Rus yazar Çehov’un ünlü sözüdür; “eğer ilk sahnede duvarda bir silah asılıysa, oyunun sonunda mutlaka patlar…”
Sedat Peker, tüfeği duvara astı!
Yüz yıl düşünsem bir ‘suç örgütü’ liderinin topluma bu kadar büyük hizmet edeceğini tahmin edemezdim; siyaset-ticaret-bürokrat-medya-mafya, ne varsa bütün kirli çamaşırları ortaya döktü. Siyasetin çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna neşteri vurdu, pislikler etrafa saçıldı!
Sağcısı-solcusu, eğitimlisi-eğitimsizi, dinlisi-dinsizi, küçüğü-büyüğü, Türkü-Kürdü oturmuş Peker’in iddialarını izliyor. Anlatılanlar üzerinden mantık yürütüyor, ilişkiler kuruyor. İlk kez duydukları karşısında kulaklarına inanamıyor. Şaşkınlıktan küçük dilini yutuyor. Giderek artan merak güdüsüyle, ülkesinin içine düştüğü ‘foseptik çukuru’ öğrenmek istiyor.
Şimdilik herkes sessizce izliyor.
Fırtına öncesi nefesler tutulmuş, final sahnesi bekleniyor.
Belki de tüfek boştur, hiçbir zaman patlamaz!
Lakin millet yaşanan rezaletin faturasını er ya da geç mutlaka keser!..
‘Peker Vakası’nda sosyo-psikolojik açıdan şaşırtıcı yönelimler gözleniyor. Yapılan anket çalışmalarında ve paylaşımlara yazılan yorumlarda bu verilere yoğun şekilde rastlanıyor. Gelecekte özellikle siyaset, sosyoloji ve psikoloji bilimleri “Peker Vakası”nı mutlaka detaylıca inceleyecektir.
Tahminim, ‘Stockholm Sendromu’ benzeri yeni bir teorinin ortaya çıkması!
Bu olayda birinci derecede şaşırtıcı (ve trajikomik) olan bulgu; toplumun ‘gerçekleri’ bir mafya babasının ağzından öğrenmek istemesidir. Çünkü vatandaş, siyasetçilerin ve medyanın söylediklerini artık inandırıcı bulmuyor, ciddiye de almıyor. On milyonlarca vatandaş, pazar sabahları Peker’in youtube kanalından yapacağı ‘ifşaları’ büyük bir sabırsızlıkla bekliyor. O kadar çok izleniyor ki, hiçbir siyasetçi ve devlet yöneticisi bu kadar reyting toplayamaz.
Sürekli halkı kandırmanın faturası bu olsa gerek.
Peki… Bu videolar neden çok izleniyor?
Öncelikle, Peker konuşmalarında basit ve anlaşılır bir yöntem kullanıyor.
Diyor ki; “ey ahali, ben suç örgütü elebaşıyım ve birçok gayrimeşru iş çevirdim…” Yani adam suç işledim diyerek, açıkça itirafta bulunuyor. Ve tek tek yer-zaman-kişi isimleri veriyor.
Sonra; “bu kirli işleri, şunlarla beraber yaptım” diye ekliyor.
‘İşin içindeydim, her şeyi biliyorum. Kimse inkâr edemez’ diyor.
Kem-küm edenleri, yayınladığı kayıtlarla rezil ediyor.
Böylece inandırıcılığını artırıyor, izleyicilere güven aşılıyor.
İlaveten…
Sık sık milliyetçi ve müslüman olduğuna vurgu yapıp ‘tarih ve islam kaynaklarına’ atıfta bulunarak, toplumun “Müslüman Türk” ana damarına kolayca sirayet ediyor. Çok okuduğu konusuna özellikle değinerek; ideolojilere, bilim insanlarına ve yazarlara sıklıkla göndermeler yaparak, kendisine “entelektüel” bir hava veriyor.
Böylece; “yerli-milli ve bilge adam” profili çiziyor.
