacım ne Yahudi ne de Arap halkı için bir kıyaslama ve eleştiri yapmak değildir. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz.

Bu yazının konusu her iki milleti yöneten zümrenin ‘siklet farkı’ olacaktır.

O halde başlayalım…

Hiçbir devletin kuruluş ve yaşamı İsrail kadar ‘akıl ve bilim’ ile yönetilmemiştir. Önce detaylıca düşünüp planladılar. Sonra evreler halinde yaşama geçirdiler.

Sonuç; İsrail devleti…

Öyle ki; 2 bin yıl devletsiz yaşayıp, tekrar devlet kuran başka bir millet yoktur.

İster sevin ister sevmeyin, Yahudilerin büyük başarısıdır bu. Milattan sonra 136 yılında, son devletleri Roma İmparatorluğu tarafından yok edildikten sonra çekmedikleri çile kalmadı.

Sürüldüler, yakıldılar, yıkıldılar, boğazlandılar…

Ama asla vazgeçmediler.

Planlı-programlı şekilde ‘soykırıma’ uğrayıp yeryüzünden silinen birçok kavim olmasına rağmen, soykırımla yok edilemeyen tek millettir İsrailoğulları.

Uzun süre devletsiz kalmaları ve bir toprak parçasına sahip olmamaları gelecekteki başarıları için en büyük avantajları oldu. Devleti olmayıp, toprağı olan birçok milletten tek farkları buydu. Dolaysıyla kendilerini ‘bağımlı’ kılacak hayat tarzından uzak durmak zorunda kaldılar. Başkaları çocuklarına yer-yurt bırakma sevdası ile bağ-bahçede çalıştırırken; onlar ise akıl, bilim, bilgi, sanat ve yeteneği geliştiren eğitimlere yöneldiler.

Dünya nüfusuna oranlandığında, bilim-sanat-kültür insanlarının ezici çoğunluğunun Yahudi kökenli olmasının temel nedeni budur.

Aklı, bilimin hizmetine verdiler.

Bilimi, teknolojiye çevirdiler.

İcatlar yaptılar, mucitler çıkardılar.

Fırsatları değerlendirdiler.

Ve inanılmaz bir ekonomik güce eriştiler.

Bu gücü, politik amaçlara dönüştürüp çıkarları için yerinde ve zamanında kullandılar.

Geldiğimiz nokta; sadece İsrail devleti değil, yaklaşık 18 milyonluk bir cemaatin 8 milyarlık dünya toplumunu yönetmesidir!

Hiç şaşırmayın, itiraz da etmeyin. Çünkü dünyadaki sermayeyi, teknolojiyi ve bilimi Yahudiler kadar kontrol edebilen başka bir millet yoktur.

Çokluğun değil, niteliğin belirleyici olduğunu ispatladılar.

Yazının girişinde vurgulamıştım; her şeyi planlı ve programlı gerçekleştirdiler. İçlerindeki ‘onulmaz yarayı’ iyileştirmeleri için devletlerini kurmaları gerekiyordu.

Bunun için bir ideolojiye ihtiyaçları vardı; kutsal kitapları Tevrat’tan çekip çıkardılar, Siyonizmi…

Projenin sahibi ve fikir babası Theodor Herzl oldu. Finasmanı, Rothschild Ailesi başta olmak üzere zengin Yahudiler sağladı. Uluslararası arenada savunucusu, koruyucusu ve uygulayıcısı olarak da Fransa, İngiltere ve ABD vardı. Özellikle Yahudi asıllı İngiliz politikacı Benjamin Disraeli başroldeydi.

Kurgu hazırdı, eyleme geçmek için beklediler.

Zamanlama, hayatiyet içeriyordu. Osmanlı’nın çöküş dönemine girmesi işlerini kolaylaştırdı. Borç batağındaki imparatorluk çaresizlik içinde Rothschild’lerin emrine uymaya hazırdı. Hemen harekete geçtiler; paranın ve politik gücün açamayacağı kapı yoktu.

Kurulacak devlet için ‘vaat edilmiş topraklar’ bölgesi seçilmişti.

Filistin’de geniş araziler satın almaya başladılar, koloniler kurdular.

Sonrası çorap söküğü gibi geldi.

I.Dünya Savaşında Arapların desteğiyle İngiltere tarafından işgal edilen bölgeye, batılı devletler tarafından daha fazla Yahudi’nin göç etmesine ve yerleşmesine izin verildi.

Plan tıkır tıkır işliyordu.

Yeteri kadar nüfusun biriktiğine kanaat getirince ikinci aşamaya geçildi. İngiltere’nin Balfour Deklarasyonu ile ilk kez bağımsız bir Yahudi devletinin kurulmasının önünü açıldı. Bu deklarasyona Araplar sert tepki verdi ve bölgede zaman zaman şiddetli çatışmalar oldu.

1933’te Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesi ve sürdürdüğü anti-semitik politikalar sonucu Avrupa’dan kaçan Yahudilerin bir kısmı da Filistin’e göç etti.

Nüfus artıkça gerginlikler ve çatışmalar tırmandı.

II.Dünya Savaşından sonra İngiltere, Filistin’den çekileceğini bildirdi.

BM devreye girerek ‘iki bölgeli’ çözüm aradı fakat olumlu bir netice çıkmadı.

Karmaşa ve belirsizlik devam ederken, çatışmaların ortasında 14 Mayıs 1948 yılında Yahudiler, bağımsız İsrail devletini ilan ettiler. Bağımsızlık bildirgesini okuyan ve İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben-Gurion’un dikkat çekici bir özelliği de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmasıdır. Bu durumun İsrail’i tanıyan ilk müslüman ülkenin Türkiye olmasıyla bir bağlantısı var mıdır?

Gelecek yazılarda bu sorunun da cevabını bulmaya çalışacağız.

Nihayetinde İsrail’in kuruluş biçimi dünyada bir ilkti; taşıma suyla değirmenin dönebileceğini herkese göstermişlerdi.

 

İsrail Üzerine-1

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

Vira Trabzon ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!