Herhangi bir zaman aralığında mevcut durumu etkileyen faktörleri algılayabilme, anlayabilme, ilişkilendirebilme ve mevcut durumsal resmi görebilme yeteneğine durumsal farkındalık diyoruz. Durum muhakemesi yapabilmek, geleceğe yönelik öngörüde bulunabilmek, tehditleri, tehlikeleri, çıkış yollarını, fırsatları, en uygun hareket tarzını veya politikalarını tespit edebilmek için öncelikle içinde bulunulan durumun ayırdında ve değişen koşulları algılayabilir olmak gerekir. Aksi durumda verilen kararlar bizi istenilen sonuçlara götürmez.
Bu girişten sonra durumsal farkındalık ve geleceğe yönelik en uygun politikaların tespiti açısından altını çizmemiz gereken en önemli gerçeklik; halen devam eden Ukrayna Savaşı’dır. Bu savaş; küresel, bölgesel ve Türkiye olarak her alanda kalıcı değişim ve dönüşümleri tetiklemektedir. Artık II. Dünya Savaşı (1939-1945) sonunda belirlenen statüko radikal biçimde değişecektir. Yaptırımlar ve tırmanan soğuk savaş, zaten sonu gelmeye başlamış olan küreselleşmenin tabutuna son çiviyi de çakmıştır. Bu gelişmeler, aynı zamanda 1970’li yılların başından itibaren devam eden dolar egemenliğine de son verecektir.
24 Şubat 2022 Öncesi
Bu tür radikal değişim ve dönüşümlerin yaşandığı zaman dilimleri istikrarsızlıklar, tehditler, tehlikeler ve savaşlar ürettiği gibi fırsatlar da yaratır. İşte Türkiye’yi yöneten iktidar sahipleri bu durumun farkında, Ukrayna Savaşı’nı kendi iktidarını devam ettirebilmek için fırsat olarak görüyor ve politikalarını buna göre geliştirmeye devam ediyor.
Halbuki 24 Şubat 2022 öncesinde; bitmiş, tükenmiş, anlatacak hikayeleri kalmamış, neredeyse tüm dünya tarafından tecrit edilmiş, ülke ekonomisini iflas ettirmiş, hazineyi tam takır hale getirmiş, hukuku, adaleti, demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini ayaklar altına almış ve seçim kazanabilme şansını yitirmiş durumdaydılar.
Savaşta Türkiye’ye İhtiyaç Var
Bu bağlamda muhalefetin Millet İttifakı girişiminin iktidarın karşısında yer alan herkesi kucaklaması, demokrasi, hukuk, adalet söylemleri, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” siyaseti ve yıpranmaması için Cumhurbaşkanı adayını açıklamaması doğruydu. Kamuoyu yoklamaları, Cumhur İttifakı için seçim kazanma şansının olmadığını gösteriyordu. Ortaya çıkan bu sonucun belirleyici iki nedeni ise; ekonominin iflas etmesi ve bunun sonucu olarak mutfaklardaki yangının her geçen gün artarak devam eden iktidar karşıtlığına dönüşmesiydi.
24 Şubat’ta başlayan Ukrayna Savaşı ile birlikte geçen bu iki aylık sürede iktidara yönelik dış dünyadaki tecrit bitti, Batı ile uzun dönemdir yaşanan gerginlik sona erdi ve iktidar ABD liderliğindeki Batı’nın ilgi odağı haline geldi. Tabii ki bu ilgi alaka ve siyaset değişikliğinin nedeni “kara kaş, kara göz” değil, Türkiye coğrafyasının Ukrayna Savaşı’nda kullanılması ihtimaliydi. Rusya için de iktidarın halen sürdürdüğü Ukrayna Savaşı siyasetine devamı yaşamsal derecede önemliydi. Bu haliyle Türkiye, Rusya için bir nevi nefes borusu özelliği taşıyor. Yani Batı’nın Türkiye’yi tamamen kazanmak, Rusya’nın da kaybetmemek için Türkiye’yi yöneten iktidara ihtiyacı var.