Bütünlüğü bozmadan, izleyiciyi sıkmadan, akıcı ve oldukça uzun konuşmalar yapıyor. Ve bunları yaparken, promptera bakmıyor. Bazen not aldığı kâğıtlara göz atıyor, hepsi o kadar.
Yüz hatları, mimikleri, ses tonu, vurgusu, konular arası geçişleri ve kullandığı kendine has jargonu ile tam bir usta olduğunu gösteriyor.
Her şeyden öte, kamuoyunun pek alışık olmadığı bir mafya tipi çiziyor.
Aralara sıkıştırdığı aile mahremi, küçük kızlarına olan düşkünlüğü ve yaptığı iyiliklere ‘nankörce’ karşılık verilmesine değinerek, izleyicilere haklı, fedakâr ve mağdur olduğu duygusunu serpiştiriyor. Öte yandan “kendi başıma kitap okuyordum, rahat bırakmadılar. Yurtdışına kaçtım, orada da yakama yapıştılar” diyerek, Anadolu insanı için ‘yetti gari’ psikolojisine oynuyor. Kendisine verilen sözlerin tutulmadığını söyleyerek, yalancı ve sahtekârlarla mücadele ettiği imajı veriyor. Ve tüm bu olup bitenleri açıkça ve büyük bir samimiyetle anlattığı duygusu yaratarak, ikna ediciliğini katlıyor.
Peker, baştan beri çok planlı ve sistemli hareket ediyor. Ya organize bir yardım alıyor ya da gerçekten çok zeki bir adam. Gördüğüm kadarıyla ilk seçenek ağır basıyor. Fakat kendisine yoğun bir bilgi-belge akışı sağlandığı yönünde şüphelerim var ve bu akışın artarak devam edeceğini düşünüyorum.
Ayrıca dikkat çekici şekilde, bir plan dâhilinde hedefe doğru ilerlediğini gösteren emareler bulunuyor. Hedefin ‘kim ve ne olduğu’ tam olarak bilinmiyor. Fakat konuşmaları ve ‘masa dekoru’ incelendiğinde sıkı bir pazarlık arayışında olduğu görülüyor.
Sırf bu nedenle ilk ciddi hamleyi de stratejik bir akılla çok kritik iki isme; Soylu ve Ağar’a karşı yaptı…
Soylu’yu seçti; çünkü onun Cumhur İttifakını bağlayan ‘ilmek düğümü’ olduğunu düşündü ve iktidarın altına ‘zaman ayarlı’ bombayı koydu!
Ağar’ı seçti; çünkü onun son 40 yıldaki tüm kirli ilişkilerin ‘kara kutusu’ ve ‘kör düğümü’ olduğunu zaten herkes biliyordu!
Ve devamında, Binali Yıldırım’ın oğlu üzerinden tepedekilere mesajı verdi!..
Sedat Peker ‘kirli ve karmaşık’ ilişkiler üzerinden bir takım dengeleri gözeterek (mafyatik sistemin çökmesini asla istemez) farklı güç merkezlerine açıktan rest çekti. Elindeki malzemenin çok güçlü olduğunun farkında. Alıp kalemi eline, istediği senaryoyu yazıyor. Sonra yönetmen koltuğuna geçip; start emrini veriyor. Kimin figüran, kimin başrolde oynayacağını keyfince belirliyor. Nerede, ne zaman, hangi sahneyi çekeceğini ve kimleri oynatacağını da çok iyi biliyor.
Artık her şey “ben yandım-herkesi yakarım” diyen, ‘Reis Peker’in iki dudağı arasında…
‘İhanetçileri’ anons ettiğinde mecburen sahne alacaklar! Şimdilik lobideki karanlık alanda bekliyorlar. Ne zaman üzerlerine far tutulacağını bilmeden, bir tavşan ürkekliğinde ve yürekleri parçalanırcasına…
Ne diyordu usta şairimiz Nazım Hikmet; “hiçbir korkuya benzemez, halkını satanın korkusu”…
Sanırım turpun büyüğü heybede!
Asıl kızılca kıyamet o zaman kopacak…