Öğretmenler günü için bir şey yazabilir miyim, diye düşünüyordum ki mağazadan içeriye Zafer Özdemir hocam girdi, sanki bir şey yazacağımı hissetmiş de gelmiş gibi! Maçka’da bazı aileler var ki soyadlarından ne iş yaptıklarını anlarsınız. Özdemir ailesi de böyle bir sülale. Maçka’da bu sülalenin yüzde doksanı öğretmendir. Sanki öğretmenlik mesleği bu aile ile vücut bulmuştur Maçka’da.
Epeyce sohbet ettik. Özdemir ailesinin çocuklarının artık öğretmenlik mesleğini tercih etmediklerini, öğretmenlik mesleğinin bugünlerdeki saygınlığı, Köy Enstitüleri ve Öğretmen Okullarının kapanmasının nedenleri derken konu uzadıkça uzadı. Biraz da onun yönlendirmesiyle bu yazıyı yazdım.
Son yıllarda toz kondurulmayan ve bir amaç uğruna yetiştirilen öğretmenleri gördükçe Köy Enstitüleri ve daha sonra Öğretmen Okullarını niye kapattıklarını daha iyi anlıyorum. Çünkü bu okullarda yetişen öğretmenler Cumhuriyetimize, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek için canla başla çalışmışlardır. Onların yetiştirdiği binlerce insan Türkiye Cumhuriyeti’ni bu zamana taşımıştır.
Cemaat öğretmenlerinin yetiştirdiği ve çok önemli yerlere getirdikleri insanların fikri, vicdanı, irfanlarının olmadıklarını, nasıl robot haline getirildiklerini ve emredilenleri nasıl yaptıklarını yıllarca çalınan sorularla hak etmedikleri halde vicdan ve onurlarını hiçe sayarak çıkarları için nasıl başka insanların haklarını yediklerine hep beraber şahit olduk!
Atatürk, “Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan (bilim, kültür) ordusudur.”
Birinci orduyu ne hale getirdiklerini gördük; ikinci ordunun da ne hale geldiğini ne yazık ki görüyorum.
Zafer hocamla konuşurken öğrenciliğime gittim. Öğretmenle öğrenme arasındaki köprüyü her zaman kendi elimizle istediğimiz anda kuramadığımı hatırlıyorum. Öğretmen tam köprüyü atacağı sırada karşı taraf uyuyor. Öğrenci tam köprüyü tutacağı sırada öğretmenin kollarında takat kalmıyor. Öğretmen en iyi günlerinden biri olduğunu düşünüyor. Birbiri ardından pırıl pırıl şeyler söylüyor. Bunlardan biri varmazsa karşıya ötekinin elinden kurtulmaz diye düşünüyor.
Halbuki karşındaki çocuk o gün öyle dertli, öyle tasalı, öylesine aşık, öylesine fakir veya öylesine zengin ve bahtiyar ki öğretmenin gözlerinin içine bakıyor. Öğretmen de seve seve dinliyor diye aklından geçiriyor. Gülecek yerde gülüyor, somurtacak yerde somurtuyor; ama hepsi yalancıktan oynuyor! Şahane şekilde kendi dünyasına gömülmüş. Kendi meselesinden başka hiçbir şey umrunda bile değil!
Şimdi ne yapsın öğretmen! O ara dört nala kaldırdığı atı birdenbire durdurup kendi sözlerinin, kendi düzeninin üstünden aşıp öğrencinin gözlerinin içine baka baka kendi dünyasında kaybolan öğrenciyi yakalayacak, giriştiği konuyu bir an için bir tarafa bırakıp ‘Heyyy, söyle bakalım, sen şu anda nerelerdesin? Neyin var? Çok mu dertlisin? Niçin başını alıp bizden bu kadar uzaklara gittin?” diyecek ve bunu bu zamanda öğrencinin şikayetine maruz kalmadan yapacak. Zor iş öğretmenlik.
Bir de üstelik öğretmen denilen varlık, her Allah’ın günü birkaç defa, üst üste üç, dört derse girecek bu ara kırk parçaya bölünecek. Bu öğretmenlik değil de sihirbazlık gibi bir şey; ama ne yapsın ki zorunlu olarak yapacak. Eğer bir öğretmen, öğrencinin bir saat hiç dalga geçmeden boyuna kendisini dinlediğini sanıyorsa yandı demektir. Onun içindir ki zor iştir öğretmen olmak.
Öğretmenlik deyince aklıma Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bu sözü gelir.
“Benim şairliğimi eleştirebilirler, ressamlığımı eleştirebilirler; ancak öğretmenliğime laf ettirmem!”
Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.’ sözünü rehber edinmiş tüm öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun.
Not: Bu yazımda Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğretmenlerle ilgili yazısından bazı bölümler kullanılmıştır.