Ünlü şairimiz Ahmet Arif tarif ediyordu;
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…
O halde biraz da ben tanıtayım!
Yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. güç olarak kabul ediliyordu. Teknoloji ilerleyip iletişim olanakları yayılınca 1. güç oldu.
Evet, medyadan bahsediyorum.
En büyük avantajı;
Kamuoyunu yönlendirebiliyor, baskılayabiliyor, yanıltabiliyor, aldatabiliyor.
Kısaca, ülkede istediği gibi at koşturuyor…
Tv, radyo, gaste, internet ve sosyal medya üzerinden herkesin cebine kadar giriyor. Parmağını dokunduğunda zihni teslim alıyor, kitleleri kolayca etkiliyor.
Ve dolaysıyla bu büyük “kontrol gücü” birilerinin iştahını kabarttığı için yoğun şekilde ‘ele geçirme’ faaliyetleri başladı.
Kısa sürede holding patronları ile siyasetçiler medyaya hâkim oldu. Zamanla aralarında örtülü bir koalisyon kuruldu; al gülüm-ver gülüm dönemi başladı.
Baskı, şantaj, tehdit, rüşvet… binbir alavere-dalavere dönüyordu medya mahallesinde!
Henüz pislik tam olarak gazetecilere sirayet etmemişti. Sadece patronlarını küstürecek ve kızdıracak işlerden uzak durup, yağlı maaşlarıyla yetiniyorlardı.
Anlayacağınız ‘tasmaları’ sahiplerinin elindeydi!
Kuşkusuz daha önce de kullanılmıştı gazeteciler.
- Dünya Savaşında basın-yayın organları tam bir silaha dönüşmüştü. Fakat ilk kez Körfez Şavaşı’da ingilizce “embedded” kavramıyla resmiyet kazandı. “İliştirilmiş gazetecilik” olarak Türkçeye çevrildi. Halk dilinde kullanışlı gasteci demekti.
Biricik görevi, objektif haber vererek insanları aydınlatmak olan gazeteciler arasından zamanla “yandaş” tipler belirmeye başladı. Asli görevleri tarafsız bilgi aktarmak değil, ‘kasıtlı’ yayınlarla toplumu kandırmaktı.
Faaliyetleri sonradan bilimsel olarak ölçüldü; Oxford Üniversitesi’nin dünya çapında yapmış olduğu bir araştırmaya göre “yanıltıcı ve sahte haberlerin” en çok yapıldığı ülke Türkiye’ydi. Her gün binlerce sahte habere maruz kalıyorduk.
Anlayacağınız, yalan haberde Dünya Birincisi’ydik.
O halde sormak gerekti; bizi sürekli kim kandırıyordu?
Tabii ki; İLİŞTİRİLMİŞ MEDYA…
Vurgulamak isterim ki, bu süreçte sadece iktidarın değil muhalefetin de kullanışlı medyası türedi.
Özetle, “tam bağımsız medya” hak getire…
Dahası, iktidar yanlısı birçok gasteci açıktan yandaş olduğunu kendiliğinden ilan etti. Utanmaları, gocunmaları, yüzlerinin kızarması söz konusu bile değildi. “Parayı veren, düdüğü çalar” mantığıyla kalem oynatıyorlardı.
Böylece kurumsal yandaşlıktan, bireysel yandaşlığa geçiverdik.
Bu gazeteci kılıklı soytarıları zaten herkes tanıyordu. Oysa asıl bilmediğimiz, bunların “piyasa kabzımalı” olduklarıymış. Siyasal iktidarın gücüne yaslanarak, akçeli işlerde aracılık yapıp, parmaklarını yalıyorlarmış. Hatta daha ileri gidip, milyon dolarları cukkalamak için mafyayı tehdit etmek, iş insanlarına şantaj yapmak sıradan işleriymiş!
Yani bildiğimiz ‘tasmaları çözülüp’ sokağa salınmış zibidilere dönüşmüşler.
Genelde suç örgütleri gazetecileri tehdit eder, döver, kurşunlatır ya da öldürürdü. Şimdi işler terse çevrilmiş durumda. Artık sopa gastecilerin elinde, medya namlusu herkesin ensesinde. İnfazdan yırtmak için çetenin gönlünü hoş tutmak, talimatlarına uymak elzem olmuş. Aksi halde “çökme operasyonuna” başlanır; müsadere ile malını, hapis ile yaşamını tehdit ederlermiş!
Sanırım dünyada bir ilktir; medya-gasteci çetesi..
Ve tüm bunları bir suç örgütü lideri sayesinde öğrendik.
Önceki yazımda belirtmiştim, Sedat Peker’in tarihe geçtiğini.
Kendisinden hiç hazzetmezdim, lakin fikrim değişti. Buradan açıkça “teşekkür” ediyorum kendisine, bütün pislikleri ortaya döktüğü için…
Ve devamını da talep ediyorum; lütfen ‘Reis’, bildiğin tüm rezillikleri ifşa et…
Et ki; geçmişte işlediğin bazı günahlar, toplum nezdinde bağışlanabilsin!..