Bir ara ülkenin bir numaralı gündem maddesi olan, Boğaziçi Üniversitesi meselesi ne oldu? Öğrenciler atanmış rektör istemedikleri ve buna karşı direndikleri için vatan haini, hatta terörist bile ilan edilmişti. Eylemler biraz sönülmenmiş, konu ülkenin baş döndürücü gündeminden düşmüş olsa da üniversitenin hocaları dün sağanak yağış altında bile eylemlerine devam ettiler, rektör Melih Bulu’yu istifaya davet ettiler.
Peki bu ısrar niye? Bu haftaki Oksijen Gazetesi’nde Cem Say’ın yazısına bakalım. Üniversitelerin neden özgür düşünceye, özgür araştırmaya ve tartışmaya sahip olması gerektiğini çok daha iyi anlayacağız sanıyorum:
“1977’de üniversite özerkliği hiçe sayarak atanan bir rektörün yarattığı sorunları anlatmaya çalışan bir grup ODTÜ hocasına Genelkurmay’dan davet gelir. Heyetin sözcüsü olan inşaat mühendisi Uğur Ersoy’un sunumunun sonunda Genelkurmay Başkanı Semih Sancar sorar: “Hocam bizim de üniversitemiz var, Harp Okulu. Orada çıt çıkmıyor, sizde ise hır güt bitmiyor, neden?”
Uğur hoca ağzını açarken heyetin kıdemli üyesi, büyük matematikçi Cahit Arf, “Uğur bu soruya ben cevap vermek isterim,” diye araya girer: “Paşam, siz Harp Okulu’nda öğrenciye ne öğretileceğini biliyor musunuz?”
“Elbette biliyoruz,” der paşa.
Arf’ın yanıtı ünlüdür: “Bakım Paşam, sorun buradan kaynaklanıyor, biz üniversitede öğrenciye ne öğreteceğimizi tam olarak bilmiyoruz, daha doğrusu emin değiliz. Emin olsaydık orası üniversite olmazdı. Üniversite tartışarak gerçeklerin araştırıldığı yerdir. Tartışma olan yerde de sorunlar çıkması doğaldır.”
Cahit Arf, büyük bir mütevazilikle yaptığı açıklamada aslında oldukça kibar davranmış. Zira, hayata bakış açısı bakımından birbirlerine taban tabana zıt olduğunu söyleyebileceğimiz, emir komuta zinciri içerisinde mantığın aranmadığı bir askeri harp okulu ile özgür düşüncenin, araştırmanın, itirazın olduğu, en azından olması gerektiği yer olan üniversiteyi karşılaştırmak hafif tabirle büyük hata! Çünkü bilimin yapıldığı yerde hiçbir diktenin, dogmanın yeri yoktur. Bilimsel gelişmelere, buluşlara imza atanların sahip oldukları temel özellik budur. Fakat ülkenin gençlerini belirli bir kalıba sokmak isteyen, sorgulamalarından, bu sebeple onları “rahat yönetemeyeceklerini” düşünerek korkan zihniyetin aslında arzu ettikleri biçim de tam olarak bu.
Öyle ya, eğitim seviyesi arttıkça oy oranlarının azaldığını itiraf eden, üniversite mezunlarının sayısı arttıkça fenalık geçirdiğini, cahil halkın ferasetine daha fazla güvendiklerini söyleyen profesör ünvanlı kişileri görünce üniversitelerin neden bağımsız, özgür ve özerk olmaları gerektiğine daha net ikna oluyoruz. Onların da neden kati biçimde boyundurluk altına almak istediklerini de… Aynı topraklarda yaşayanlar olarak ayrıldığımız nokta işte tam olarak da bu. Kargo grubunun, toplumun iki farklı bakış açısını, simgesel olarak Boğaziçi Köprüsü’nün ayırdığını anlattığı “Boğaziçi” şarkısında gibi… Bugün açıp tekrar dinlemenizi tavsiye ederim.
“Ayır bizi Boğaziçi
Kurtar bizi boğulmadan
Ayır bizi Boğaziçi
Kutsa beni atlamadan”
Akademinin onurunu korumak için sağanak yağmur altında nöbet tutan hocalara ve vazgeçmeksizin itiraz eden aydınlık gençlere selam olsun…