Açık Kapı Politikası
İktidar, olan bitenin farkında ve adımlarını bu farkındalık içinde atıyor. Bu yüzden Irak ve Suriye’de de hareketlendi. Halen Irak’ta devam eden Pençe-Kilit Operasyonu bu kapsamda başlatıldı. Bu operasyon için ABD’nin onayı var. Ukrayna Savaşı olmasaydı, ABD buna izin vermez, hatta kıyameti koparırdı. Şu anda sesini çıkarmadığı gibi Mesut Barzani’nin de operasyona destek vermesinin önünü açtı. Zaten operasyonun başlamasının iki gün öncesinde Barzani ile Erdoğan görüşmüştü. İşin içinde Kuzey Irak petrolünün Avrupa’ya intikali işi de var. ABD bu izni vermekle, Suriye’de PKK Terör Örgütünün uzantısı YPG’ye vermiş olduğu desteğe karşı Türkiye’nin kızgınlığını Irak’ta önünü açarak dengeliyor. Buna “Açık Kapı Politikası” diyoruz. Bu politikayı; “Hem evet, hem hayır”, “Orada evet, burada hayır” şeklinde örneklendirebiliriz.
ABD, aynı zamanda iktidara seçimler öncesinde Irak’ta başarı öyküsü yaratabilme şansı da veriyor. Ancak bilinmelidir ki; ABD ancak göstermelik bir başarıya izin verecektir. Yani ABD, Türkiye’ye karşı Irak ve Suriye’de ikili oynuyor. Çünkü uzun soluklu yıpratma stratejisi üzerine inşa edilen Ukrayna Savaşı’nın müteakip safhalarında Türkiye’ye ihtiyacı çok büyük olacak.
İçi Kof Milliyetçilik
Irak’taki operasyonun iktidar açısından diğer bir hedefi de Millet İttifakında PKK Terör Örgütü-HDP suçlaması üzerinden gedik açmak, ayrışmaya neden olmak ve Kürt oylarının hiç değilse bir bölümünü küstürerek sandıktan uzaklaştırmaktır.
İktidar, seçimi kazanabilmek için aynen 2015’de iki seçim arasında yarattığı gibi bir korku, şiddet ve çatışma ikliminin peşinde. Çünkü böyle iklimlerde yönelim mevcuda ve otoriter lidere doğru olur. Ne ibretliktir ki yakın geçmişte “Biz milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklarının altına almış bir iktidarız” diyen bu iktidar iradesi, bugün içi kof bir milliyetçiliği tırmandırıp seçim kazanabilmeyi tek çare olarak görüyor.
Yeni Nesil İç Savaş
Bugün ABD’nin Ukrayna’da Rusya’ya karşı sürdürdüğü Beşinci Nesil Savaşın (Fifth Generation Warfare) araç ve yöntemlerini iktidar “Yeni Nesil İç Savaş” olarak kendi halkına karşı uygulamaktadır. Bu gidiş uzun dönemde; her tarafı bayraklarla donatılmış, her mahallesinde en az bir cami bulunan, ekonomik durumu vasat veya vasatın altında olan ailelerin tüm çocuklarının imam-hatip eğitimi aldığı ama Türklükle, İslamiyet’le, sorgulayıcı akılla ve pozitif bilimle ilişkisi tamamen kopmuş, işgal ve sömürü altında kalmış bir ülke haline gelmemizi garanti edecektir.
İktidar Ukrayna Savaşı devam ederken seçim yapmayı ve bu maksatla halen sürdürdüğü ikili oynamakla tarafsız kalmak arasında gidip gelen çizgisini de muhafaza etmeyi planlıyor. Bunun amacı; ABD’ye karşı pazarlık gücünü elinde bulundurmak ve desteğini almaktır. Eğer iktidar bugün ABD’nin istediği gibi Rusya’ya karşı tüm yaptırımları devreye sokar, hava sahasını kapatır ve ikinci cepheyi açarsa pazarlık gücünü de kaybeder.
Seçimi Ben Kazandım
Çünkü Rusya’ya karşı cephe alındıktan sonra bunun bir daha geriye dönüşü olmaz, bu da iktidarın seçimlerde ABD’nin desteğini almak için elinde tutmayı düşündüğü tarafsızlıktan kaynaklanan pazarlık gücünü yok eder! İktidar bu bağlamda; antidemokratik şartlarda, dürüstlükten ve adil olmaktan çok uzak bir seçime gitmeyi, gerçek sonuç ne olursa olsun “Seçimi ben kazandım!” demeyi planlamaktadır ve bu duruma ABD’nin Ukrayna Savaşı nedeniyle Türkiye’nin desteğini kazanmak açısından sessiz kalacağını düşünmektedir. Biden’ın 24 Nisan’da sözde “Ermeni Soykırımı” konusunda yaptığı açıklamaya iktidarın sessiz kalmasını da bu strateji bağlamında görmek lazım.
Bu maksatla ABD’ye Ukrayna Savaşı ile ilgili vaatlerin seçim sonrası için verileceği değerlendirilmektedir. Halbuki Biden, seçim kampanyası sırasında Türkiye’de iktidara karşı muhalefeti destekleyeceklerini açık açık söylemişti. Zaten bu nedenle de iktidar Trump’a destek vermiş ve darbe girişimine de sessiz kalmıştı. Ukrayna Savaşı ile birlikte durum değişti ve iktidar kendisi açısından büyük bir fırsat yakaladı.
Akar ABD’ye Mesaj Verdi
Bu iktidarla devam edilecekse normalde ABD’nin adayı Hulusi Akar olur. Erdoğan için de kendisi olmayacaksa halefi –ABD faktörü de dikkate alınarak- Akar olur. Daha geçenlerde Karadeniz’deki mayın tehdidi konusunda Rusya’yı dışlayan, Karadeniz’e sahildar olmadığı halde Polonya’yı dâhil eden toplantı da Akar tarafından ABD’ye verilen bir mesajdı. Son tahlilde kimin aday olacağı veya yapılacağı ise süreçteki gelişmelere bağlı olarak belli olacaktır.
Geçtiğimiz Ocak’ta Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü Türkiye Direktörü Soner Çağaptay, Amerika menşeli dergi Foreign Affairs’de tartışma yaratacak bir yazı kaleme almıştı. Yazıda; “Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçimi daha sonra yargılanacağı, hatta sürgün edileceği için kabul etmeyeceğini, bunun ülkede eylemlere neden olabileceğini, buna karşılık Türk Polisinin onlarca kişiyi öldürebileceğini, bunun da Türkiye’de demokrasiyi bitireceğini” iddia etmişti.
Muhalefetin Yeni Bir Stratejiye İhtiyacı var
Yumuşak bir geçiş süreci olması gerektiğini savunan Çağaptay’a göre, muhalefetin Erdoğan’a, kendisi ve ailesinin işlediği tüm suçların affedilmesine karşılık iktidarı devretmesi teklifini yapması en iyi çözüm. Çağaptay, Erdoğan-muhalefet anlaşmasının garantörü olarak da orduyu göreve çağırdı ve garantör olmasını istedi. Yani yargıya güvenilmiyordu! Çağaptay’ın bu yazısının ABD’de ve Türkiye’de bir şekilde bir yerlerle koordine edilmeden yazılması mümkün değil.
Millet İttifakının altılı masasında bu çözüm var mı bilmiyorum. Ama AKP içinden gelen Davutoğlu ve Babacan’ın söylemlerine bakarak bir sonuç çıkarmak gerekirse; şimdilik böyle bir seçeneğin masada olmadığını söylemek mümkün. Zaten bu çözüm Ukrayna Savaşı öncesi bir hareket tarzıydı, savaşın başlaması ile birlikte kadük oldu.
Muhalefet bu gelişmeleri iyi okumadan, dış ve iç dinamikleri iyi analiz etmeden 24 Şubat öncesinde belirlediği stratejiyi aynen uygularsa sonuç hüsran olabilir. “Muhalefet ne yapmalı ve nasıl bir strateji uygulamalıdır?” sorusunun yanıtını müteakip yazılarımızda vereceğiz.